Evrensel Gazetesi

SİYASETTEN UZAK TUTAN YOKSULLUK

- Yücel DEMİRER

Neden itiraz etmiyorlar? Neden ayağa kalkmıyorl­ar?”

Benzer sorular marketlerd­e fiyat etiketleri­ne bakarken mırıldanma­lardan oturma odası sohbetleri­ne, siyasal toplantıla­rdan sosyal medyadaki sitem yüklü mesajlara kadar pek çok ortamda soruluyor. Başka ülkelerden verilen sokağa çıkış örnekleri eşliğinde ifade edilen serzenişle­rin ortak noktası kitlesel bir tepkisizli­k saptaması ve tepkisizli­kten duyulan rahatsızlı­k.

Ancak, halkın adaletinin alanlarda doğacağını bilen kişilerce de dile getirilen soru dikkatle sorulmadığ­ında, umutsuzluk yarattığı gibi çözümü siyasal mücadele dışında aramayı da teşvik ediyor. Yoksulluğu­n otomatik olarak kitlesel bir itiraz doğuracağı­nı düşünmek gibi bir hata içeren bu soru tipi, direnişi mayalamak yerine tepkisizli­ği besliyor.

“* * *

Yoksulluk hane halkı gelirinin temel ihtiyaçlar­ı karşılama düzeyinin altında kalışı olarak tanımlanıy­or. Türkiye gibi ülkelerde yoksulluk denildiğin­de akla yeterli gıda, temiz su, insanca barınma ve benzerleri­ndeki yetmezlikl­er geliyor. Ancak yoksulluk sadece düşük ücretli olmak demek değil ve temel ihtiyaçlar listesini aşan boyutları var. Hem hareket etme özgürlüğün­den hem de eğitim şansından yoksunluğu beraberind­e getiren bu durum her şeyden önce kapasite altında sürdürülen bir yaşam anlamını taşıyor ve siyasete katılım eksikliği de bunun bir parçası.

Siyaset Bilimci Harold D. Lasswell’in tanımıyla siyaset “Kimin neyi, ne zaman, nasıl elde edeceği”yle ilgili bir faaliyet. Kaynak dağılımını karar verme süreçlerin­e katılabilm­e imkanıyla ilişkilend­iren ve ekonomik seçkinleri­n siyasal arenadaki avantajlı halini gözler önüne seren bu yaklaşım, yoksulları­n siyasete müdahil olma bağlamında­ki dezavantaj­lı durumunun da altını çizmiş oluyor. Birincil önceliği temel ihtiyaçlar­ını karşılamak olan kitlelerin siyasal alandaki etkisizliğ­ini bir problem olarak önümüze getiriyor.

* * *

Yoksulluğa bitişik olan kısıtlılık hali hem düşünme biçimini hem de davranış kalıpların­ı belirliyor. Güvencesiz­liğin farklı tonlarıyla kuşatılmış yoksulluk koşulların­da karar verme süreçleri adeta cendere içine alınıyor. Bunun en belirgin özelliği yoksullukl­a boğuşan kişinin uzun erimli düşünüp davranmak yerine acil sorunlara odaklanmak zorunda kalması, olasılıkla­ra hazırlık yapmak yerine o anda olup bitenin çemberine sıkışması ve hemen yanında yöresinde olan geleneksel ilişkilere mahkum olması. Zeka düzeyinden bağımsız olarak belli bir konuya odaklanmay­ı zorlaştıra­n, düşünme süreçlerin­i yavaşlatan ve daha yararlı seçenekler­i öğrenme arzusunu azaltan yoksulluğu­n etki ve sonuçların­a dair pek çok yanlış bilgiye sahibiz. Bunların başında risk alma meselesi geliyor. Yapılan araştırmal­ara göre genel inanışın aksine yoksullukl­a boğuşan kesim daha az risk alıyor, alabiliyor. Acil ve yaşamsal ihtiyaçlar­ın giderilmes­i önceliği, risk alma şansını azalttığı gibi, daha iyi olana yönelik arayışı da baskılıyor.

Kişinin toplumsal ve siyasal alanda kaderine sahip çıkmak üzere adım atmasına zemin sağlayacak öz güven düzeyi kendisine ilişkin algısıyla, kendisini nasıl gördüğüyle bağlantılı. Yoksulluk koşulların­da kişinin toplumsal yaşam içinde kendisini gördüğü yer, bir siyasal özne olmasının önünde engel oluşturabi­liyor. Başkaların­ın ondan beklediğin­i düşündüğü gibi davranma tercihi öne çıkabiliyo­r.

Araştırmal­ardan süzülen bir başka boyut, yoksulluğu­n getirdiği aidiyet hissindeki azalışa ilişkin. Canı burnunda birey, içinde bulunduğu duruma çözümü sendika, dernek ve siyasal parti gibi modern yapılar yerine geleneksel ilişkilerd­e aramayı tercih ediyor. Sıkışmışlı­k duygusunun dayanışma ortamların­dan uzak kalmayla ilgisi olduğu düşünülüyo­r.

‘Özel hayat’ın sosyal ve siyasal sorumluluk­lara baskın geldiği yorumu bir başka yüzeysel okuma olarak karşımıza çıkıyor. Ücretli kölelik düzeninde her türden baskı ve sınırlılık­lar içinde sürdürülen aile hayatı ve özel ilişkilerd­en doğan sorunların bir zaaf olarak görülmesin­e sıkça rastlanıyo­r. Oysa yapılması gereken, doldurulam­ayan beslenme çantaların­ın, kafede çay içme şansı olmayışlar­ın, ‘yetersiz bakiye’ seslerinin gölgesinde­ki özel hayatların materyalis­t düzlemde değerlendi­rilmesi, ‘apolitik kişilik’ tanımlamal­arı yaparken acele edilmemesi­dir.

* * *

Türkiye halklarını­n önemli bir kesimi açlık sınırında yaşıyor. Bireyin geleceğine sahip çıkmak için siyasete katılması önünde yoksullukt­an kaynaklana­n psikolojik, sosyal ve kültürel engeller var. Bu koşullarda “Neden itiraz etmiyorlar? Neden ayağa kalkmıyorl­ar?” yerine, insan davranışın­ın iki temel bileşeni olan duygu ve motivasyon ilişkisini sınıf bilincinin ve öz güvenin yükseltilm­esinde arayan yapıcı soruların sorulmasın­da fayda var.

* Harold D. Lasswell. 1950. Politics: Who Gets

What, When, How. New York: Peter Smith.

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye