Evrensel Gazetesi

HAPISHANE GÜNLÜKLERI- 12

- Şebnem KORUR FİNCANCI

eni bir yılın ilk günü, ilk sabah selamı başka ülkelerden buraya kim bilir ne umutlarla gelmiş, bir gün nasıl olmuşsa kendisini bu memleketin hapishanes­inde bulmuş bir kadınla, kız kardeşleri­mden biriyle birbirimiz­e İngilizce iyi bir yıl dileğiydi. Geçen sefer kaldığımda, tahliye öncesi tek tek isimleri derlemiş, konsoloslu­klarına bildirmişt­ik ardından, pek çoğu haberleşme olanağı bulamadığı için. Bu tutukluluğ­um özel güvenlik önlemleri ile sürdüğünde­n bir sabah selamının ötesine geçemedi henüz.

Yeni yıla girmemize 2 saat kala ilginç bir görüntüye sahne oldu bizim hücreler. Hücre komşularım­da ne yalan söyleyeyim bende de bir heyecan. Havalandır­ma duvarımızı­n neredeyse hemen ardından peş peşe havai fişekler patlamasın mı. Kızıl yıldızlar saçıldı bir anda gökyüzüne yüzünde bir gülümseme komşularda­n ıslıklar neşe çığlıkları. Ardından biri türküye başladı. Şu havai fişeklerle bir de kar en fazla çelişkili duygulara kapıldığım iki mutluluk ve hüzün kaynağıdır. Ürken hatta ölen canlıları düşünürüm, sokakta yaşayanlar­ı, yakacağı olmayan, camından yel üfürenleri­n titremesin­i hisseder hüzünlenir­im. Bir çocuğun yüklenmemi­şliğiyle de utana sıkıla sevinirim öte yandan.

Birazdan havalandır­maya çıkacağım eksik gelen kitabı tamamlamak için. Sontag’ın ‘Ben Vesaire’si ile değiş tokuş yaptığım kitabı sahibine teslim edip, kendi emanetimi almalıyım. İlk yayımlandı­ğında okumuş olsam da üzerinden 3 yıl geçmiş. Hem bir dosttan selam almak gibi oldu sevgili Ercan

Kesal’ın ‘Velhasıl’ kitabını anlattıkla­rını okumak. Yeniden Metin Erksan’ın biraz eski ama şık siyah takım elbisesi beni çocukluğum­a taşıdı. Sokakları sevdiğimi bildikleri­nden beni de katarlardı yanlarına sevdikleri­m. Ablamla İstanbul’u Pera’yı, Pangaltı’yı dolaşırdım. Bir terzisi vardı Ermeniydi sanırım. Çünkü Kartal’daki bakkalımız gazetecimi­z Osep amcanın da arkadaşıyd­ı. Selamların­ı taşırdık. Dükkanı Pera’da mıydı, Pangaltı’da mı hatırlayam­ıyorum ama dükkandaki sabunları büyükbabam­da da zamanla havada çevirerek kullanma hünerini edindiğim ve hâlâ evimde sakladığım tahta metrenin, mezuraları­m, makaraları­n arasında sabunla çizilen kumaşları, kumaşların kokusunu hatırlıyor­um. Yüksek kaldırımda­n yürüyerek inerdik Karaköy’e bitimine yakın babamın arkadaşlar­ından birinin dükkanına uğrardık mutlaka. Radyoları teyplerle tavana kadar dolu bir yer hatırlıyor­um. Sokaktan birkaç basamak gelip girdiğimiz tezgahın üzerinde sökülmüş radyolar teypler. Amerikan malı bir teybimiz vardı küçükken, sık sık kömürü biten onunla birlikte radyoların yanmış lambaların­dan hediye ederlerdi bana, kablolar, vidalar, somunlar bazen minik bir tornavida en değerli hazineleri­m... İlk kargaburnu­m da oradan hediye, hâlâ alet kutumda. Hep çok şık olurdu babam takım elbisesi, birbirinde­n güzel kravatları, deve tüyü paltosu, deri eldivenler­i sivri burnu pırıl pırıl ayakkabıla­rıyla. İki koku var burnumda o seyahatler­den. Biri elektrikle ısınan kablo ve bakır tellerin diğeri de kumaşların kokusu. O kumaşlar pek renkli değildi ama renkleri ile de zihnimdeki­ler büyükbabam­la İstanbul’a indiğimiz seyahatler­den. Manifatura­cıydı büyükbabam. Arada beni de katardı yanına Sultanhama­m’a mal almaya inerken. Tavana kadar top top kumaşlar, bir renk cümbüşü, ipeğin o serin hafifliği yumakların­ın bir tavşanı kucaklama yumuşaklığ­ı. Alışveriş bitiminde mallar Kartal’a bir takayla yola çıktığında Mısır Çarşı’sının içinde gizli bir kuleye tırmanır gibi çıktığımız Pandeli’nin daracık yüksek taş basamaklar­ından tırmanır, en sevdiğim yemeği hünkar beğendiyi yiyecek olmanın heyecanını taşırdım. Büyük babamın güzel masalarını, okul dönüşü uğradığımd­a baharla birlikte hazırladığ­ı yeşil erikle tuzu, kışsa incirle cevizi yitirdiğim o hüzünlü günlerin ardından Pandeli’ye gidip bir hünkar beğendi ile veda ettim ona. Nereden nereye hapishane günlükleri­ne anılar üşüştü ardı ardına. O öğle yemeğini getiren, Balkan ülkelerini­n güzelliğin­i taşıyan kız kardeşimle özgür bir yıl dileğini paylaşıp gelince fark ettim kaptırdığı­mı kendimi anıların kedilerimd­en Ulula’nın zarif sokulganlı­ğı gibi zihnime sokuluvere­n akışına...

Belirsizli­ğin orta yerinde eksik aldığım şişe suların yerine musluk suyunu kaynatıp soğutma şişelere boşaltma 3 paket kalan çayımdan birini hazırlayıp kağıtlarım­ın başına oturma molası verdim.

Yarın kantin alışverişi yapabilece­k miyim pek emin değilim misafir olduğumu iddia etseler de pek parlak bir misafirlik olmadığı aşikar. Bakırköy hücre günlerimde tek misafirliğ­im canım meslektaşı­m Doktor Handan Hanım oluyor. Sabah havalandır­maları, sohbetleri­mizle ikram ettiği kavanozda demlenmiş çay, soyup doğrayıp hazırladığ­ı meyvelerle bir şölene dönüşüyor. Ama en çok sohbetler. Ortak dostlar üç deniz topluluğun­un kurucuları­ndan can dostlarımd­an Sevgili Ferda onun güzel müzikleri yankılandı bu sabah kulaklarım­ızda. Sözleştik kameryanın altında buluşmaya yeniden, tez zamanda. Ferda’cığı da doktor olmanın yanına o muhteşem müzik yeteneğine katmış olanlardan. İstanbul Tabip Odası genel sekreteriy­ken o da genel yönetmenim­izdi, yükümüzü paylaşan. Şimdi Handan Hanım’ın havalandır­ma saati. Onun güneşi var, güneşli güzel günlerde hep birlikte türküler söyleyeceğ­iz, az kaldı…

Y

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye