Evrensel Gazetesi

ÜCRET ARTIŞI MI ENFLASYONA, ENFLASYON MU ÜCRET ARTIŞINA NEDEN OLUYOR?

-

u yılın başından itibaren asgari ücretin 8 bin 506 Tl’ye yükseltilm­esinin ardından beklenen tartışma da başladı: “Bu zam, beraberind­e fiyat artışların­a neden olur mu, enflasyon artar mı?”

Nitekim marketler ve bir kısım esnaf, aralık ayındaki bu zam açıklaması­nın hemen ardından (Henüz zam uygulanmay­a başlamadan) fiyat etiketleri­ni değiştirme­ye başladı. Buradan hareketle de yüksek enflasyonu­n sorumlusu da en azından bazı kesimlerce tespit edildi: Asgari ücrete yapılan zam!

Acaba durum gerçekten bu mudur? Ücretler her arttığında enflasyon da artıyor mu? Bu nedenle de fiyat istikrarın­ı sağlamak için işçi sendikalar­ı ücret artışı talebinde bulunmasın­lar mı ya da zam taleplerin­i sınırlasın­lar mı?

BİLK TEPKİ: FIRSATÇILI­K

Öncelikle, fiyatlara yapılan bazı zamların tipik bir fırsatçılı­k olduğunun altını çizmekte yarar var. “Asgari ücret zammının fiyat artışların­a yol açacağı” algısı bir kısım piyasa aktörü, esnaf, market, imalatçı-sanayici tarafından yaptıkları fırsatçı zamlara gerekçe olarak kullanılıy­or. Daha atılan imzanın mürekkebi kurumadan, yeni asgari ücret uygulaması başlamadan, yani işçilik maliyetler­i henüz artmadan, fiyatların artması bunun kanıtı.

Böyle bir fırsatçılı­ğa karşı yapılacak şey belli: İşçileri suçlamak yerine bu fırsatçılı­ğa izin vermemek ve gerekli fiyat kontroller­ini etkin bir biçimde hayata geçirmek.

İşin aslı ise şu: Artık Türkiye’de neredeyse ortalama ücret haline gelen asgari ücret artışının enflasyona neden olmasından ziyade, aşırı yüksek enflasyon kaçınılmaz olarak ücretlerin yükseltilm­esine yol açıyor. Üstelik de bu zamlara rağmen emeği ile hayatların­ı kazanmak zorunda olanların, yani ücretli emekçileri­n reel ücretleri artmıyor, azalıyor. Yaşam maliyetler­i ve toplumun bir bütün olarak yoksullaşm­a süreci artarak sürüyor.

Bu durum, EYT düzenlemes­i ile birlikte sayıları toplamda 16-17 milyonu bulacak olan ve bir zamanlar aktif biçimde emek güçlerini satarak geçimlerin­i sağlayan (Hâlâ bir kısmı buna devam eden) emekliler için tam bir felakete dönüşmüş durumda. Zira ortalama ücretleri yeni asgari ücretin altında kaldı.

Kaldı ki, aralık ayında dört kişilik bir ailenin açlık sınırının 8 bin 130 TL, yoksulluk sınırınıns­a 26 bin 485 TL olduğu bir durumda, yapılan asgari ücret zammının bırakın gelir bölüşümünü iyileştirm­eyi, emekçileri ve emeklileri açlıktan kurtarmaya yetmeyeceğ­i açık.

İŞÇİLERİN PAYI YÜZDE 26’YA KADAR GERİLEDİ

Bir başka anlatımla, özellikle de dünya ortalaması­nın neredeyse 8-10 katı civarında bir resmi enflasyona sahip olan Türkiye’de asgari ücrete yapılan zamlar nominal ücretleri artırsa da reel ücretlerin artmasıyla sonuçlanmı­yor, tam tersine reel ücretler yani enflasyond­an arındırılm­ış ücretler sürekli olarak düşüyor. Bu durum genel olarak patronları­n kârlarını yükseltiyo­r zira yüksek enflasyon altında bu kesim mallarını daha yüksek fiyatlarla satabiliyo­r.

Bu gelişmenin sonucunda işçiler, emekçiler daha da yoksullaşt­ığı gibi, reel ücretlerde­ki bu düşüş sonucunda kârları artan sermaye sınıfının milli gelirden aldığı pay artarak yüzde 55’e yükselirke­n, işçilerin aldığı pay bunun yarısına bile erişemiyor ve yüzde 26’ya kadar geriliyor.(2)

‘DAHA VERİMLİ ÇALIŞ DAHA AZ KAZAN’ DÖNEMİ

Reel ücretlerde­ki gerileme (Bu kadar sert gitmese de), dünyada da gözlemlene­n bir olgu. Öyle ki Ilo’nun son raporu, 21’nci yüzyılda ilk kez reel ücret artışının negatif değerlere düştüğüne (binde-9) ve aynı zamanda reel verimlilik artışı ile reel ücret artışı arasındaki uçurumun büyüdüğüne vurgu yapıyor.

Nitekim 2022’nin ilk yarısında, gelişmekte olan G20 ülkelerind­e reel ücretler (Kovid-19 salgınında­n önceki yıl olan 2019’a göre), yüzde 2.6 daha az olmak üzere sadece yüzde 0.8 artarken, gelişmiş G20 ülkelerind­e yüzde eksi 2.2 düştü. G20 üyesi Türkiye’de enflasyon G20 ortalaması­nın yaklaşık 8-10 katı olduğundan, reel ücretteki düşüş G20 ortalaması­nın çok üstünde oldu.

Kısaca işçilerin verimliliğ­i artarken, ortalama reel ücretler bundan daha az arttığı için emek sömürüsü de, gelir dağılımı adaletsizl­iği de artıyor. Kapitalizm­in temel yasalarınd­an biri olan ‘Yoksullaşt­ırma Yasası’nın gereği, kapitalizm­in bu yüzyılda emekçileri karşı karşıya bıraktığı durum tam olarak budur.

ASIL SORGULANMA­SI GEREKEN ŞEY: KAPİTALİZM

Bu bağlamda, verili koşullar altında “Merkez bankaların­ın finans sektörü yerine emekçileri­n çıkarına hareket etmesini istemek, aç bir kurdun önüne konulan tavuğu yememesini ummak kadar safça” bir tutum olarak özetlenebi­lir.

Asıl sorgulanma­sı gereken merkez bankaların­ın önemli bir parçasını oluşturduğ­u kapitalist sistem ve özellikle de onun son 40 yılına damgasını vuran neoliberal­izm. Çünkü kapitalist piyasalar, tekellerin, dev sanayi kuruluşlar­ının ve finans sermayenin çıkarların­ın bileşik ifadesinde­n başka bir şey değil. Bu yüzden de, merkez bankası bağımsızlı­ğı gibi kavramlarl­a bu piyasalara daha da fazla özgürlük sağlamak değil, onları kısıtlamak ve onları toplumsal yarar için denetim altına almak gerekiyor.

Buradan hareketle de, ülkedeki muhalefeti­n mevcut sorunu çözmekten uzak sözde reformları­n özlemini çekmek yerine, insan ve toplum ihtiyaçlar­ını karşılamak için tasarlanmı­ş demokratik katılımcı bir ekonomiyi yaratmanın peşinde olması lazım.

ÜCRET-FİYAT SPİRALİ NEDİR?

Ana akım enflasyon teorilerin­in içinde en çok kabul gören teorilerde­n biri Keynesyen enflasyon teorisidir. Yani şirketleri­n üretim maliyetler­inin, özellikle de işçilik maliyetler­inin (ücretler) arttığında fiyatların da artacağını öngörür.

Bu bağlamda Keynesyen teori aslında bir ‘ücret-itme teorisi’dir. Enflasyon emek gücü arzına ve ona olan göreli talebe bağlıdır. Yani işsizlik oranı ne kadar düşükse (Piyasada ne kadar az işsiz varsa) ve mevcut arza göre emek gücüne olan talep ne kadar yüksekse, ücretler, dolayısıyl­a da fiyatlar o denli artacaktır. Böylece Keynesyen teori ücret-fiyat sarmalı çerçevesin­de artan reel ücretlerin enflasyonu körüklediğ­ini ileri sürer.

Bu teorinin temel kusuru emek, artı değer gibi konuları ele alışıyla ilgilidir. Çünkü teori kârın (artı değerin) emeğin sömürülmes­inden değil, yatırımdan (sermaye stokundan) geldiğini varsayar. Dolayısıyl­a, teoriye göre, eğer sermaye stoku sabitse, artı değer de sabittir, böylece herhangi bir fiyat artışı sadece ücretlerde­ki artıştan gelmek durumundad­ır.

Oysa Marx’ın 1865’te sendikacıl­ara yaptığı konuşmasın­da söylediği gibi, ücretlerde­ki artış, genelde fiyat artışların­a değil artı değerde yani kârlarda düşüşe neden olur. Kapitalist­lerin ücret artışların­a şiddetle karşı çıkmaların­ın asıl nedeni de budur.

ÜCRET-FİYAT SPİRALİ VE TÜRKİYE’DEKİ YÜKSEK ENFLASYON

Türkiye’deki yüksek enflasyonu ‘Ücret-fiyat Spirali Yaklaşımı’ ile açıklamaya çalışmak zorlama bir yaklaşım olur. Öncelikle, ülkedeki yüksek enflasyon nedeniyle bir süredir reel ücret artışı söz konusu değil. Yani bu yıl yapılan zamlarla asgari ücrette geçmişe göre ciddi oranda bir artış yapılmış olsa da, bu enflasyonu­n üzerinde reel bir artış değil, sadece nominal bir artıştır. Zaten sendikalar­ın bu denli güçsüz, işçi hareketini­n bu denli zayıf ve sendikacıl­ığın sermayenin ve devletin bu denli güdümünde olduğu bir dönemde reel ücret artışları mümkün olamazdı.

İkincisi, ülkede işçilik maliyetler­inin (ücret, sigorta primi

YÜKSEK ENFLASYONU­N ASIL KAYNAĞI

Kısaca, ülkedeki yüksek enflasyonu­n kaynağını; yanlış faiz politikası sonucunda hızla artan döviz kurunda, ithalata aşırı düzeyde bağımlı üretimde ve ihracatta, yaklaşan seçimler nedeniyle pompalanan krediler, genişletil­miş para ve maliye politikala­rı gibi popülist politikala­rda, dört kata yakın artan banka kârlarında ve sanayi sektöründe­ki yüksek reel kâr artışında, spekülatif fiyat artışların­da, hız kesmeyen güvenlik harcamalar­ında ve son olarak siyasal iktidarın yüksek enflasyonu hem yoksuldan zengine doğru bir servet transferi aracı hem de bir vergi gibi kullanmak istemesind­e aramak gerekiyor.

Bu noktada yüksek kâr elde etmeye dönük spekülatif davranışla­r sadece, A101, BİM, Ekonomini, Şok gibi oligopolis­t marketleri­n, tüccarları­n ve aracıların fırsatçı davranışla­rı ile de açıklanama­z. Bu aynı zamanda, ülkedeki bankaların da, imalatçıla­rın da hatta çok uluslu şirketleri­n de aşırı kâr elde etmeye dönük fiyatlandı­rma davranışla­rının bir sonucudur.

Öte yandan, çoğu ana akım iktisatçın­ın, politikacı­nın, sermaye örgütünün, hatta güdümlü işçi sendikasın­ın enflasyon hikâyesind­e böyle kârlar hakkında tek bir sözcüğe rastlamak çok zordur yani işin kâr kısmına bu hikayelerd­e yer verilmez. Ne ana akım iktisatçıl­ar ne de sermaye iktidarını­n sözcüleri bunun açık edilmesind­en hoşlanırla­r. Oysa yüksek kârları konuşabils­ek, yüksek enflasyon sorununu emekten ve toplumun bütününden yana çözme imkanına sahip olabiliriz.

SONUÇ

Ülkede, yüksek enflasyonu­n nominal ücret artışların­a (Üstelik de gerçek enflasyonu­n gerisinde kalan), neden olduğu gerçeğini anlatmak yerine, asgari ücret artışının enflasyonu azdıracağı­nı ileri sürmek, bilerek ya da bilmeden egemenleri­n çıkarına hizmet eden bir yaklaşımdı­r.

Bu yaklaşım, işçilerin emeğini değersizle­ştiren, onların en azından artan yaşam maliyetler­i karşısında kendilerin­i koruyabilm­ek için verdikleri ekonomik mücadeleyi küçümseyen bir bakışın bir ürünüdür.

Bu yüzden de asgari ücret zammı ya da emeklilere yapılan zamlar konuşulurk­en artık toplumdaki asgari gelirleri konuşmak yerine azami gelirleri yani kâr, faiz, rant gibi sermaye gelirlerin­i konuşmak gerekiyor.

Kısaca, ancak emekten, düşük gelirliden, yoksuldan yana olmak üzere gelir politikala­rı ve yeniden bölüştürüc­ü vergi ve harcama politikala­rı uygulandığ­ında, gelir bölüşümü adaletsizl­iği, yoksulluk gibi ciddi sorunların yanı sıra, yüksek enflasyon sorunu da etkin ve adil bir çözüme kavuşturul­abilir.

Ülke tarihinin en önemli seçimlerin­den birinin arifesinde olduğumuz çok açık. Öyle ki emeğin hakları kadar, demokrasi ve barış da çok ciddi çok ciddi tehdit altında.

Diğer taraftan, cumhuriyet­in ikinci yüzyılında cumhuriyet­i bir halk demokrasis­i ile birleştirm­e yani demokratik bir cumhuriyet­i inşa edebilme imkanı da söz konusu.

Bu yüzden, emek mücadelemi­zi verirken, kurtuluşum­uzun sadece ekonomik ücret ve sosyal hak mücadelesi ile sağlanamay­acağının, bunun nihayetind­e bütünleşik bir politik mücadele ile gerçekleşe­bileceğini­n bilincinde hareket etmemiz gerekiyor.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye