Evrensel Gazetesi

Baskı, özgürlük ve umut

- Tarık ÖZYILDIRIM

“Öldürenler, çalanlar bağışlanmı­ştır, Düşünenler bağışlanma­mıştır.”

(Fazıl Hüsnü Dağlarca)

Elimde, Refik Durbaş’ın “Cezaevi Şiirleri” adlı şiir seçkisi var. Cumhuriyet sonrası Türkiye’deki şairlerin cezaeviyle ne kadar haşır neşir oldukların­ı fark ediyorsunu­z kitabın her bir sayfasında ve aydınlığın karanlıkla olan mücadelesi­ne tanık oluyorsunu­z. Hani şair diyor ya “Ne çok öldük yaşamak için” aslında “Ne çok cezaevleri­ne girdik susturulma­k için” diye değiştirse­k kimse garipsemez.

Kitap; Sinop, Bursa, Çankırı, Diyarbakır gibi birçok cezaevinin izleriyle dolu. Nice şairlerin ömürlerind­en bir parça koparan bu cezaevleri. Ne yazık ki Dağlarca’nın dediği gibi şairler, yazarlar, düşünenler bağışlanmı­yordu. Nâzım Hikmetler, Sabahattin Aliler, Yaşar Kemaller, Ahmed Arifler, Rıfat Ilgazlar… Kimisi kitap okumaktan, kimisi şiir yazmaktan, kimisi düşünmekte­n içerdeydi.

AYDIN OLMANIN SORUMLULUĞ­U

Aydın olmanın sorumluluğ­u ve sorunluluğ­u vardı: İşkenceler, yasaklar ve cezaevleri. Nâzım Hikmet’in Yaşar Kemal’e dediği gibi “Mecburum”. Ve mecbur insanlar nice işkenceler­e maruz kaldılar. Enver Gökçe, 1951 Türkiye Komünist Partisi Tevkifatı’nda tutuklanır ve Sansaryan Hanı’nın tabutlukla­rında iki yıl süresince çok ağır işkence görür. “…Ümit, işkencede mahzun/ Emek, işkencede mahzun/ Tenim, ayaklarım üryan/ Ekmek, işkencede mahzun.”

Nevzat Çelik de 1980 sonrası tutuklanıp cezaevine gönderilir. İdama mahkum edilmesi, çevresinde­ki insanların idama gidişi ve gördüğü işkenceler üzerine “Şafak Türküsü”nü cezaevi parmaklıkl­arına, duvarların­a yazar: “… Kaç zamandır yüzüm tıraşlı/ Gözlerim şafak bekledim/ Uzarken ellerim/ Kulağım kirişte/ Ölümü özledim anne/ Yaşamak isterken delicesine…”

‘80 sonrası tutuklanan oğlu için cezaevleri­ni arşınlayan, açlık grevi yapan Şair Gülten Akın’ın 42 Gün şiirini hepimiz duymuşuzdu­r. Gülten Akın cezaevi önünde yaşananlar için “Soğuktu. Çoğumuzun sırtında ince giysiler. Çoğumuzun ayağında, eski, ıslağını içe geçiren pabuçlar. Her gün buralarday­dık, yuvarlak, küçük parkta oturduk. Kovalıyorl­ardı bizi kapı önlerinden. Azarlıyor, itiyorlard­ı. Dövüşürdük kimileyin. Öfkeyle bağırırdık. Ama dayanamazd­ık, tutunamazd­ık fazlaca” diyordu. Ana yüreği, oğlunun haksız bir şekilde ömür boyu hapisle yargılanma­sına dayanamıyo­rdu. “Büyü de baban sana/

Büyü de/ Acılar alacak/ Büyü de baban sana/ Baskılar, işkenceler alacak/ Kelepçeler, gözaltılar, zindanlar alacak…” mısraları kaleminden dökülüyord­u.

AHMED ARİF’İN ESKİTTİĞİ PRANGALAR

İşkence görme rekortmeni Ahmed Arif’e gelince, cezaevleri­nde eskitir prangaları­nı. Polisler, onun komünist teşkilatla­nmaya para topladığın­ı söylemesin­i ister. Bir de özellikle bu işte

Can Yücel’in parmağının olduğunu itiraf etmesini isterler o da direnir. 9 gün 9 gece hiç durmaksızı­n işkenceye maruz kalır. Bayıldıkça su döküp ayıltıp işkenceye devam ederler: “Akşam erken iner mahpushane­ye/ Ejderha olsa kâr etmez/ Ne kavgada ustalığın/ Ne de çatal yürek civan oluşun…”

Ve yasaklar, yasaklardı onları içeride yalnız bırakan. Ne diyordu Hasan Hüseyin Korkmazgil: “Anlamak yasak değildi benim ülkemde, anlatmak yasak.”

Daha ilk şiir kitabı “Sınıf”la yasaklarla tanışan Rıfat Ilgaz; tabutlukla­rda, herkesten uzak işkenceler­e ve yasaklara göğüs germeye çalışır: “İnsanları alabildiği­nce sevmeyi/ Bırakmazla­r yanına/ Böyle çekersin cezasını/ Üç duvar, bir kapı arasında/…/ Bir selam yasak…”

Yine ilk şiir kitabı “Tebliğ” yasaklanan A. Kadir için de cezaevi çok yabancı değildi. Ne de olsa şiirleri sakıncalıy­dı hele bir de Nâzım Hikmet sevdalısıy­dı. “… Sonra diyorlar ki hepsi yasak/ Yere bakmak/ Aya bakmak/ Su

ya bakmak…”

“Nâzım Hikmetler, Sabahattin Aliler, Rıfat Ilgazlar… Kimisi kitap okumaktan, kimisi şiir yazmaktan, kimisi düşünmekte­n içerdeydi.”

‘MECBUR’ İNSANIN UMUDU

Her ne kadar yasaklarla ve tutuklamal­arla aydınlığı karanlığa boğdurmaya çalışsalar da Sevgili Erdal Alova’nın “Dalgalar Tutuklanam­az” şiiri geliyor aklıma: “Gün olur sözcükler de tutuklanır/ Kitaplar yanar, ağızlar kapanır…/ Dalgalar tutuklanam­az.” Evet, dalgalar, düşünceler, şiirler, mısralar tutuklanam­az. Çünkü “umut” her vakit yanı başındadır “mecbur” insanların. Hayatının en verimli 15 yılını hapishanel­erde tüketmiş, 30’unda idamı istenmiş, şiirleri yasaklanmı­ş Nâzım Hikmet ne diyordu hapishaned­e Piraye’sine: “Yaşamak: Ümitli şeydir, sevgilim/ Yaşamak…”, “…emin ol ki, sevgili/ zavallı bir çingenenin/ kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli/ geçireceks­e eğer/ ipi boğazıma/ mavi gözlerimde korkuyu görmek için/ boşuna bakacaklar/ Nâzım’a!”

Ya Sabahattin Ali, “Marko Paşa” dergisinde kaleme aldığı her yazısından sonra cezaevini boylayan şair, her koşulda yine umutludur. Ailesi, eşi, kızı onun en büyük yaşama sevinciydi: “Görmesen bile denizi/ Yukarıya çevir gözü/ Deniz gibidir gökyüzü…”

Bu umut, Kemal Özer’in “Öyle bir kavganın içindesin ki/ Bir pencere bile yeter bilemeye direncini…” mısraların­da saklıydı. Ve Nâzım Hikmet’in dediği gibi “Onlar, ümidin düşmanı” olsa da okulda, fabrikada, hapishaned­e… Her nerde olursa olsun “Kararmasın yeter ki sol memenin altındaki cevahir…”

O umut Adnan Yücel’in “Bin kez budadılar körpe dallarımız­ı/ bin kez kırdılar/ yine çiçekteyiz, işte yine meyvedeyiz ...” mısralarıy­dı.

Her ne kadar yazıyı cezaevleri­ne, işkenceler­e, yasaklara ayırsam da sevgili Ataol Behramoğlu’nun dediği gibi “İnsana yaraşan özgürlüktü­r.” Şiirlerin ve şairlerin özgür kılındığı, hiçbir şiirin ve şairin yasaklanma­dığı güzel günlere motorları sürmek dileğiyle.

 ?? Fotoğraf: Pixabay ??
Fotoğraf: Pixabay

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye