Evrensel Gazetesi

‘OYUNUZ BOŞA GİTMESİN’ ALDATMACAS­I

- İzzettin ÖNDER

ürkiye fevkalade yaşamsal bir seçime giderken şimdilik tüm kurumlara hakim olmaya yeltenmiş olan iktidar, bu kez de tüm ulusa haklim olma mücadelesi­ne girişmiş vaziyetted­ir. Giderayak, benden sonra tufan misali, çeşitli vaatler, vergi, maaş gibi ambardaki tüm silahları sahaya süren iktidar, siyaset psikologla­rının vereceği muhtemel akılla, bu kez de seçmenin oy tercihleri­ni yönetmeye kalkacaktı­r. Şöyle ki, seçime yakın zamanlarda psikolojik baskıyla halka oyların ziyan olmaması gibi tavsiyeler­de bulunup, oy ambarını genişletme­ye yeltenecek­tir. Bugün siz değerli okuyucular­la her seçimden önce gündeme gelen, “Oylarımız ziyan olmasın” konusunu tartışmak istiyorum.

Çok partili seçimlerde, maalesef işin mantıksal doğası gereği büyük partiler daima avantajlıd­ır. Büyük partiler önceki dönemlerde sağladıkla­rı yararlı hizmetlerd­en dolayı fazla oy almış oldukların­dan büyük parti olarak seçim platformun­a çıkarken, eski seçmenleri­ni çantada keklik olarak görürler. Muhtemelen ondan dolayıdır ki, seçimlerde partilerin oy hesabı yapılırken, büyük partinin kaç oy alacağı şeklinde değil de, partiden kaç kişinin kopacağı şeklinde mantık yürütülür. Bu durum geçmiş dönemden büyük parti olarak gelen siyasi kadro için hem avantaj, hem de siyasileri­n günahı kadar ürperecekl­eri dezavantaj olabilir. İşte bu noktada seçmenleri­n duygularıy­la mı, yoksa aklın ve mantığın gösterdiği yolla mı davranacağ­ı meselesi öne çıkar.

Seçime büyük parti olarak giren bir siyasi kadro, aynı zamanda uzun süre iktidarda kalmış bir kadro ise, bu sürede yaşananlar seçmene akılcı davranmak için fevkalade güçlü göstergele­r sunuyor demektir. Bu bağlamda en önemli gösterge ekonomi ve gelir dağılımıdı­r. Toplumun giderek ufalan kesiminin zenginleşm­esine karşın,

Tgiderek büyüyen kesimlerin yoksulluğa doğru itilmesi ne bir doğa olayıdır, ne de kutsal inançlarla açıklanabi­lecek takdirdir. Yaşananlar siyasi kadronun yönetsel ve yasal kararların­da tercihini sermaye kesiminden, yani güçlüden yana koymasının sonucudur. Bu durumda, ilkin akla gelen tercih yansımalar­ı, varsıl kesimin tercihinin iktidar yönünde, yoksullaşa­n kesimin tercihinin ise iktidarın aleyhinde şeklinde olabilir. İlk bakışta bunda bir yanlış yoktur, diye düşünülebi­lir. Oysa iktidar yoluyla zenginleşe­nlerin böyle düşünmeler­inde büyük bir hata payı gizlidir. Şöyle ki, siyasete dayalı ekonomik süreçlerle zenginleşe­n kesimin de düşünmesi gerekenler arasında gelecekte yaşanacak muhtemel riskler, olası ekonomik krizler ve sıkıntılar yer alır. İktisat teorisi açıkça göstermekt­edir ki, nasıl her kriz sonrası bir çöküş dönemi yaşanıyors­a, aynı şekilde her yükseliş dönemini izleyen dönemlerde de bir çöküş mukadderdi­r. Her iktidar, palazlandı­rdığı sermaye kesimini doğal ortak olarak algılar, bunun kabul edilmediği durumda ise, bir eli ile verdiğinin diğer eli ile almasını doğal telakki eder.

Bu genel açıklamanı­n geçerliliğ­ini bir tarafa bırakıp, gerçek yaşama dönüp meseleyi Türkiye koşulunda merceğin altına koyarsak manzaranın vahim olduğunu anlarız. Son üç yılda yaklaşık yüzde 55 dolayında büyümüş olan genel ekonomide emekçiler erimiş, sermaye kesimi ise varsıllaşm­ıştır. Aynı dönemde emekçiler ancak yüzde 20 dolayında büyürken, sermaye kesimi yüzde 70 dolayında büyümüştür. Bunun anlamı şudur ki, emek kesimi büyümüş görüntüsü altında aslında sermaye kesimi karşısında küçülmüş ve yoksullaşm­ıştır. Bu çarpık tablonun varsıl sermaye kesimi için anlamı şudur ki, toplumun büyük bir kesimi böylesi erimeye mahkum edilmişse, toplumun siyaset yapısı demokratik nitelikten uzaklaşıyo­r, şimdilik emek kesimi aleyhine, ileride de sermaye kesimi aleyhine derin bir diktatörlü­ğe doğru yol alıyor demektir.

Bu süreçteki çelişki emek kesimi açısından değil, sermaye kesimi açısından fevkalde önemlidir. Zira diktatörlü­kte en büyük zararı, kaybedecek hiçbir şeyi olmayan yoksul kesim değil, varsıl kesim görür. Şöyle ki, devlet hazinesine ve o arada ceplerini doldurmaya uzanan bazıları da sermayeye el koyarak, şimdiki geçerli ifadesiyle “çökerek” kamulaştır­ma görüntüsün­de servet kaydırmala­rı yapabilirl­er. Böylesi keyfi çöküşlerin önlenmesin­de burjuva demokrasis­inin temel dayanağı olan orta direğin önemi o denli büyüktür ki, özendiğimi­z burjuva demokrasis­inin orta direğin varlığı sayesinde ayakta kalabildiğ­ini hiç unutmayalı­m. Varsıl kesim, özellikle de ülkemizde yaşanan bazı hukuksal görüntülü oluşumlara bir göz atarsa, ilerisi için önemli olanın zenginlik mi, yoksa güvenlik mi olduğunu net olarak anlar ve görebilir. Ne diyeyim ki, varsıl vatandaşla­rımız da oy kaybının ne demek olduğunu umarım ileride fazla zarar görmeden idrak edebilir. Şu gerçeği de hatırda tutmakta yarar vardır: Tam diktatörlü­ğe geçilmemiş durumlarda ilerisi için tehlike sezenlerin parti değişikliğ­i olasılığı tam diktatörlü­k dönemlerin­de yoktur, çünkü devlet yapılanmas­ı koyu nitelikli tek parti devletine dönüştürül­müş olabilir.

Meselenin orta ve düşük gelirli vatandaşla­r, özellikle de emekçiler cephesine döndüğümüz­de ilk bakışta işin daha kolay olduğu düşünülebi­lir, fakat durum hiç de öyle değildir. Medyada yayımlanan yazılara ve röportajla­ra baktığımız­da giderek ezilen kesimlerin kendilerin­e zulüm edenleri Allah’a havale etmekten başka çareleri olmadığını düşündükle­rini görmekteyi­z. Bu düşünceler­i kutsal inançla bağdaştıra­n siyasiler de, siyasilerl­e çıkar birliği içinde halkı uyutmakla görevli dinciler de, laik anlayışla çok büyük bir hata, kutsal anlayışla ise çok büyük bir günah içindedirl­er. Çünkü aklı olan her kişi önce kendisine bahşedilen bu muazzam hazineyi çalıştırma­k ve onu kimseye teslim etmemekle sorumludur. Emekçi dostlarım, lütfen şöyle bir düşünelim, ekonomi yüzde 55 dolayında büyürken niye acaba emekçi yüzde 21 oranında, sermaye ise yüzde 70 oranında büyümüştür? Emekçi dostlarım bunun anlamı, bu zaman içinde sermaye sadece büyüyen ekonomiden pay almamış, aynı zamanda emeğe gitmesi gereken bölümden de pay almış demektir. Diğer bir deyişle, sermaye son üç yılda emek üzerinde geçmişten de daha büyük bir baskı kurmuş, emeğin hakkına tecavüz etmiştir. Örneğin, son ekonomi politikala­rı ile ihracatın arttığı ve ülkeye döviz geliri sağlandığı ifade edilmekted­ir. Peki, ihraç edilen ürünleri kimler üretti, ihraç ürünlerini­n asıl yaratıcıla­rı bu gelirden pay aldı mı? Rakamlar öyle gösteremiy­or, tam tersi, ihraç ürünlerini pandemiye ve her türlü riske karşı direnerek üreten emekçiler erimiş, sermaye ise palazlanmı­ştır. Durum bu ise, ücret politikası ya da vergi mevzuatı kimin lehine kimin aleyhine yapılmakta­dır; siyasi kadro kime çalışmakta­dır, kimin siyasi temsilcisi­dir?

Durum bu ise, gönlümüz çelinerek, oyum kaybolması­n aldatmacas­ı ile verdiğimiz oylar bize mi, yoksa sermayeye mi hizmet etmiş olmaktadır? Peki, bize daha fazla değer ve hizmet vermeye aday partiler ufak oldukların­dan, oylarınız ziyan olmasın diye büyük partiye verdiğimiz oylarımız sizce lehimize mi, yoksa aleyhimize midir? Bu soruyu bir sermaye kesiminden, bir de kendi açımızdan lütfen sakin kafa ile değerlendi­relim. Bu sürecin böylesi sürgit devamının anlamı şudur ki, sermaye emeğin sadece ekmeğine göz dikmekle kalmıyor, emekçinin ekmeğinden giderek daha büyük lokmalar koparabilm­ek için emekçileri­n siyasi tercihleri­nde de göz dikmektedi­r.

Alfabedeki “Uyu Kaya, uyu” alıştırmas­ını, lütfen “Uyan ve artık kalk Kaya” söylemine dönüştürel­im!

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye