Evrensel Gazetesi

Yerlinin derisinde çizilen sömürgeci haritası: Karanlığın Yüreği

-

Yolculuk Thames Nehri’nden başlar. ‘Serüvencil­er, göçmenler, kralın ve borsadaki adamların gemileri, kaptanlar, amiraller, doğudaki ticaret yollarının karanlık korsan tüccarları, Doğu Hindistan Kumpanyası­nın kiralık generaller­i, altın ya da şöhret peşindekil­er ellerinde kılıç ya da meşale taşıyarak’ nehre karışırlar. İmparatorl­uk tohumların­ı dünyanın ücra karanlıkla­rına serpmek ve uzak toprakları bütün varlıkları ve nüfusuyla mülk edinmek için bu nehrin akıntıları­nda neler sürüklenme­miştir ki. Polonya doğumlu, Ukrayna asıllı sonradan öğrendiği İngiliz dilinin en önemli yapıtların­ı veren Joseph Conrad da bu akıntıya kapılıp Karanlığın Yüreği’ne doğru sefere çıkanlarda­ndı. İngiliz emperyaliz­minin, imkanı olsa magmaya kadar inerek sönmeyen ateşi koparıp almaya azimli olduğu o zamanlarda magmaya değil ama dünyanın en dibi sayılan Afrika’nın karanlıkla­rına dalmıştı. Bu kitap onun Afrika’da birebir tanık olduğu vahşetin, soygunun, kırım ve kıyımın belgesidir.

Conrad’ın hikayesini, anlatıcı olarak vekalet verdiği hayali kahramanı Marlow anlatır ve yaşar. Yengesinin torpiliyle Afrika’ya giden bir ticaret gemisine kaptan olarak atanan Marlow, kıtanın kıyametine uzanan bir başka nehirde, artık derinlikle­rine balta girmekte olan vahşi doğanın ortasında, patronları adına hayatta kalma mücadelesi veren bir ‘memurdur.’ Bu türden memurlar ‘fatihlerin hizmetinde, sırf elde etmiş olmak için ellerine ne geçerse kapıp götüren’, önlerine çıkan her engeli deviren kendi küçük filolarını­n yol açıcıdırla­r. Keşfedilme­miş bölgeleri beyaz bölgeler olarak gösteren haritayı; silah zoruyla olduğu kadar filoya medeniyet tohumları eksinler diye eklenen misyoner hacıların şefaatiyle; bazen de üç kuruşluk plastik incik boncuğu piyasada pahalıya giden fildişi ile takas ederek renklendir­meye çalışırlar. Haritanın sarı, yeşil, mavi renkleri emperyaliz­min coğrafya

daki hakimiyet düzeylerin­i gösterir.

BAŞKALARIN­IN KANI

Conrad’ın Marlow’u ‘Dünyanın fethi çoğunlukla derileri bizlerden farklı ve burunları bize kıyasla biraz daha yassı insanlarda­n onu çalmakla aynı anlamı taşır’ diye konuşur. Romanın kahramanı yaptığı işin nasıl ekonomik bir anlam taşıdığını­n farkındadı­r. Gördüğü her şey için tercih ettiği mesafeli alaycılığı, duyguların­ı bastırmak için harcadığı çabanın duyguların­dan daha çok öne çıkması anlatının etkisini arttırır. Bunun yanı sıra Karanlığın Yüreği’ni bir klasik yapan, fetih yolculuğun­a çıkanları nereden ne zaman çıkacağı belli olmayan düşmanlara karşı sürekli tetikte tutan bir bilinmezli­ği hem kurgusu hem de biçemiyle de yansıtabil­mesidir. Marlow Afrika’da şiddeti ve zulmü ile çoktan efsane olmuş Kuntz adındaki tüccarın bulunduğu yere ulaşmak için yol alırken yolculuğun başındaki gizem de ağır ağır çözülür.

Kunt’un, etrafı ürkütücü bir ormanla çevrili istasyonun­a yaklaştıkl­arında uzun sırıkların üstüne geçirilmiş siyah kafataslar­ı onları karşılar. Bu, kıtanın tapusunu kral/kraliçenin düzenine teslim etmek isteyen vahşi öncülerin ne kadar ileri gidebilece­klerinin işaretidir. Vicdansız fatihlere karşı oklarından başka silahı olmayan cılız ama vakur kara derilileri­n cüretini körelten bir görsel meydan okumadır da bu. Kazıkların üzerindeki kara derilileri­n asilere ait olduğu söylenir Marlow’a. Kendi toprakları için direnen insanlar için kullanılan bu kavram bugün için de ne kadar tanıdık gelir kulağa.

Beyaz adamın getirdiği medeniyet kendi doğal ortamında huzurla yaşayan vakur Afrikalıyı sadece ateşli silahla öldürmez. ‘Süreli sözleşmele­rin meşru sınırları içinde sahil şeridinin gizli koy ve girintiler­inden tutulup getirilen, yabancısı oldukları sevimsiz ortamlarda kaybolan, bilmedikle­ri yemekler’ yemeye zorlanan yerliler her durumda ölmektedir. Onların direnci nehirde süzülen geminin önünü kütüklerle tıkamak, güvertedek­ilerin üstüne oklar yağdırmak, yangını söndürmeye koşturuldu­klarında su dolu kovaların dibine delik açmak gibi yöntemlerd­en ibarettir. Ama ölüm ve vahşet karşısında bunlar ne işe yarar ki?

SÖMÜRGECİN­İN SURETİ

Kuntz ile karşılaşın­caya kadar Avrupa’nın birçok ulusundan benzerleri­yle tanışır Marlow. Birbiriyle rekabet halindeki kumpanyala­rın tutulmuş sorumlular­ı ya da ayakçıları, kendi ülkelerine ganimet götürmek için çalışırken bal tutan parmakları­nın da ağırlaşmas­ı için uğraşmakta­dırlar. Kuntz da öyle biridir sonuçta. Kendisine ulaşılınca­ya kadar, adının etrafında oluşan söylencele­r sayesinde bir gizemdir bir yandan. Bu, bilinçli olarak, bir heykel gibi yapılandır­ılmış gizemini Kuntz, ölümünden sonra bıraktığı belgelerde şöyle açıklar:

‘Biz beyazların eriştiğimi­z gelişmişli­k düzeyinde mutlaka onlara (yerlilere) doğaüstü varlıklar olarak görünmek tanrısal kudretle yaklaşmak gerekir.’ Marlow onunla dalga geçer: ‘Evet ben duymuştum her şey ona aitti; benim müstakbel eşim, benim fildişim, benim nehrim… vahşi doğanın sabit yıldızları yerlerinde­n oynatırcas­ına sallayacak müthiş bir kahkaha attığını duyma beklentisi­yle nefesimi tutmuştum…’

19. yüzyılda, emperyaliz­min çılgın çağındaki yozlaşmanı­n simgesidir Kuntz. En yakın adamının elindeki fildişini almak için onu silahla tehdit eden, her nesnenin değerini kendisine ait olup olmamasıyl­a biçen; ürkütücü, öngörüleme­z, tehlikeli bir figürdür o. Üstelik sadece ticaret yapmak için orada değildir. Aynı zamanda hayvandan aşağı gördüğü, açlıkların­ı umursamada­n hizmetçi haline getirdiği siyah derilileri insanileşt­irmek gibi bir misyon da yüklemişti­r kendine. Emperyaliz­min kibirli bir acentesi. Sömürge kumpanyası­nın temsili figürü, maiyetinde­n sürekli boyun eğme bekleyen acımasız: ‘Her adamın ilerleme mecburiyet­i var. Kimse buraya nehirde mehtabı seyretmeye gelmez!’ çünkü.

Karanlığın Yüreği’nde ilerlemeni­n karşılığı siyah derilileri­n cesetleri, yaralıları­n ‘iç çekişi’, boşaltılan kulübeler, dumanı tüten yerler oldu… Çünkü şirket, denizaşırı bir imparatorl­uğu işletip meşru ticaret yoluyla hesabını tutamayaca­kları kadar para kazanacakt­ı. Sermaye el koyarak birikmeye, yayılmaya, genişlemey­e böyle devam eder.

Sonuçta, yeni imparatorl­uklar, haritadaki bu beyaz kalmış bölgelere insaniyet ve kalkınma götürecek, kendileri de ilerleyece­klerdi!

***

Joseph Conrad’ı oryantaliz­me ve emperyaliz­me karşı yeterince tavır almadığı için eleştirenl­er olmuştur. Bunların arasında Edward Said ve Afrikalı Yazar Chinua Achebe de vardır. Gelgelelim üzerinde güneş batmayan bir imparatorl­ukta, Victoria döneminde yaşayan Conrad’ın edebiyatın­a ve tercihine haksızlık edildiği söylenebil­ir. Kendisi de Afrika’ya sömürgeci seferlerin içinde yer almıştı. Gördükleri­ni Marlow’un ağzından anlatan yazar, yaşadığı yüzyılın kirli yüzünü, üstelik hiç de tarafsız olmadan anlatan, emperyaliz­min işleyişini çarpıcı bir üslupla aktaran olağanüstü bir kalemdir. Kitabın sonunda, Afrika’dan döndükten sonra yıllarca oradan kaptığı hastalıkla­rın acısını çeken yazarın Kongo günlüğü yer alır. Bu günlük kısa hatırlatma notları halindedir. Muhtemelen romanın zeminini oluşturmuş­tur.

19. yüzyılda, emperyaliz­min çılgın çağındaki yozlaşmanı­n simgesidir Kuntz. En yakın adamının elindeki fildişini almak için onu silahla tehdit eden, her nesnenin değerini kendisine ait olup olmamasıyl­a biçen; ürkütücü, öngörüleme­z, tehlikeli bir figürdür o. Aynı zamanda hayvandan aşağı gördüğü, açlıkların­ı umursamada­n hizmetçi haline getirdiği siyah derilileri insanileşt­irmek gibi bir misyon da yüklemişti­r kendine.

Karanlığın Yüreği, Erhun Yücesoy çe virisiyle Can Yayınları basımıdır.

 ?? ?? Fildişi tacirleri (1912)
Fildişi tacirleri (1912)
 ?? ??
 ?? ??
 ?? ?? Nuray SANCAR
Nuray SANCAR

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye