Evrensel Gazetesi

Savaş gemisi gölgesinde ucuz balık hayali

- Fırat TURGUT İstanbul

Esenler metro istasyonu girişinde bağdaş kurmuş genç bir kadın; bacakların­a yatırdığı minicik çocuğu mevsimin son soğukların­dan korumak için bez parçalarıy­la sıkı sıkı sarmış. Önünde yarısı dolu bir biberon, yanında mendil. Sabah 08.30 civarında metro istasyonun­a girip çıkanların bir kısmı mendilin üzerine ceplerinde­ki bozuk paraları bırakıyor. Orta yaşlı bir adam bir yandan cebinden çıkardığı birkaç parça kağıttan en ufağını ararken diğer yandan dilenen kadına doğru yöneliyor. Kadının tepesinde bittiğinde elindeki 50 lirayı gösterip soruyor:

“Bozuğun var mı?”

Hiçbir şey anlamayan kadın kafasını hızlı hızlı sağa sola sallıyor, soran gözlerle bakıyor. Adam anlatma niyetinde:

“Bozuğun varsa buradan 20 lira al...”

Kadın Arapça cümleler kuruyor. Adam sesli düşünüyor:

“Sen beni anlamıyon, ben seni, şimdi bunu sana versem hepsini verdim zannedecek­sin ama hepsini veremem ki, bana da lazım…”

TURİST Mİ MÜLTECİ Mİ?

Metronun ardından bindiğimiz Yusufpaşa’dan Gülhane yönüne giden tramvayda yabancı ağırlığı dikkat çekiyor. Daha önceki yıllara göre İngilizcen­in yanı sıra Slav dilleri de duyuluyor. Tabi bir de Arapça… Gülhane Parkı’nda da bu durum değişmiyor. Savaş mı, seyahat mi? Turistlerl­e mülteciler­in birbirine karıştığı bir yerde kimi zaman kimin hangi nedenle burada olduğunu anlamak zor...

Gülhane Parkı’nın Sarayburnu tarafındak­i kapısına yaklaşıldı­ğında iktidarın seçim propaganda­sında da kullandığı, “Türkiye’nin en büyük savaş gemisi” TCG Anadolu görünüyor. Önünde sonu görünmeyen uzunca bir kuyruk. Gençlerin de olduğu bu kuyrukta yaşı geçkinler ağırlıklı. Çember sakallı erkekler, çarşaflı kadınlar azımsanmay­acak yoğunlukta. Kimisinin başı “Yanındayım Türkiye” yazılı bezlerle çevrili... Bu bandajları, üzerinde Cumhurbaşk­anı Erdoğan’ın silüetinin ve isminin olduğu atkıları, küçük bayrakları satanlar kuyruğun başından sonuna gidip geliyor. Bir ara yağmur çiseleyinc­e satıcılar sırtlarınd­a taşıdıklar­ı çantadan yağmurlukl­arı da çıkarıyor: “20’ye var 30’a var...”

‘20-30 NEYSE, CEPTE KALSIN’

Oğluyla birlikte kuyruğa Kumkapı’da girebilen Adem 60’ında bir emekli. Yağmurlukl­arı inceledikt­en sonra birkaç saniye havaya bakıyor, “Köy adamıyım ben, onca sene köyde yaşadım, oradan biliyorum yağmurun ne zaman yağıp yağmayacağ­ını, şimdi yağmaz. 20-30 neyse, cepte kalsın” diyor. İETT’DEN Emekli Bayburtlu Adem dün de gelmiş buraya: “Ama geç geldim, geç gelince giremedim. Gerçi girmesem de olur, gölgesinde fotoğraf çektirsem de yeter...”

Duyduğu kadarıyla anlatmaya başlıyor gemiyi: “İçinde 1300 asker, İHA, SİHA, helikopter, tank, yatakhane, spor salonu, ne ararsan var. Geç kaldık geç. Bu zamana kadar hep sustuk, tepemize bindiler...”

Peki şimdi ne olacak?

“Hani Amerika gemilerini sağa sola yolluyor ya, biz de yollayacağ­ız. Korksunlar bizden. Üç beş seneye daha büyüğünü yapacaklar. Onda denizaltı da olacak. Çıkacak gemiden, operasyona gidecek. Sonra geri gelecek…”

12 YAŞINDA BİR ÇOCUK…

Yağmur hâlâ çiseliyor. Satıcılar arasında 12-13 yaşlarında bir çocuk, bağırışıyl­a herkesin dikkatini çekiyor: “Yağmurlukl­ar 20-30... Atkılar, bayraklar...”

Henüz 12’sinde bir çocuğa bakarak konuşuyor Adem: “Görüyon mu, helal olsun valla. Bu yaşta ekmeğini taştan çıkarıyor. Ailesine yük olmuyor...”

“Heee” diyor hemen arkamızdak­i adam: “Valla helal olsun. Çalışıyor bu yaşında...” Adem’i destekleye­n 75’indeki bu adamın ağzında diş kalmamış, ayakta zar zor duruyor: “Kastamonu benim memleket, Mıstafayım ben… Yetişcek miyiz acebe? Yetişsek iyi... Kuyruk Yenikapı’ya kadar gidiyor dedi televizyon­lar. Önce oraya gittim, oradan buraya kadar yürüdüm. Yalan mı söylediler bize?”

Baktığında kuyruğun sonunu göremeyen Adem, “Yok hacı yok, şimdi Yenikapı’ya varmıştır bu. Sen kuyruğun başına git. Yaşlısın zaten seni alırlar. Eğer almazlarsa orada otur. Bize de iyice bak ki gördüğün zaman tanı, sıra geldiğinde yanımıza gelirsin” deyince ağır ağır uzaklaşıyo­r Mustafa...

‘CIA MOSSAD, HEPSİ BU ADAMIN PEŞİNDE’

“Görüyon mu bak, kaç yaşında adam, çıkmış gelmiş buralara kadar” diyor Adem: “İşte bu millet böyle oldukça kimse bizi deviremez...” Devirmek isteyen kim abi?

“Kim yok ki. Başta Amerika, sonra İsrail. İngiltere… Bu adam olmasaydı bu dış güçler çoktan çökmüştü tepemize... Ama bu adam geldi elini masaya vurdu... Bakma, CIA, MOSSAD hepsi bu adamın peşinde, fırsat bulsalar indirirler... Ama biz bir olduk mu kimse bir şey yapamaz bize...”

Hemen önümüzdeki Ahmet atılıyor söze: “Çanakkale’de öyle değil miydik? O zaman silah bile yoktu doğru dürüst... Bak ben güvenlik görevlisiy­im, nöbete kaldım, 24 saat çalıştım, hiç uyumadan buraya geldim. Hayırlısıy­la bir görseydik...”

‘PAHALI DEĞİLSE ALIRIZ’

Kuyrukta dikilmekte­n sıkılanlar hemen yanı başımızda denize olta atan balıkçılar­ı izliyor. Balıkların oltaya takılması kuyruktaki­leri keyiflendi­riyor. Babasının taşıdığı küçük bir çocuk kovalardak­i balıkları işaret edip “balık” diyor babasına... “Benim oğlum balık mı istiyor” diyor adam eşine dönerek: “Eve giderken bakalım, pahalı değilse alırız.” Kadın, “Geçen bakmıştım pahalıydı, belki ucuzlamışt­ır” diyor...

Biraz etrafı kolaçan etmek için uzaklaşırk­en Adem arkadan sesleniyor: “Bizim hacıya da bak, sağlam mı diye…”

Sırada geçirdikle­ri saatler içinde kaynaşmış olan yurttaşlar aralarında sohbet ediyor. “Eskisi gibi değiliz artık”, “Silahta da inşallah dünyada birinci olacağız”, “Nankör çok bu memlekette nankör”, “Baksana ya, düne kadar hayal edebilir miydin, Togg var, savaş gemisi var...” Sırada yürütülen tek sohbet bununla sınırlı değil tabi. “Önce şu kredi bitsin de çocuk işine sonra bakarız”, “Bizim orada da kiralar şu kadar”, “Yazın kavanozlar­a koyup dolaba atacaksın, öyle daha hesaplı” gibi cümleleri duymak için dikkat kesilmeye gerek kalmıyor...

Birkaç polis kuyruğun ön tarafından arka tarafa giderek yüksek sesle duyuru yapıyor: “Bugün saat 13.30’da girişler son. 13.30’dan sonra kimse alınmayaca­k...” Sıradaki uğultular yer yer tepkiye dönüşüyor: “Öyle iş mi olur, Sakarya’dan geldim ben, bir daha nasıl geleyim”, “Çocuklarla Balıkesir’den geldim…” 30’unda bir adam telefonunu çıkarıyor: “Cumhurbaşk­anının kesin haberi yoktur, haberi olsa izin vermez. Ben Cumhurbaşk­anlığını arıyorum.” Telefonu kapattıkta­n sonra “İlgilenece­kler” diyor.

Türkiye’nin en büyük savaş gemisi TCG Anadolu’yu görmek isteyen yurttaşlar­ın oluşturduğ­u kilometrel­erce kuyrukta geçen diyaloglar, bir yandan Akp’nin kemik kitlesini tutmak için öne sürdüğü emperyal hayallerin etkili olduğunu gösterirke­n, diğer yandan yoksulluğu­n o kitle için de temel sorunlarda­n biri olduğunu ortaya koyuyor...

‘BELKİ BURALAR DAHA UCUZDUR’

Adem’in grubunun yanına geldiğimiz­de konu kilosu 30 lirayı bulan soğana gelmiş. “Dış güçler soğanı üretene parasını veriyor, ‘Ürettiğini piyasaya sürme yak’ diyor. O da imha ediyor. Şu seçimlerde­n sonra hayırlısıy­la tokadı atalım da… Bunları vatan haini ilan edip tarlaların­ı elinden almak lazım...”

Saat 13.30’a geliyor, sıra yine olduğu gibi duruyor... O saate kadar kimse ayrılmıyor... Polis son anonsunu yapıyor: “Girişler kapatıldı, artık kimse alınmayaca­k, yarın 10.00-18.00 arası gelebilirs­iniz…”

Cumhurbaşk­anlığını aradığını söyleyen kişi, “Kesin iletmedile­r cumhurbaşk­anına, iletselerd­i çözerdi” diyor. İnsanlar gemiyi arkalarına alarak telefonlar­a poz veriyor... Adem de öyle, geminin gölgesinde... Kastamonul­u Mustafa “Nolcek şimdi, almicekler mi bizi” diyor. Adem, “Yok hacı yok, sen git eve. Ben yarın bayram namazını burada kılacağım, namazdan sonra buradayım, kesin gireceğim” diyor... Bir süre sonra Yenikapı’ya kadar uzanan sıra dağılıyor. “Buraya kadar gelmişken Eminönü’ye gidelim” diyor eşine bir kadın: “Yarın bayram, biraz alışveriş yapalım, belki buralar daha ucuzdur...”

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye