Ben sana üye olmazsın demedim, sözleşme yapamazsın dedim
İşçilerin sendikalaşma hakkı hem Anayasa’nın 51. maddesin de hem de İş Kanunu’nda yer alır. Yasalara göre işçilerin sen dika hakkı vardır ancak pratikte bu hakkı kullanmak pek de kolay de ğildir. AKP iktidarının seçim dönem lerinde de sık sık gündeme getirdiği “İki sendikaya birden üye olabilirsi niz” sözü yalan değil. İşçi bugün iki sendikaya üye olabilir hatta yeni bir sendika bile kurabilir ama sözleşme yapılabilir mi, işte orası biraz zor...
Öncelikle işçinin üyesi olduğu sen dikanın yüzde 1’lik iş kolu barajını aş mış olması gerekir. Aşmamışsa söz leşme yetkisine sahip değildir. Bu da yetmezmiş gibi bir de yüzde 50’li iş yeri barajı vardır. Bunu aşmak da epey zorludur. İşçi Anayasa’da yer alan bu hakkını kullanabilmek için çoğu zaman adeta “yer altı örgütleri” gibi gizlice örgütlenir. Önce en fazla güvendiğine söyleyerek güvenilir hal kalar kurar. Bu patron tarafından du yulur duyulmaz işçiler “ikna odaları na” alınırlar, baskıyla karşılaşırlar.
TRAJİKOMİK BİR SÜREÇ
Diyelim ki işçi her türlü baskıyı aştı, birliğini korudu... O zaman bu hakkını kullanmaya yaklaşır ama bu da yeterli değildir. Zira dünyada ya sal bir hakkın kullanılmasının bu ka dar zor olduğu ender ülkeler arasın da bulunan Türkiye’de patronların itiraz hakkı vardır. İşte bu kısım ise trajikomiktir.
Şöyle ki; iş yerinin çalışan sayısı SGK’DE kayıtlı bulunur. Sendikalara yetkiyi de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verir. Yetki şartı ise iş ye rinde çalışan sayısının yarısından bir fazlasının sendika üyesi olmasıdır. Örneğin Bakanlık “İş yerinde 400 kişi çalışmakta, yetki alabilmeniz için 201 üyenizin olması gerekir” der. Yapılan her üyelik Bakanlığa otomatik olarak yansır. Ve Bakanlığın kıstaslarına ula şıldığında başvuru yapılır, Bakanlık da hem sendikaya hem de patrona çalışanların çoğunun sendikaya üye olduğuna ilişkin belgeyi gönderir.
Bakanlık aynı zamanda patronlara itiraz etme hakkı tanır. Patronlar da genelde birtakım hileler ve asılsız id dialarla çoğunluğun sağlanamadığını iddia eder. Böylelikle sendikanın ço ğunluğu ispat etmesi gereken akılla ra zarar bir yargı süreci başlar. Ba kanlık ise yargı karar verinceye ka dar sendikanın yetkisini askıya alır. Hiçbir yasal dayanağı olmayan bu uygulama deyim yerindeyse yetki gasbıdır. Ve özünde işçilerin yılması nı hedefleyen bir süreçtir.
AKP iktidarının seçim dönemlerinde sık sık kullandığı “İki sendikaya birden üye olabilirsiniz” sözü doğru. İşçiler bugün iki sendikaya üye olabilir ancak toplu sözleşme yapabilmelerine; baskılar, işten atmalar, iş kolu değişikliği, yetki itirazları gibi yollarla fiilen izin verilmiyor. İşçiler 1 Mayıs’a giderken sendikalaşmanın önündeki engellerin kaldırılması talebinin de önemli olduğunu söylüyor.
‘BAS PARAYI İŞLE SUÇU’
İşte ülkemizde anayasal bir hak olan sendikalı olmak bu kadar zor dur, çetrefillidir. Elbette bu zorlukla rı aşan bir dolu fabrika vardır, sihirli sözcük ise birliktir. Birlik olan işçiler tüm bu ayak oyunlarını aşmış ve ba şarmıştır. Yetkiye itiraz davaları uzun sürse de yüzde 99 oranında sendikaların lehine sonuçlanır. Ser maye ve iktidarlarının işçilere karşı bu oyununu gören ve birliği ile fiilen mücadele eden işçiler kazanmıştır ama dava sonucunu beklemeye giri şilen yerlerde ise maalesef işçiler kaybetmektedir.
Sendikalı olma çabasının olduğu neredeyse her iş yerinde bir ya da birden fazla işçi işinden atılır. Ne yazık ki her iş kolunda tablo bu şe kildedir. Üstelik işten atılan işçilerin neredeyse yüzde 100’ünün işe iade sine karar verilmesine rağmen... As lında “garip” olan ise anayasal hak kını kullanan işçileri işten atan pat ronların yasalara aykırı hareket et melerinin engellenmemesidir. Pat ronların cezalandırılması adına ya pılan ise ufak miktarlarda para ce zalarıyla sınırlıdır. Özetle “Bas pa rayı işle suçu” sistemi...
‘SENDİKA NEDİR BİLMİYORDUM’
Tüm bu süreci baştan sona yaşa yan işçilerden biri Veysel İlkılıç. Bit lis’ten İstanbul’a ekmek davası için göç ettiğinde 24 yaşındadır. Veysel İstanbul Ambarlı’da Kumport Li manında işe başladıktan bir süre sonra diğer arkadaşları gibi kötü ça lışma koşullarından rahatsızlığını arkadaşları ile paylaşmış ve çözüm yolları aramıştır.
2012 yılında sendikalaşmaya karar verdiklerinde ilk adımı atanlardan biridir Veysel. “Çalışma koşullarımız ağırdı ve sık sık iş kazaları oluyordu. Ayrıca ücretlerimiz de düşüktü, ben o zaman sendika nedir bilmiyordum ama arkadaşlar ilk bahsettiğinde araştırdım, sordum soruşturdum ve üye olmanın en mantıklısı olduğunu anladım” diyor.
Sendikalaşmanın anayasal bir hak olduğunu öğrendiklerinde bu hakla rını kullanmak istediklerini, Li man-İş’e üye olduklarını anlatıyor: “Bir taraftan deneyimi olan arkadaş lar ‘Dikkatli olmalıyız, patron duy masın’ derken biz de ‘Ya bu ne kor ku, duysa ne olacak’ diyorduk. O za man üyelikler noterde yapılıyordu ve baya bir ilerleme sağlandı. Patron du yunca bizim genel müdür bizzat sa haya indi, tehditler, ikna çabaları, rüşvetler havada uçuştu. Yüzümüze bakmayan müdür bir anda sahadan çıkmaz oldu. Tek tek bizi odaya çağı rıyorlar, ‘Sendika liste verdi, sizi sattı’ diye vazgeçirmeye çalışıyorlar. Baktı lar olmuyor, o zaman 117 kişiyi bir den işten attılar. Daha sonra 8 opera tör atıldı, 7 puantör atıldı, 20 de pa buççu atıldı. 2013’ün ilk aylarında ka ra kışta kapı önünde direnmeye baş ladık. Yaklaşık 200 kişi işten atıldı.”
İlk başta “Bunlar Anayasa’yı çiğ nedi, yargılanmaları lazım” diye dü şündüğünü söylüyor Veysel: “Ama bir baktık adamlara dokunulacağına ‘Limana giremezsiniz’ diye bizim önümüze polisi diktiler. Dayak ye dik, itildik kakıldık. Ha davamızdan vazgeçmedik ve sendikal tazminatlar da dahil haklarımızı aldık...”
‘BİRLİK OLANLAR HÂLÂ ÇALIŞIYOR’
Veysel Kumport sürecinin kendisi ne kazandırdığı deneyimi şöyle anla tıyor: “O zaman 650 kişi çalışıyordu. Atılanların yerine yeni alınanları da üye yaptık. Toplamda 550 kişiyi üye yaptık ama bir yandan da işçi istifa ediyordu. Patron o dönem ortalama 1000 TL zam yaptı ücretlere. Bu ra kam o zaman iyi paraydı. Ondan sonra birbirini satanlar, müdüre gammazlayanlar da atıldılar. Yani yalakalık da fayda etmedi. En garibi Bakanlık galip de ‘200 insan ekme ğinden olmuş, ne oluyor burada’ de medi. Biz Meclise gittik sesimizi du yurmaya ama ona rağmen gelmedi ler. Ama bir kere Kumport’a sendika girdi ya, sonrası patronun istediği gi bi olmadı. Kumport’ta hâlâ sendika konuşuluyor. Bu süreçte beni en et kileyen şey ise bir bölümdeki arka daşlarımızın gösterdiği birlik. 60 kişi lik bölümde arkadaşlara ‘Sendikalı mısınız’ diye soruluyor, ‘Evet’ dedik lerinde tek tek tehdit edilince bir araya gelip müdürün karşısına dikili yorlar. ‘Ya hepimiz ya hiçbirimiz’ di yorlar. Her bölümden insanlar istifa edip birbirini satarken bu bölüme dokunamadılar ve o arkadaşlar hâlâ sendikalı olarak çalışıyor. Aslında iş bu kadar basit, hak gasbediliyorsa buna da devlet seyirci ise yılmamak lazım, hakkımıza sahip çıkmalıyız. Bunlarda oyun bitmiyor, sıkışınca hemen zam yapıyorlar, bu oyunlara kanınca kaybediyoruz. Kanmazsak kenetlenirsek kazanırız...”
‘DEVLET NEREDE?’
Kumport mücadelesi bitince Vey sel limanda Karhan Gümrük isimli taşeron firmada işe başlıyor. Burada da sendikalaşma mücadelesi veriyor lar: “İşe başladıktan 7 yıl sonra arka daşlarla karar verdik ve sendikaya üye olduk. Aynı filmi, yani tehditleri, şantajı burada da gördük ama kimse geri adım atmadı. Böyle olunca yet kiyi aldık ve yetki gelince patron
‘Ben masaya oturmam’ dedi. Sözleş memiz Yüksek Hakem Kuruluna git ti. Yani artık yapacakları bir şey kalmadı, sözleşme şartlarına uymak zorunda. Ama 4 ikramiye, yüksek maaş lar, iş güvencesi ve güvenliği gibi kaza nımlar emsal olma sın diye firmayı li man patronları nın ortak kararı ile kapattılar ve 75 insanı ek meğinden etti ler. E şimdi in san soruyor, devlet nerede? Bu kadar açık ihlalin olduğu yerde neden kimse ‘Hop kar deşim, durun ba kalım’ demiyor.”