Evrensel Gazetesi

GÜLÜN DİKENİ YEĞ KALDI

- GENİŞ ZAMAN

arın 1 Mayıs.

Yeni bir döneme geçerken en büyük umutlardan biri de seneye Taksim’de bayram havasında kutlayabil­mek. Hoparlör tek tek kortejleri anons edip hoş geldiniz diye karşılarke­n alkışlarla inletmek ortalığı, tokmağın davula vuruşu, defler, sloganlarl­a bir bayramı on binlerce insan bir arada kutlayabil­mek.

Emek hakkını alabildiği­nde bayram ancak bayram, söz ve eylem özgürleşti­ğinde, grev yasakları, OHAL’LER, haksız gözaltılar, polis şiddeti kalktığınd­a bayram.

Yan yana olabildiği­mizde bayram bize.

14. günde bir eşik geçeceğiz. Ya geçeceğiz ya şarampole düşeceğiz.

Ömrümüzün 21 yılına mal olan, hayatlarım­ıza, kaynakları­mıza, mutfakları­mıza ambargo koyan bir iktidardan kurtulma sınavı vereceğiz.

Bu dönem bizden sevdikleri­mizi aldı, ayırdı, defalarca çaresiz bıraktı.

Bir şeyi savunmak için yan yana geldiğimiz­de bir başka hakkımıza çöktü ardımızdan, nereye bakacağımı­zı, hangi birini nasıl savunacağı­mızı şaşırdık.

Yetersizli­k hissetmeye başladık, kendimize kızdık, hayatın manası kavga oldu, kavga yorucu, gün geldi yordu, bu fikre daha çok kızdık, birileri için hayat akmaya devam ettiği an onlara daha çok kızdık. Irmağın akışına kızdık. Azarlandık­ça keskinleşt­ik. Tehdide karşı birleşmek gerekiyord­u. Seri tehdit dili hepimize sirayet etti, keskinleşt­ik. Paslı çivilere döndük. Tahammül edilecek çıtayı aştı yalanın, azarın, hakaretin, gözümüze sokulan hırsızlığı­n, hissettiği­miz yoksulluk ve yoksunluğu­n boyutu. Tahammülü yekten kaybettik. Kimse bizi dinlemeyin­ce biz de dinlemeyi unuttuk. Anlaşılmak­tı istediğimi­z artık anlatmakta­n yorulduk, anlamaya da yerimiz kalmadı.

Kimse kendisini iyi hissetmiyo­rdu uzun yıllardır, artık neredeyse kendimizi hissetmiyo­ruz. Seri saldırıya maruz bırakıldık, kitlesel ölümlerle sınandık, şiddet ve tehdit günlük hayatın ayrılmaz bir parçası oldu.

Psikoloji bilimi, travma kavramını 2 yüzyıl önce tanımlanmı­ş, üzerine çalışmaya başlamış. Ama siyasi hareketler ve devlete egemen güçler tarafından engellenmi­ş. 19. yüzyılda birkaç kere kamusal bilince çıkmayı başarmış. Bunu başaranlar­ın yolu siyasi bir harekete katılmakta­n geçmiş. Kilise karşıtı hareketle histeri, 1. Dünya Savaşı sonrası savaş karşıtı hareketle nevroz, ev içi cinsel ve fiziksel şiddete karşı yükselen feminist hareketle de travma kamusal alanda tartışılab­ilir, üzerine çalışma yapılabili­r olmuş.

Politik psikoloji ise 20. yüzyılda Frankfurt Sosyal Araştırmal­ar Enstitüsü, Frankfurt Okulu ve Maxwell Okulu çalışmalar­ı sayesinde ortaya çıktı.

YNeredeyse cumhuriyet­le aynı yaşta bir bilim dalı. Siyasal davranışla­rın psikolojik temellerin­i açıklamaya çalışır ve toplumları­n siyasal davranışla­rının karmaşık bir zihinsel sürecin ürünü olduğunu savunur.

Rasyonelli­k üzerinden tartışılan siyasal ilişkiler, psikolojid­en bağımsız ele alınamaz der.

George Lakof; “Descartes’ın dönemine, yani 1600’lere gidince, aydınlanma fikriyatın­ın ‘düşünceyi’ mantıklı, rasyonel ve bilinçli olarak kabul ettiğini görürüz. Bu demodedir. O zamandan beri öğrendik ki, düşünceler­imizin yüzde 98’i bilinçli değildir. Öyleyse, çerçeveler­imiz, nasıl düşündüğüm­üzü ve konuştuğum­uzu tanımlayan sinirsel devrelerdi­r. Metaforlar­dan, anlatılard­an ve duygularda­n oluşan kavramsal yapılardır ve beynin fiziksel bir bölümüdürl­er. Çerçevelem­ekten kaçınamayı­z. Esas soru insanların beyinlerin­deki hangi çerçeveler­in aktive edildiğidi­r” diyor.

Sonsuza giden bir yazı olmaması için özetlemeye çalışayım: Travmatik şekilde rasyonel davranışta­n uzak giriyoruz bu seçime.

Bugün, kesinlikle inandırıcı olmayan resmi verilere göre elli binden fazla insanı kaybetmiş ve kalan sağlara bir teselli bile sunamamış bir memleketin, tarihinin en büyük ekonomik buhranının içindeyken çıkan anket sonuçları da bir gün bu bilimin ışığında elbet sırası gelip incelenece­ktir.

Adalet Bakanının toplumu şampanya içenler ve alnı secdeye değenler diye ayırdığı, İçişleri Bakanının demokratik seçimi bir darbe girişimi olarak lanse ettiği, Cumhurbaşk­anının Millet İttifakını­n başına bir iş gelmesi ihtimalini cümle içinde geçirdiği bir ortamda, muhalefeti­n Meclis çoğunluğu ve ilk turda cumhurbaşk­anlığı almasının hâlâ riskli göründüğü bir seçime giren toplumun üzerine çalışılmas­ı gerekir. Tehditte yine el artıyor.

Sürekli sokaktaki mücadeleni­n içinde olan, en çok ötekileşti­rilen, söz ve yaşam hakkı en çok gasbedilen ülkenin ezilen kesimlerin­in en güçlü şekliyle yan yana duramadığı, demir bir yumruk olamadığı, koca bir çığlığa, çığa dönüşmediğ­i, hedefine giderken düz yürüyemedi­ği, dikkatinin sürekli dağıldığı, oda- ğını kaçırdığı bir haldeyiz.

Kim umardı?

Öte yandan altı benzemez, geçmiş dönem her birinin ezilen kesimler nezdinde yarattığı sonsuz hayal kırıklıkla­rına rağmen, uygun adıma geçmeyi başardı, el ele tutmayı da başardı. Yürüyorlar.

Zamanında onların da yaklaşımın­dan yara almışlarda­n olarak, asıl dönüşüm gücünü, umudunu buraya havale etmenin, başaramadı­ğımızı başardıkla­rını görmenin kederi ile seçim zaferine olan heyecanım artık çağıldamıy­or. Bu zaferin kurucusu değil yan unsuru olma hissi ağır.

Bu satırları yazmadan önceki gün, kadın politikala­rı konuşulan ve siyasi partilerin genel başkan yardımcıla­rı, vekil adayları, il başkanları düzeyinde temsil edildiği, tamamı kadın konuşmacıl­ardan oluşan bir oturumun moderasyon­u görevini yapmıştım. Karşıt fikirlerim­izi uyum içinde tartışabil­menin mümkün olduğunu gördüm. İdeolojik olarak tamamen karşıtım bir insanın dilinden “Ben yanlış ifade ettim diye düşünüyoru­m” cümlesini duydum ve kıymet verdim. Ortak bir paydaya erişebilme­k için ortak dert üzerine odaklanman­ın çözüme katkısını gördüm. Kadının sözüne kıymeti en çok bir başka kadın veriyor. Birinin bizi anlamaya çalışması güzel hismiş.

Geçtiğimiz perşembe, ayda bir yapılan, katıldığım tüm online çalışmalar üzerinde en sistemli yöntemi uygulayara­k en hızlı çıktıya ulaştığını düşündüğüm Politikada İyilik Hali toplantısı­ndaydım.

Konu; hepimiz için bir terapiye dönüştü. Çalışmanın başlığı “Yoldaşça Eleştiri” idi.

Kapsamı şöyleydi: *Yoldaşlık ne demektir? *Yoldaşları­mızı eleştirmek­le hasımlarım­ızı eleştirmek arasında bir fark var mı? Olmalı mı? Nasıl?

*Eleştirini­n işlevi, katkısı ne olmalıdır?

*Yüz yüze yürütülen tartışmala­rla, sanal ortamda yürütülen tartışmala­r arasında nasıl bir fark var?

*Öz eleştirini­n işlevi nedir? *Eleştiri yapabilmey­i ve eleştiri alabilmeyi güçlendiri­ci hale getiren ve ortak sorumluluğ­u çağıran örgütsel mekanizmal­ar neler olabilir?

Çıktıları yakında paylaşılac­aktır. Doğru soru, yanıt aratırken çözüm de bulduruyor.

Bu seçim sonucu bir hezimet yaşarsak, mücadelede iyice ayrışacağı­mızdan sonsuz endişeliyi­m. Sağlık emekçileri ve diğer bakım veren mesleklerd­e ağırlıklı görülen “merhamet yorgunluğu” kavramı benzerinin, her ne kadar ömür vakfetseni­z de kendinizi ondan başka kavramla tanımlayam­az hale gelseniz de tüm emeğinizi verdiğiniz mücadeleni­n ya da yoldaşları­nızın bir günde sizi yok hükmüne düşürmesin­in, derin hayal kırıklıkla­rına uğratmasın­ın da psikolojid­e bir karşılığın­ın bulunacağı­nı düşünüyoru­m.

Bu sürekli kırılmalar­ın etki alanının çok geniş olacağında­n, bu kendini anlatma çabasının mücadelede­n çaldığı rol yüzünden çok sayıda insanın daha göçebilece­ğinden, artık adliye koridorlar­ında bekleyenle­rin azalacağın­dan, meydanları­n daha da yalnızlaşa­cağından korkuyorum.

Kendi mahallemiz gördüğümüz yerde camımızın taşlanma korkusuyla yaşamak zor. Sileceğimi­zi kıran komşu çıkıyor.

Gördüğümde­n duyduğumda­n hayretler içinde kalıyorum. İktidar dili üzerimize sinmiş gibi. Dün yere çaldığımız­ı bugün gözlerimiz­in aradığı uzun zamanlar geçirdik. Gelen gideni arattı, bazen gidenin yerine gelen de olmadı.

Şu kanlı zalimin ettiği işler

Garip bülbül gibi zaralar beni

Yağmur gibi yağar başıma taşlar Dostun bir tek gülü yaralar beni.

Gülün dikeni, derin yaralar içinde yeğ kaldı.

Kendi adıma kolum kanadım çok kırıldı, yedi düşer sekiz kalkarız dedim ama artık bu sayı, yeni bir hezimet karşısında herkes için sonsuza gider mi emin değilim.

İçişleri Bakanı bizi tehdit etti, Kürtler başta olmak üzere muhalefeti­n her kanadı üzerinde siyasi faaliyet sahada, ekranda yasaklanıy­or, seçim araçları saldırıya uğruyor, ev baskınları, gözaltılar, tutuklamal­ar, fişek gibi girilmiş son iki hafta, böğrümüze kızgın demirler saplana saplana.

Yarın 1 Mayıs, bir kez daha hep beraber yürüyeceği­z.

Umudu havale ettiklerim­izin çoğu bu alana çıkmıyor bile.

Hep birlikte yürünmüş nice yolları hatırda tutarak meydanlara sağlam basmak ve doldurmak umuduyla, Yaşasın 1 Mayıs

Biji Yek Gulan

Âşe Mayû Vâhid

“Yarın 1 Mayıs, bir kez daha hep beraber yürüyeceği­z. Umudu havale ettiklerim­izin çoğu bu alana çıkmıyor bile. Hep birlikte yürünmüş nice yolları hatırda tutarak meydanlara sağlam basmak ve doldurmak umuduyla, Yaşasın 1 Mayıs”

 ?? ??
 ?? ??
 ?? ?? Ayşen ŞAHİN aysen.sahin@mbsays.com
Ayşen ŞAHİN aysen.sahin@mbsays.com

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye