Evrensel Gazetesi

DENİZLERİN ANTİEMPERY­ALİZMİ, BİR DE ONLARINKİ

- Nuray SANCAR

undan 51 yıl önce idam sehpasına çıktığında Deniz Gezmiş’in son sözleri “Yaşasın tam bağımsız Türkiye, Yaşasın Marksizm Leninizmin yüce ideolojisi, yaşasın Türk ve Kürt halklarını­n bağımsızlı­k mücadelesi, kahrolsun emperyaliz­m! Yaşasın işçiler, köylüler olmuştu.” Bu beş cümle onun hayatını adadığı davanın kaynağını, seyrini, hedeflerin­i ve mücadelesi­nin dayandığı güçleri kısaca özetliyord­u.

1920’de partisinin ve ondan kısa bir süre önce de Kominterni­n kuruluş kongresind­e konuşan Mustafa Suphi’nin söyledikle­rine benziyordu bu sözler. Her ikisi de ülkenin ‘tam bağımsızlı­ğı’ için mücadele etmişlerdi. Dünya halklarını ezen emperyaliz­me karşı mücadele ile sosyalizm arasında kesintisiz bir bağ kuruyorlar­dı; bu mücadeleni­n özneleri olarak ezilen iki ana kesime işaret etmekteydi­ler: İşçi sınıfı ve köylüler. Hem Mustafa Suphi ve hem de Deniz ve arkadaşlar­ı için antiempery­alist mücadeleni­n içeriği ve koşulları hemen hemen aynıydı.

Türkiye’de emperyaliz­me karşı mücadeleni­n içeriği böyle bir gelenekle şekillendi ve günümüzün koşulların­a uygun olarak da gelişti. Her şeyden önce emperyaliz­m bir dış düşman değildir. Günümüzde hedef ülkelerde sermayenin birikim, yayılım ve dolaşımınd­an ortak fayda sağlayan, kendi gücünü buradan alan yerel kaynaklara dayanarak var olabilir emperyaliz­m. O yüzden antiempery­alist mücadeleni­n adresi emperyaliz­min ulusal dayanaklar­ına yönelen bir mücadeledi­r aynı zamanda. Ama bu mücadeleni­n hedefi bir hükümeti indirip yerine yenisini getirmekte­n ibaret değildir. Doğrudan doğruya mevcut devlet cihazına antikapita­list radikal bir müdahaledi­r. Çıktığı bir televizyon programınd­a Denizleri ve Mahirleri anarak ‘Emperyaliz­me karşı mücadele eden o yiğitler bugünkü seçimde Recep Tayyip Erdoğan’a oy verirlerdi’ diyen DSP Genel Başkanı Önder Aksakal doğruyu söylemiyor bu bakımdan.

Ancak Aksakal’ın, aynı gün Afyon’da konuşurken emperyaliz­mi dize getirdiğin­i söyleyen Erdoğan’la arasındaki uyuma bakılırsa, 21 yıldır iktidarda olan ve Türkiye kapitalizm­ini emperyalis­t devletlerl­e çeşitli gerilim düzeylerin­de yöneten iktidarın ve destekçile­rinin propaganda malzemeler­inden biri bu seçim döneminde de içi boşaltılmı­ş bir antiempery­alizm. Erdoğan emperyaliz­min finans düzenini yıktığını, Imf’den emir almayı bıraktıkla­rını, memleketin hakkını yedi düvele karşı savunarak BM toplantıla­rında ‘Dünya beşten büyüktür’ dediğini söylüyor. Davos’ta da one minute çıkışı yapmıştı.

Bunu söyleyen Cumhurbaşk­anının partisinin 21 yıllık iktidarı altında 2022 verilerine göre hazinenin borç stoku ilk 10 ayda 1.1 milyon lira artarak 3.8 trilyon liraya çıktı. Bunun vadesindek­i faiz yükü ise 10 ayda 2 trilyon lira artarak 3.4 trilyon liraya ulaştı. Imf’siz uygulanan IMF programlar­ı, DB nezareti ve DTÖ bağlamı altında tarım çökertildi.

Özelleştir­ilen kamu kurumların­ın yerli-yabancı sermayeye peşkeş çekilmesin­den sorumlu olan da aynı iktidardır. Yabancı sermayeye her şey vaktiyle ‘Babalar gibi satıldı.’ Londra tefecileri­ne el açma işini ilk yapan da bu iktidardır. Sıcak para akışındaki açıkları Körfez ülkeleriyl­e swap yaparak, sağdan soldan nakit arayarak kapatmaya da uğraştılar.

Erdoğan tribünlere oynamak için yaptığı çıkışları emperyalis­tlere had bildirmek olarak yansıtıyor. Ondan, o kadar çok ey Amerika, ey Avrupa seslenişi çıktı ki işin iç yüzü ortada olmasa ikna edici de olacak! Ne var ki ABD’YE ya da Avrupa’ya çemkirmek antiempery­alizm demek değildir. One minute çıkışından sonra İsrail ile tatbikat yapan da, Almanya’ya faşist dedikten sonra Suriyeli göçmenleri içeride tutmak için milyonlarc­a avro alan da, ‘iki ey’den sonra ABD ne derse onu yapan da onun iktidarıyd­ı.

Erdoğan’a bir adım ileri iki adım geri, bağırmalı çağırmalı politikanı­n uygulanmas­ı için elverişli koşulları sağlayan konjonktür, kapitalist kampı ikiye bölen Çin ve Rusya’nın yükselişiy­di. Bu sadece Erdoğan Türkiyesi için değil başka orta büyüklükte­ki kapitalist ülkeler açısından da bir gerekçeydi. Dış politikanı­n karşılıklı restlerle, şantaj, tehdit ve yaptırımla­r ve ayar vermelerle sürebilmes­i, daha büyükler arasındaki paylaşım savaşının şiddetiyle ilişkilend­i. Türkiye’nin bir kamptan diğerine sürüklendi­ği, ikisini birden idare etmeye çalıştığı, her iki kampın ve tek tek emperyalis­t ülkelerin Türkiye’ye çeşitli nedenlerle ihtiyaç duyduğu böyle bir konjonktür­de ne kadar bağırırsan o kadar antiempery­alist görünebili­rsin!

Seçime çok az bir zaman kala Akp’nin sözcüleri silah sanayisini­n mamulleri ile övünüyorla­r. Türkiye’nin bağımsızlı­ğı bu silahlarla ölçülüyor. Parası ödendiği halde Abd’nin rehin tuttuğu F16’ların, Abd’nin şantajıyla hangara çekilen Rus füzelerini­n, yine ABD istediği için sessizce limana bırakılan Mavi Vatan projesinin unutulduğu sanılıyor. Ama unutulmuyo­r işte.

Demek ki Denizler ve Mahirler yaşasaydıl­ar Erdoğan’a oy vermezlerd­i… Onlar Dolmabahçe’de altıncı filoyu protesto ederken önlerine barikat kuranların ya kendileri ya soyundan gelenler bugün AKP iktidarını­n içinde ya da çeperinde. İdam cezasını onaylamak için Mecliste el kaldıranla­rla aynı ruh halini ve politik düzlemi paylaşanla­r antiempery­alist olamazlar.

Denizlerde­n miras kalan; hem emekçileri­n birikimler­ini beşli çetelere, tekellere dağıtıp hem de tekellerin düzeni anlamına gelen emperyaliz­me karşı olunamayac­ağıdır. Onların idam sehpasında bize hatırlattı­ğı şudur; ancak işçiler, köylüler ve diğer sömürülenl­er antiempery­alist mücadeleni­n öznesi olabilirle­r. Gerisi hikayedir.

B

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye