KİŞİSEL ÇIKARIN ÜZERİNE, KOLEKTİF ÇIKARIN KONULMASI GÜÇLÜ BİR EĞİLİM
Nasıl?
Bir kere AKP iktidarı ile başörtüsü meselesi gibi temel özgürlüklerin tanınmamasına dayanan çatışma dinamikleri büyük oranda çözüldü. İkincisi son 10 yılda AKP seçmeninin temel bağlılığı parti, örgüt, değerlerden ziyade, lider ve lidere duygusal yakınlık üzerinden kurulmaya başlandı. O değerleri temsil eden liderle kurduğu doğrudan ilişki, kendi kimliğinin, hayat tarzının önüne geçmeye başladı. Buna mukabil, seküler-muhafazakar kutuplaşmasının içini dolduran temel meseleler değişti. Yerlicilik, yerli ve millilik anlatısı daha fazla öne çıkmaya başladı. Küresel aşırı sağın gündemini de takip eder biçimde aile, kadın özgürlüğü, cinsel yönelim ana gündemler haline geldi. Yani muhafazakarların özgürleşmesi söylemi yerini muhafazakar kapanma ve baskıya bıraktı.
Muhalefet de biraz evvel ifade ettiğim gibi meseleyi daha geniş bir eksenden kurmaya başladı. Türkiye’nin kurumsal bozulmasına, otoriterleşmesine paralel olarak ana çatışmayı demokrasi, otoriterlik eksenine çekti. Dedi ki, “Bu kurumsal bozulmaya, adaletteki bozulmaya, her şeyin bir kişinin iki dudağı arasında olmasına tamam mı diyorsunuz, hayır mı diyorsunuz?” Bir diğer deyişle özgürleşme söyleminin aktörü olarak kendisini kurmaya çalıştı.
ARAŞTIRMADA katılımcılara, “Devletin güvenliği, vatandaşların haklarından önce gelir” önermesine katılıp katılmadıkları da sorulmuş. Yüzde 49’u katıldığını söylemiş. “Katılıyorum” diyenlerin büyük çoğunluğu yine AKP ve MHP seçmenleri. Bu sonuç, iktidarın ekonomiyi de unutturmak için SİHA’LAR, tanklar, uçaklar üzerinden kurduğu propagandayla ve “Bu seçim soğan patates diyenlerle, önce vatan diyenlerin seçimi” söylemiyle de örtüşüyor, ne dersiniz?
Çok örtüşüyor, çünkü Türkiye’nin siyasal kültüründe ve üzerine konuştuğumuz pek çok şeyde kişisel çıkarın üstüne bir kolektif çıkarın konulması güçlü bir eğilim. Yani, “Ulus güvende olacak ki, sen de gü vende olasın”, “Ulus güçlü olacak ki sen de güçlü olasın!” Araştırma verileri, “Evet, ulus kötü bir zamandan geçiyor olabilir, bazı açılardan size vadettiği şeyleri vermiyor olabiliriz ama eğer yeterince beklerseniz bu zor zamanda küresel olarak da güçlenmeye devam ediyoruz” söyleminin, iktidarın kendi seçmen tabanın da yankı bulabilecek bir söylem olduğunu bize gösteriyor.
Dönüp dolaşıp aslında hep aynı noktaya geliyoruz, farklı seçmen gruplarının birbiri ile konuşabildiği, kutuplaşmanın bu kadar keskin olmadığı bir siyasal kültürü nasıl inşa ederiz? Yoksa artık bu yeni dünya da aynı ülkede yaşadıklarımızda aynı duygusal, siyasal evreni bir daha asla paylaşmayacağımızı kabul mü etmeliyiz? Eğer bu durum ikincisiyse, bu yeni dünyada demokrasi ve demokratik temsil biçimleri üzerinde radikal bir biçimde yeniden düşünmeliyiz.