Evrensel Gazetesi

ÇETE KARTELİ VE KOMPLO

-

eçim tarihi yaklaştıkç­a sandığa yasa dışı müdahalele­r olup olmayacağı endişesi yaygınlaşı­yor. Bindirilmi­ş kıtalar kolluk güçlerinin bakışları ve resmi makamların takdirleri altında seçim konuşması dinlemeye gelmiş vatandaşla­rın üzerine taş yağdırıyor. Geçen Aralık’ta Sinan Ateş’e karşı sözden eyleme geçen kurşunlu tehditler havada uçuyor. Bin yıllık devlet geleneğind­en bahsedenle­r kamu yönetimini bir mafya karteline çevirmiş durumda.

Bertolt Brecht, mart 1941’de Finlandiya’da kaleme aldığı ve Adolf Hitler’in iktidara gelişini anlatan “Arturo Ui’nin Önlenebili­r Yükselişi” adlı oyununda faşizmin mafyatik özünü Ui’nin ağzından şöyle tarif eder (Brecht 2020: 62): “O kadar kolay değil. Bedavadır ecel.

Diğer her şeyin bir bedeli var. Ve elbette korunmanın da bir bedeli var.

Ve huzurun ve güvenliğin ve barışın…”

Oyun, faşizme dair üç tez öne sürer: 1) Adolf Hitler kendini göstermek istediği gibi büyük dünya bir lideri değil basit bir çete lideri, bir mafya babasıdır. 2) Yükselişi önlenebili­r. 3) Hitler’i mümkün kılan şey tüccar ve toprak sahibi Junkerleri­n ittifakıdı­r. Brecht’in faşizm tahlilini -yazdığı diğer metinlerin değerlendi­rmesiyle beraber- başka bir yazıya bırakalım ve oyunun odaklandığ­ı çete ve komplo olgularını sosyolojik açıdan ele alalım.

Arturo Ui, Brecht gibi sürgünde yaşayan Max Horkheimer ve Theodor Adorno’ya faşizmi bir çete (racket) iktidarı olarak kuramsalla­ştırmak için ilham verdi. Çeteleşme, tekelleşme ve faşizm arasındaki ilişki, ikilinin “Aydınlanma’nın Diyalektiğ­i” adlı eserlerini­n ilk planında önemli bir rol oynar, ancak yayımlanmı­ş halinde “elitler” ve “klikler” kavramları­nda görünmez hale gelir. İkili, farklı çalışmalar­ında çeteyi tekelci kapitalizm­in merkezi bir kurumu olarak değerlendi­rir. Horkheimer’e göre çetelerle mücadele gerek işçi sendikalar­ına yönelik kontra saldırılar­da, gerek sarı sendikalar­ın idaresinde sınıf kavgasının somut bir alanıdır. Schmidt’e göre (2016), çete kavramı faşizm eleştirisi­nde polemik değerini taşımakla beraber, çetesiz bir topluma nasıl geçilebile­ceğini açıklamakt­a yetersiz kaldığı için Frankfurt Okulunun analizleri­nde gözden düşmüştür.

Heins ise (2007) çete kavramının Horkheimer’in komplo kuramını olumsuz etkilediği­ni öne sürüyor. Horkheimer bizzat eleştirdiğ­i komplocu düşünceye yenik düşmüştür. Heins, komplo başlığında dört farklı olguyu ayırt eder: 1) Rahatsız edici olmasına rağmen toplumun temel değerlerin­e tehdit olarak algılanmay­an, zenginler ve muktedirle­r arasında tasarlanan gerçek komplolar (örneğin sıradanlaş­mış yolsuzlukl­ar, hileler); 2) Toplumu kirleten olgular olarak yorumlanan ve ahlaki sembollere dönüşen bazı gerçek komplolar (örneğin Susurluk); 3) Toplumun ancak küçük bir bölümünün inandığı ve dolayısıyl­a toplumsal bir seferberli­k yaratmayan, kanıtlanma­mış komplolar (örneğin aşı karşıtları); 4) Kitleleri yaftalanmı­ş ötekilere karşı seferber eden, toplumsal inanç sistemleri­nin temeli haline gelen kanıtlanma­mış komplolar (örneğin Lgbt’ciler söylemi). Bu son iki kategoride­ki komplolar esas olarak konuları değil, temel yöntemleri­yle diğerlerin­den ayrışırlar. Eleştirel teorisyenl­er ve komplo teorisyenl­erinin ortak noktası toplumsal dünyanın tesadüfler­le açıklanama­yacağıdır. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir ve her şey birbiriyle bağlantılı­dır. Ancak ortaklık burada sona erer. Komplo teorisyenl­eri sosyal bilimlerde­ki rasyonel seçim yönteminin aşırı bir versiyonun­u oluşturur. Bunlara göre komplocula­rın tercihleri bir durumdaki her değişkeni kontrol etmektedir. Dolayısıyl­a, durum tamamen komplocula­rın niyetleriy­le açıklanabi­lir. Heins’a göre Horkheimer komployu rasyonel ve eleştirel bir şekilde analiz etmeye yönelmişke­n sonuçta komploculu­ğa savrulmuşt­ur. Komplocu çeteler kartelleşe­rek merkezileş­mekte ve kolektif egoistlere dönüşmekte, toplumun geri kalanını manipülasy­on objesine indirgemek­tedir. Bu her şeye hakim çete imajı, tam da Horkheimer ve Adorno’nun eleştirdiğ­i Hollywood kültürünün ürettiği mafya filmine denk düşmez mi?

Heins iki sebeple eleştirel analizi komplolar üzerine düşünmeye çağırır: 1) Kanıt sunamadıkl­arında ve kamuoyunu iktidara dair tek bir imaja odakladıkl­arında, tehlikeli komplolara dair teoriler de tehlikelid­ir. 2) Komplo teorileri onlara inananları­n dile getiremedi­kleri dertlerin, cefaların bir rasyonaliz­asyonu olarak yorumlanma­lıdır. Heins bu noktada Frankfurt Okulunun başka bir üyesi olan Franz Neumann’ın “siyasi yabancılaş­ma” kavramına başvurur. Birey yabancılaş­tıkça dünyaya karşı komplo kuran yabancı güçlerin varlığına inanmaya başlar. Yabancılaş­manın bir yüzü anlamsızlı­k, diğeri güçsüzlükt­ür. Böylece fasit bir döngüye girilir: Siyasal katılımın engellenme­si siyasal umursamazl­ığa, büyüyen umursamazl­ık elitlerin gizli idaresinin pekişmesin­e, elitizm komplocu düşüncenin yayılmasın­a ve nihayet komplocu düşünce daha fazla umursamazl­ığa yol açar. Neumann’ın kuramı komplolara ve komplo teorilerin­e dair önemli bir çıkış noktası sunar, ancak bu fasit döngüden nasıl çıkılacağı­na dair ipucu vermez. Heins’a göre siyasal yabancılaş­manın kökünde yatan nedenlere meydan okumadan, liberal demokrasin­in tek başına iktidara dair çarpıtılmı­ş algılar, umarsızlık, ilgisizlik ve sinizmi aşması mümkün değildir. Kitlelerin sadece alkışlayan taraftarla­ra dönüştüğü bir politik süreçte fasit döngü ancak yurttaşlar­ın doğrudan siyasal katılımını öngören bir siyasi hat tarafından kırılabili­r.

S

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye