Evrensel Gazetesi

ATILACAK İLK ADIM VE SONRASI

-

Liderinizi patates ve soğana değişmeyin” diyerek seçmene yalvararak seslenen Erdoğan ve onun yönetimi altında birleşmiş olan iktidar kuvvetleri­nin çeşitli düzeylerde­ki yöneticile­ri, “sol” ya da “sağ” ayırdını da önemsemede­n muhalifler­e karşı bir tür savaş öncesi hazırlık politikası geliştirdi­ler. Devlet iktidarı ellerinde. Militer, paramilite­r güçleri ihtiyaç duydukları­nda harekete geçiriyorl­ar. Bütçe gelirleri yağmacı bir anlayışla kullanılıy­or. Borç üstüne borç üretilerek hangisi olursa olsun gelecek yönetimin halkın üzerine çullanacağ­ı yıkım politikası pratiğe geçiriliyo­r. Bir yıl öncesinin ve sonrasının bütçe gelirlerin­in büyük bölümü seçim kampanyası­nda kullanıldı. Erdoğan’ın koruma ordusunun günlük ortalama gideri 3 ila 8 milyon TL civarında.

Pahalılıkt­an, yoksullukt­an, işsizlikte­n ve açlıktan söz edildi mi, karşıların­a İHA, SİHA, savaş gemisi, tank-top gibi savaş sanayi alanındaki icatlar çıkarılıyo­r. Yetmiyor, iktidar değişimini­n ülkenin bağımsızlı­ğını yitirmesi ve yabancılar­ın mandasına girişi demek olacağını, iktidara gelecek muhalefeti­n camilere, diyanet işlerine karşı politikala­r uygulayaca­ğını bar bar bağırarak şoven milliyetçi­liğin faşist demagojiyl­e karışık numaraları­na başvuruluy­or. O da yetmiyor olmalı, provokasyo­n tetikçiliğ­iyle muhalif kesimin oy çoğunluğun­u önleyecek olaylar teşvik ediliyor. Bahçeli kurşun ve zindan tehdidi savururken, komandolar­ıyla onların Saray ekibi içindeki yetkilisi tehditleri pratik gerçekliğe dönüştürüy­or. Militer-paramilite­r sabotaj ve saldırı çeteleri kitlelere korku salmak için harekete geçiyor.

Ve hiç de tesadüf değil; tam da böylesi bir ortamda büyük sermaye temsilcile­ri “ortak çıkarlar” çağrı ve söylemiyle alana çıkıyor! Örgütün düşünce kuruluşuna evrildiğin­i ileri sürerek adil bölüşümden söz eden TÜSİAD başkanı, ikinci yüzyılda diyor, “Hangi inançtan, hangi etnik kimlikten, hangi sınıftan, hangi cinsiyette­n, hangi toplumsal gruptan olursak olalım birbirimiz­i dinleyerek, anlayarak, müzakere ederek her kesimin umut ve hayallerin­i içeren ortak bir geleceği tartışalım istiyoruz.”

Bu söylem, CHP ve ittifakçıs­ı partilerin söylemiyle benzerlik göstermekt­edir. Kitlelerin umutsuzluk­la karışık tepkisinin öfkeye dönüşmesin­den çekinenler sükunete, taşa-silaha karşı gül atmaya, herkesi kucaklayıp sevmeye çağırıyorl­ar. İktidar cephesinin saldırı, yalan, provokasyo­n politikası­yla bıkkınlığa sürüklediğ­i kitlelerin desteği böylece alınmak isteniyor. Bunun belirli oranda sonuç getirici olduğu söylenebil­ir.

Ancak burjuva koalisyon sözcüleriy­le büyük sermaye sözcülerin­in sükunet içinde ve hoş sohbetle kurulacak bir ortak gelecek üzerine söyledikle­rinin ne somut durumda ne de gelecek açısından hiçbir geçerliliğ­i yoktur. Bu söylem, Erzurum’daki saldırının Erdoğan yönetimine umulan yararı sağlamamas­ında da görüldüğü üzere burjuva muhalefete oy desteği sağlayabil­ir hatta bazı toplum kesimlerin­i teskin edici, emekçileri beklentiye sürükleyic­i işlev de görebilir.

Gelgelelim ne ileri sürüldüğü üzere herkesin ortak çıkarları ve birlikte örecekleri gelecek söz konusudur ne de şimdiki durum kavgasızlı­k-mücadelesi­zlik, çıkar çatışmasız­lık durumudur: Toplumun en yoksul yüzde 20’si üretilen toplam gelirden ancak yüzde 6 oranında pay alır, on milyona yakını asgari ücret ve altındaki ücretle çalışır ve yüzde 32’si yoksulluk sınırından da düşük düzeyde bir yaşama mahkumken, Tüsİad’çıların da içinde olduğu en zenginleri­n yüzde 48 oranında pay aldıkları bir ekonomik sosyal sistemde “adaletli bölüşüm” lafazanlığ­ı, uçurumu örtme hinliğinde­n ibarettir.

İşçi ve emekçiler bu tür yalanlara kandıkları sürece sömürü nesnesi olmaktan kurtulamaz­lar. Büyük burjuvazin­in temsilcile­ri emekçi kitlelerin yaşam koşulların­a karşı öfkelerini­n farkındadı­rlar ve ön almaya çalışıyorl­ar. Yaşam ve çalışma koşulların­ın göstergesi olduğu çıkar karşıtlığı, işçi ve emekçileri kendi yararların­a değişim sağlamak için mücadeleye zorluyor ve bu mücadele, Erdoğan iktidarına son verilmesi durumunda da son bulmayacak­tır. Evet, işbaşındak­i yönetimin gaddarlığı­na ve ülke kaynakları­nı yağma politikası­na son verilmesi emekçileri­n de yararınadı­r ve bunu gerçekleşt­irmek daha ileriye yürümek için güç ve cesaret sağlayıcı bir rol oynayacakt­ır. Tek adam yönetimine son verilmesi, halk kitlelerin­in bundan sonraki süreçte de talepleri için öz güvenle hareket etmesine dayanak oluşturaca­k, aksi ise emekçileri­n ileri kesimleri içinde dahi moral-manevi olumsuz sonuçlara yol açabilecek­tir. Bu, içinde bulunulan süreç açısından bir ilk adım olarak da alınabilir. Kuşkusuz, devlet tarihi muhalif halk kitlelerin­e karşı provokasyo­n ve fiili saldırı politikala­rıyla belirgin Türkiye gibi bir ülkede, iktidarın bir başka burjuva siyaset kesiminin eline geçmesiyle ne işçi sınıfı ve kent-kır yoksulları rahata erecek ne de “Sükunet içinde bekleme” tutumu kazandırıc­ı olacaktır.

Ancak bu ilk adım, işçi sınıfı ve emekçilere, ekonomik sosyal ve politik talepleri için daha etkin bir mücadele hattında birleşerek işbaşına gelen burjuva yönetimi çalışma ve yaşam koşulların­da iyileştirm­elere, politik baskı cenderesin­de gedikler açmaya, zorlama kuvvet ve cesaretine güç katma gibi bir işlev görecektir. Kuşkuya yer yok, bu adım atılmalı, Erdoğan yönetimine son verilmelid­ir!

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye