SEÇİMİ KAZANMAK VE GELECEĞİ YENİ BİR ETİK POLİTİK HAT ÜZERİNE KURMAK
ürkiye seçime gitti!
İlk tur sonuçları; Elias Canetti’nin “Artık hiç kimse, çoğunluğun kararının daha fazla oy almış olduğu için ille de daha akıllıca olduğuna inanmıyor. İradenin karşısında da irade vardır artık” saptamasında olduğu gibi,
Akp’nin yirmi yıllık iktidar hegemonyasının çözüldüğünü ve karşısında, güçlü bir iradenin var olduğunu ortaya koydu.
Şimdi önümüzde bir tur daha var! “Kapana kısılmış olma duygusunu” aşmış olduğumuz bu seçim sürecinde önceliğimiz, iktidarın nerede bulunduğu ve nasıl kullanıldığını ifşa etmek, geleneksel kurumların varlığını devam ettirmesinin değil, dönüştürmenin, demokrasiyi oluşturma ihtiyacının yaşamsal gerekliliğini -duygusal, zihinsel ve algısal olarak kutuplaştırılmış- halka yeniden ve inatla anlatmaktır! Kazanmak için, hedefe çok yakın olmalıyız ve çok daha inandırıcı bir sloganımız olmalı!
Bu elbette kolay kazanılan bir başarı olmayacak! Çünkü: AKP bugüne kadar, İslami siyaset ile neoliberal yapı arasında niteliği kendine özgü bir ilişki, ‘bir eklemlenme biçimi’ oluşturdu. İslami siyaseti liberalleştirirken, toplumsal yaşamı muhafazakar bir zeminde yeniden yapılandırmayı amaçladı. Giderek otoriter hale getirdiği siyasal düzene verilen toplumsal rızanın inşasında daima din ve belli bir inanç sistemini kullandı. Siyasal İslam temelli dinsel bilgi üretimi ve paylaşımını kendi eline aldı, merkezileştirdi, mekan ve zaman boyutuyla, kamusal ve özel tüm alanlara yaydı. Diyanet İşleri Başkanlığı, müftülükler, vakıflar, camiler, tarikatlar, Kur’an kursları vb. siyasal ve kültürel bir hegemonya kurdu.
TNEFRET VE ŞİDDET POLİTİKASI
AKP bugüne kadar, bu hegemonik üstünlük içinde, halkın etnik, dinsel, mezhepsel, cinsel aidiyetlerini, felsefi düşünüş, ideolojik ve siyasal farklılıklarını nefret söylemine dönüştürdü. Bu karşıtlıkları, toplumsal alanda görünür yapan keskin duygusal ve algısal sınırlar oluşturdu, “öteki görülen ve gösterilenlere” karşı sürekli kışkırttı. Halk arasında biz/onlar karşıtlığını, siyasi hasımlar arasındaki bir siyasal cepheleşmeye göre değil, görünümde sağ ve sol arasındaki mücadeleyi aşar şekilde; (biz) doğru / (bizden olmayan) yanlış; (biz) iyi / (bizden olmayan) kötü arasındaki bir mücadeleye dönüştürdü. Bu çerçevede, muhalif kesimlerin hepsini yok edilmesi gereken birer düşmana dönüştürdü! Böylece, ideolojik temelleri (siyasal İslam), siyasal niteliği ve eylemliliği (kutlu dava), geleneksel anlayış ve ritüelleri, sosyolojik (merkezde bulunanlar/ ‘merkezden dışlananlar’ söylemi) ve kendine özgü sınıfsal özellikler de taşıyan bir toplumsal tabaka, bir seçmen kitlesi oluşturdu.
Her seçim döneminde de bu kitleyi harekete geçirecek ve onları tahkim edecek şekilde; toplumun bütününe ait “vatan, bayrak, millet, din” değerlerini “işgal etti, kendi politikası doğrultusunda araçsallaştırdı! Partizan bir tutumla, bu değerleri yalnız kendine aitmiş gibi gösteren bir söylem ve algı yarattı! Kendisine muhalif olan tüm kesimleri, “vatana, bayrağa, dine” karşıymış gibi gösterdi! Bu değerleri, her türlü yağmaya, talana, günaha siper yaptı. Camileri miting alanı haline getirdi, bir elinde kutsal kitap, bir elinde seccade, halkın samimi inanç duygularını çıkarlarına, seçim siyasetine araç kıldı! Kutsallarla siyaset yaparak, ötekileştirici, toplumu çatışmacı ortamlara sürükleyerek gerginlik yaratıcı ortamlardan oy almayı sürdürdü.
Böylece, halkın, seçimlere katılımından ibaret, biçimsel bir seçim demokrasisini kurumsallaştırdı. Demokrasiyi de, seçimden seçime ortaya çıkan bir sonuç olarak değerlendirdi. Bu koşullar altında demokratik siyasal geleneklerin oluşmasına, var olanların da içselleştirilmesine engel oldu! Derin toplumsal eşitsizliklerin, işsizlik ve yoksulluğun ağırlığında yaşamakta olan halk ile siyaset yoluyla kurması gerekli bağı; ranta dayalı, üretimden ve adil paylaşımdan uzak, çıkarların paylaşımı ve koordinasyonunu sağlamaktan ibaret bir ekonomiyle ve dağıttığı sosyal yardımlarla kurdu. Türkiye’de, yeni demokratik süreçlerin ve muhalif kesimlerin toplumsal güç elde etmesine olanak vermeyen bu yapı; ekonomik eşitsizliği, emek sömürüsünü, doğal kaynakların yağma ve talanını, kalıcı sosyal eşitsizlikleri ve yoksulluğu, mafya, tarikat ve cemaatlerle iş birliği içinde, eşitsiz erk paylaşımını yoğunlaştırdı!
AKP, bu koşullarda yapılan ve yapılacak seçimde, bugüne kadar yapmış olduğu gibi yine dini değerler siyaseti yapıyor, halkı nefret söylemleri ile tahrik ediyor, gerginlik yaratıcı ortamlardan oy devşirmeye çalışıyor!
YENİ BİR ETİK POLİTİK HAT OLANAĞI İÇİN KAZANMAK ZORUNLULUĞU
Hanna Arendt “İktidar birlikte hareket etmektir. Çok sayıda aktör arsındaki etkileşimlerden doğan çoğulluğun iktidarı, mutlak ve ilahi bir yetke hayalleriyle donanmış tekin şiddetine karşı biricik siperdir.
Tiranlığın şiddet ve totalirizmine karşı çoğulluğun mümkün olduğunca çok sayıda politik ve kurumsal cisimleşmesinden başka bir güvence yoktur”* der.
Bu seçimler, söz konusu “güvenceyi” yaşama geçirmemizi sağlayacak, yaşanan bu süreci değiştirecek son olanak gibi duruyor!
Türkiye’de, demokratik cepheleşmeyi dinamikleştirecek şekilde inşa edecek, insanların arzuları üzerine gerçek bir etkiye sahip çözümler yanı sıra, korkuyu aşacakları, gelecek için umut vadeden demokratik pratikleri gerçekleştirebilecekleri kolektif özdeşim biçimleri sunacak bir politika, ancak bu seçimin kazanılmasıyla oluşacak koşullar içerisinde oluşturulabilir.
Çünkü demokratik siyaset; çıkarlar ve değerler arasında uzlaşma sağlamakla veya kamu yararı hakkında müzakere etmekle sınırlandırılamaz, tutkuları demokratik tasarılar doğrultusunda harekete geçirebilmek için partizan bir karaktere sahip olmalıdır, sağ/sol ayrımının esas işlevi de budur. Dolayısıyla, Türkiye’de siyasetin halkla kurduğu siyasal İslamcı, milliyetçi popülist çizgisini aşmak ve toplumsal bütünlüğü yeniden üretebilecek, toplumsal alandaki sosyal, ekonomik kültürel, ideolojik vb. çelişkileri, bölünmeleri aşabilecek inandırıcı program ve araçlar içerecek, demokratik ve özgürleştirici, katılımcı, ekonomik ve sosyal eşitsizlikleri giderecek, kamucu ve adil dağıtıma dayalı bir siyasal, ekonomipolitiği oluşturmak için tartışmalarının ötesine geçmek ve yurttaşlar olarak “Etik politik bir müdahaleyi nasıl gerçekleştirebiliriz”? Sorusuna yanıt oluşturmak zorundayız! Bu seçimleri kazanmak, politikayı yukarıdan değil, aşağıdan, içinde işlediği onay kanallarıyla, toplumsal rıza mekanizmalarıyla gözler önene serecek bir yüzleşme işlemini örgütlemek ve sorunun yanıtını oluşturacak yeni etik politik hat oluşturmak için, zorunlu bir koşul oluşturuyor.
* Hanna Arendt (Fatmagül Berktay, Politikanın
Çağrısı, Bilgi Ün.İstanbul, 2010, s.66)