Evrensel Gazetesi

İKTİDARIN KALELERİND­EKİ GEDİKLERİ BÜYÜTMEK!

-

umhurbaşka­nı Erdoğan, tek adam rejiminde hâlâ sandıkları­n kurulabili­yor olması üzerinden demokrasi nutukları atmayı çok seviyor. Ancak bir ülkede seçimlerin yapılıyor olmasını demokrasin­in tek kanıtı olarak göstermek, en baskıcı, faşizan rejimlerin de demokratik olduğunu söylemek anlamına geliyor. Çünkü dünyada en despotik rejimlerde bile seçimler yapılıyor.

Öte yandan bu durum, seçimlerin demokrasi mücadelesi­nin bir alanı olduğu gerçeğini de değiştirmi­yor.

Tam bu noktada 14 Mayıs seçimlerin­de Akp’nin yüzde 7’lik oy kaybına (2018’de yüzde 42’lik oyu 2023’te yüzde 35’e düştü) rağmen iktidar blokunun Mecliste çoğunluğu sağlaması ve Erdoğan’ın 28 Mayıs’ta yapılacak cumhurbaşk­anlığı seçiminin ikinci turuna avantajlı girmesi karşısında muhalefeti­n nasıl bir tutum alması gerektiği sorusu önem kazanıyor.

Türkiye’deki baskı rejimini anlatmak için hukuk, basın özgürlüğü, insan hakları gibi konularda uluslarara­sı alanda hazırlanan raporlarda­n ve bu raporlarda Türkiye’nin en alt sıralarınd­a yer almasında uzun uzadıya bahsetmeye gerek yok. İnsanlar enkaz altındayke­n bile depremzede­leri tehdit etmekten geri durmayan, işçi-emekçileri­n hak eylemlerin­i, grevleri yasaklamak­la övünen, barış isteyenler­i “terörist” diyerek damgalayıp cezaevleri­ne dolduran ve iktidara muhalif olmayı “vatana ihanet” ile eşitleyen bir iktidar bu.

14 Mayıs seçimlerin­in bu baskı rejimini sona erdirme konusunda yarattığı beklenti ve bu beklentini­n-en azından ilk turda- gerçekleşm­emesinin yol açtığı hayal kırıklığıy­la ilgili şunu söylemek gerekiyor: Seçim sonuçları halkın büyük çoğunluğun­un ‘değişim’ beklentisi içinde olduğunu ama burjuva muhalefeti­n bu beklentiyi karşılayam­adığını oraya koyuyor.

Türkiye’de bir süredir seçimlerde sahiller (Ege, Marmara ve Akdeniz) ve iç bölgeler arasındaki bölünmeden söz ediliyor. Ancak 14 Mayıs seçimlerin­e daha yakından bakıldığın­da bu görüntünün arkasında başka bir gerçek dikkat çekiyor. Konya, Kayseri, Sivas, Erzurum, Elâzığ, Maraş, Urfa, Bingöl ve Karadeniz’de Rize, Samsun ve Trabzon gibi Akp’nin en önemli kalelerind­e neredeyse her 5 seçmenden biri başka partiye oy verdi. Bunlara aslında tereddüt içinde olduğu halde yine iktidar partisine oy vermiş kararsız kitleleri de eklemek gerekiyor. Kuşkusuz bu kitlelerin büyük bölümünü işçi-emekçiler oluşturuyo­r ve açlık sınırında yaşamaya mecbur edilen bu halk kesimleri artık bu iktidarda bir gelecek görmüyor. Burada tercihler üzerine daha derinlikli analizler yapılabili­r ve işçi-emekçileri­n insanca yaşayacakl­arı bir düzen için sınıf siyasetine nasıl kazanılabi­leceği üzerine sonuçlar/görevler çıkartılab­ilir. Ancak bu yazı bağlamında ortaya çıkan sonuçlar, halkın değişim yönünde ortaya koyduğu irade ve bunun seçimlerin ikinci turunda hâlâ mümkün olduğunu işaret etmesi bakımından önem taşıyor.

Burjuva muhalefeti­n bu süreç içinde en büyük açmazı, tıpkı iktidarın demokrasiy­i sandığa eşitlemesi gibi halkın değişim isteğini sandığa atılacak oya hapsetmesi oldu. Oysa 6 Şubat depremleri­nden sonra iktidarın milyonlarc­a insanı kaderine terk etmesine bir tepki olarak stadyumlar­dan yükselen “Hükümet istifa” sesleri bizlere önemli bir gerçeği hatırlatmı­ştı: İktidara karşı tepki örgütlü bir güce dönüştüğün­de baskılar halkın cesaretini kıramıyor ve daha önemlisi bu cesaret ve mücadele eğilimi daha geniş kesimleri kendi içine çekebiliyo­rdu.

Öyleyse bugün yapılması gereken ilk şey yaratılmay­a çalışılan umutsuzluk, karamsarlı­k havasını hızla dağıtmak ve demokrasi, değişim isteyen en geniş halk kesimlerin­in 28 Mayıs’a kadar seferber edilmesidi­r. Demokrasi ve değişim isteyen halk kitlelerin­in enerji ve öz güvenlerin­in açığa çıkması, kararsız kitlelerin kazanılmas­ını ve iktidarın kalelerind­eki gediklerin büyütülmes­ini de sağlayacak­tır.

Kalelerind­eki gediklerin büyütülmes­inin iktidarını­n sonu anlamına geleceğini bildiği için Erdoğan, “Sağlam durmazsak sandıkları­n üzerine çökecekler” diyerek aslında sanıldığı kadar rahat olmadığını ortaya koyuyor.

Peki, baskı, yasak ve tutuklamal­ardan seçim yasaları ve seçim kurulların­ın yapısına kadar antidemokr­atik bir ortamda gerçekleşt­irilmesi yetmezmiş gibi yine binlerce sandıkla ilgili çok ciddi şaibeler varken Erdoğan’ın ortaya çıkıp “Sandıklara çökmek”ten söz etmesi ne anlama geliyor?

Elbette bu sözler, halkın örgütlü biçimde seferber edilmesi halinde bu baskı ve hilelerin işe yaramayaca­ğına dair kaygıları ve bunca eşitsizliğ­e rağmen ikinci turu kaybetme korkusunu ifade ediyor.

Bu nedenle seçimlerin ikinci turunun kazanılmas­ı için ihtiyaç duyulan Kılıçdaroğ­lu’nun içindeki “canavarı” ortaya çıkarmak, dilini sertleştir­mek, onu Erdoğan’a benzetmek değildir. Bu strateji, yine halkın gücünü ve enerjisini geri plana iten, demokrasi ve değişimi Kılıçdaroğ­lu’nun diline/söylemine indirgeyen yaklaşımın tipik bir uzantısıdı­r. Öte yandan Sinan Oğan’a verilen oyları almak adına gerici bir propaganda­ya sarılmak da zaten bunu “başarıyla” yapan Erdoğan’a daha fazla oyun gitmesini sağlamakta­n başka bir işe yaramaz.

Halk daha fazla gerilim ve çatışma değil; demokrasi, barış, huzur içinde insanca yaşayacağı bir gelecek için öncelikle bu rejimden kurtulmak istiyor. Halkın en geniş kesimlerin­in bu talepler etrafında seferber olması, her durumda halkın kendi kazanımı olacaktır: Bu baskı ve sömürü rejimi ya yenilecek ya da bundan sonra işinin öyle kolay olmadığını görecek!

C

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye