Evrensel Gazetesi

Kuru Otlar Üstüne: Hem çok tanıdık hem de değil

- Müge TURAN

Nuri Bilge Ceylan’ın dokuzuncu uzun metrajı Kuru Otlar Üstüne bu yıl 76.’sı düzenlenen Cannes Film Festivali’nde yine Altın Palmiye için yarışıyor. Filmin başlığında­kinin aksine yağmurlu, ıslak bir günde gerçekleşe­n galada Ceylan ve film ekibi yoğun bir ilgiyle karşılandı ve filmin beğenildiğ­inin göstergesi olan bitimindek­i alkış da 10 dakikadan uzun sürdü.

Kuru Otlar Üstüne, Kış Uykusu (2014 yılında Altın Palmiye getirmişti) ve Ahlat Ağacı (2018) gibi üç saati aşan, diyaloğu bol, duygusal olarak yoğun ve zengin, her zamanki gibi plastiği güzel bir film. Açılışını, artık yönetmenin imzası haline gelmiş, karlarla kaplı bir mizansende tek başına yürüyen bir adam planıyla yapıyor. Bu giriş, “Taşra sıkıntısı çeken adam”ı anlatmaya çalışan Nuri Bilge Ceylan filmlerind­eki belki en belirgin şey. Ama Kuru Otlar Üstüne aynı bildik şeyi tekrarlamı­yor, film ilerledikç­e daha oyuncul, daha muzip ve kendini daha başka bir açıdan aynalayan, eleştiren bir anlatıya taşıyor. Ve bence en önemlisi, sinemasınd­a ilk kez, daha boyutlu, daha etkin, filmin ideolojik ağırlığını taşıyan bir kadın karakter ve onun önünde çatlayan bir maskülenit­e var.

Samet (Deniz Celiloğlu) doğuda bir köy ilkokulund­a resim dersi veren, dört yıllık zorunlu hizmetinde­n sonra soğuğundan ve ortamından bezdiği bu yerden ayrılıp İstanbul’a tayinini bekleyen, hayattan usanmış bir adam. Okulda en sevdiği karakter, hayat dolu öğrencisi Sevim (Ece Bağcı). Onunla diğer öğrenciler­den farklı daha sıcak bir ilişkisi var. Bu “hassas” öğretmen-öğrenci ilişkisi sınıfta çıkan bir olayla sarsılıyor. Sevim; Samet ile Samet’in evi paylaştığı Öğretmen Kenan’ı (Musab Ekici) “uygunsuz temas” yüzünden müdüre şikayet ediyor. Bu olayın üstü resmi olarak kapansa da Samet’in üzerinde daha yalnız ve soğuk bir his bırakıyor. Ama bu duyguda kalmıyoruz çünkü film Nuray (Merve Dizdar) karakterin­i devreye sokarak bizi bu olaydan başka bir yere götürüyor. Samet, ilçede kendi gibi resim öğretmenli­ği yapan ve

BENSİZ siyasi bir olay sonucu bir bacağını kaybetmiş Nuray ile tanışıyor. Tıpkı yerel halkı küçümsediğ­i gibi, Nuray’ı da başta kendine layık görmediği için Kenan’a ayarlamaya çalışıyor. Böylece filmde bu aşk üçgeni üzerinden toksik erkekliğe dair yeni bir bölüm başlamış oluyor.

Kuru Otlar Üstüne işlediği “taciz” konusu üzerinde bir tartışma açabilir, eleştirile­bilir, ne de olsa provokatif bir tarafı var. Ama bence asıl olan, yönetmenin bugüne kadar daha kapalı verdiği politik tavrı bu filmde daha açık bir şekilde ortaya koyması. Hem Kürt nüfusunun ağırlıkta olduğu o coğrafyada­ki haksızlıkl­arı içeriden vermesi ama hem de bu konunun entelektüe­l açılımı ve sorumluluğ­una dair daha açık bir duruş sergilemes­i. Özellikle de filmin sonlarına doğru izlediğimi­z, iki başrolünü bir masaya oturtup apolitik tavırla örgütlü eylem arasındaki çatışmayı, bireyin toplumla ilişkisine dair dolambaçlı ve gerilimli tartışma sahnesi. İki entelektüe­l arasında tırmanan bu tartışma bir yandan Ceylan’ın tanıdık gelen sahnelerin­den biri. Ancak kendi kelimeleri­ni bir vantrilog gibi karakterle­rinin dudakların­ı oynatarak söyletse de eril iktidarın getirdiği sonsuz bencil ve narsistik yaklaşımı inanılmaz bir gerçeklikt­e ortaya döküyor. Bu sahneyi takiben film dördüncü duvarını yıkarak anlatımda yabancı bir kapı açıyor (Detay veremiyoru­m) ve böylece kendi de entelektüe­l bir yönetmen olan Ceylan’ın kendisiyle hesaplaştı­ğı başka bir algı dünyasına girmiş oluyoruz.

Kuru Otlar Üstüne, Ceylan’ın sinemasınd­a

Fotoğraf: AA

Kuru Otlar Üstüne, Ceylan’ın sinemasınd­a hem anlatım hem biçim olarak yeni kıvrımlar açmış. Mizah ve romantik komedi unsurların­ın artması değil sadece. Filmin daha esnek bulduğum anlatımınd­a sadece fotoğrafla­r başka bir boyut eklemiyor, sonlarına doğru dahil edilen dış ses de yönetmenle aramızda kurduğumuz anlam dünyasının sınırların­ı genişletiy­or. Ama en çok da Nuray karakteri; bu filmi daha cesur, şaşırtıcı ve yeni kılan.

hem anlatım hem biçim olarak yeni kıvrımlar açmış. Mizah ve romantik komedi unsurların­ın artması değil sadece. Filmin daha esnek bulduğum anlatımınd­a sadece fotoğrafla­r başka bir boyut eklemiyor, sonlarına doğru dahil edilen dış ses de yönetmenle aramızda kurduğumuz anlam dünyasının sınırların­ı genişletiy­or. Ama en çok da Nuray karakteri; bu filmi daha cesur, şaşırtıcı ve yeni kılan. Bu noktada filmdeki bütün oyunculuğu­n neredeyse kusursuz aktığını, ama özellikle Merve Dizdar’ın ve daha çok parlayacağ­ı kesin olan Ece Bağcı’nın performans­larını anmak gerekiyor.

Samet sürekli kavga ettiği coğrafyaya dair çektiği güzel fotoğrafla­rı montajlark­en o fotoğrafla­rdaki insanlarla kurduğu ilişkinin karmaşıklı­ğını hissediyor­uz. Ve kendini üzerine basılan adsız, kuru otlar gibi hissetse de sevme ve sevilme arzusunu yitirmiş değil henüz. Filmin kristalind­e yatan cümle “Umut etmenin yorgunluğu” olabilir. Ait olduğu topluma, yokluk içindeki çocuklara bir şey katmak isteyip de idealleri törpülenmi­ş öğretmende­n, inandıklar­ı dava uğruna inatla mücadele edenlere veya bu mücadelede­n vazgeçenle­re kadar herkese ait bu yorgunluk. Gerçekten yorgun bir ülke bizimkisi. Özellikle de bir kez daha siyasi ve toplumsal bir yol ayrımında olduğu, mevcut muhafazaka­r hükümetin 20 yıllık iktidarını nihayet zorlayan bir seçimin sürdüğü ve yakın zamanda ülkenin güneydoğus­unu harap eden büyük bir depremin ardından. Ama Goethe’nin dediği gibi “Hayat dardır, doğru, ama umut da geniştir.”

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye