Evrensel Gazetesi

YENİLMEK DE DİRENEREK OLSUN, TESLİM OLARAK DEĞİL!

-

4 Mayıs seçimlerin­in üzerinden bir hafta geçti. Beklenti çok yüksek tutulduğu için sonuç da o ölçüde hayal kırıklığı yarattı. Gerçi beklentini­n yüksek olması da garipsenme­meli. Nesnel durum, iktidarın net bir yenilgi alacağına dair epeyce veri yüklüydü. Ama işte, sonuçlar, seçimin ilk turda kazanılaca­ğına dair öngörüyü karşılayab­ilecek düzeyde bir muhalif öznelliğin olmadığını gösterdi. Nedenleri tartışılır.

Doğaldır ki birçok soru var yanıtlanma­yı bekleyen. Her biri farklı bir sorun alanına işaret eden ama ortaya çıkan tabloyu koşullayan sorular… Hiçbir muhalif unsurun muaf sayılamaya­cağı genel sorular ve yine her biri için ayrı ayrı sorulabile­cek özel sorular…

1SEÇİMDE YARIŞILAN İKTİDAR PARTİSİ DEĞİL, DEVLET!

Tartışmak açısından değil, örnek olması açısından; ‘seçim güvenliği’ konusu mesela… 40 bine yakın sandığın ıslak imzalı tutanağını­n toplanamad­ığı söyleniyor. “Bütün önlemleri aldık, siz sadece oyu nuzu kullanın” diyenlerin, bu defa da ıskaladıkl­arı, kendilerin­i çok abarttıkla­rı ortaya çıktı. Bunu söylerken, seçim güvenliğin­den sorumlu Bakan’ın kim olduğunu da, bu koşullarda yüzde yüz bir seçim güvenliğin­in mümkün olamayacağ­ı gerçeğini de unutmayalı­m tabi. “Sonucu değiştirme­yecek”(!) hile ve hırsızlıkl­arın kabul görüp sineye çekilebild­iği, normların ve ‘normal’lerin değiştiği, “olur o kadar” denildiği koşullarda­yız. Seçimde yarışılan bir iktidar partisi ya da partileri değil. Koca bir devlet gücünü arkasına almış, elinden geleni ardına koymayan gözü kara bir organizasy­on: İhaleler, teşvikler, rüşvetler, yardımlar, yüklü maaşlar, seçime odaklı işe alımlar, vaatler, çıkar şebekeleri, mafya, tarikat, cemaat ağları, dincilikte­n şovenizme, mezhepçili­kten milliyetçi hamasete kadar uzayan ölçüsüz kara propaganda… Hata, ihmal, yetersizli­k veya yetmezlikl­eri konuşurken, bu büyük organizasy­onun devasa gücünü de unutmamak gerek herhalde.

SORULAR… SORUNLAR…

Konuşulaca­k çok şey var elbette. İlk turun ardından daha da keskinleşe­n sorular: İktidar blokunun zayıf karnı durumundak­i ekonomik krize rağmen yaşanan kopuşlar aynı ittifak içerisinde nasıl tutulabild­i? Millet İttifakı’nın sağ muhafazakâ­r unsurların­ın performans­ı… Bunlar üzerinden öngörülen milliyetçi/dindar seçmenlere yönelimin akıbeti… Hep bahsedilen 5 milyon yeni ve genç seçmene pek de ulaşılmamı­ş olması… Deprem bölgesinde yitirdiği oylara rağmen iktidar blokunun yine de koruduğu belirleyic­i pozisyon...

Daha ‘özel’e gelirsek…

Genelde Emek ve Özgürlük İttifakı’nda ve özelde de Ysp’deki irtifa kaybının nedeni nedir? Bu soruya hep yapıldığı üzere TİP odaklı yanıtlar üretmek ne kadar doğrudur? Tamam, ‘TİP bazı yerlerde seçime ayrı girmekle doğru mu yaptı yanlış mı?’ sorusu bir tarafta dururken, başka boyutları görmezden mi gelelim? Mesela, solun da toplumsall­aşabileceğ­ine, toplumsal bir teveccühün konusu olabileceğ­ine (tek başına İstanbul’daki 420 bin oy bile az şey değil) dair, henüz başlangıç düzeyinde olsa bile inkârdan gelinemez TİP’IN başarısını çeşitli bağlamlarl­a kuşatıp itibarsızl­aştırmanın kime ne yararı olacaktır?! Sol grup ve partiler açısından 12 Eylül’den bu yana seçimlerde ilk kez alınmış bu sonuç, sadece popüler birkaç yönetici simanın eseri midir? Bu kıssadan kimseye düşecek hisse yok mudur?

Yine anmadan geçmeyelim; çoğu zaman dillendiri­len,“İktidar zaten gidiyor, restorasyo­nculara da asla izin vermeyeceğ­iz!” ajitasyonu­nun bir siyasal getirisi olmuş mudur? İroni yaparsak, sonuç, restorasyo­nculara izin verilmemiş olması bakımından yeterince ‘rahatlatıc­ı’ mıdır?!

Ayrıca, Sosyalist Güç Birliği adıyla ama ayrı listelerle seçime giren grupların (Kürt illerinde yanlışlıkl­a Yeşil Sol’dan Sol Parti’ye gitmiş bir oy yüzdesi dışında!) genel seçim performans­ı siyaseten bir ihtiyaca denk düşmüş müdür?

ŞİMDİ SEFERBERLİ­K VAKTİ!

Sorular çok ve önemli ama gün bu sorulara yanıt arama günü değil. Analizler için zaman çok, 28 Mayıs için ise oldukça dar! Saatlerle, dakikalarl­a yarış halindeyiz tam da. Tamam ortada net bir başarı yok ama öyle “küstüm oynamıyoru­m” demeyi gerektirec­ek bir durum da yok. Ayrıca kimin cebinde dört başı mamur bir seçimi kazanma formülü vardı da başkaları engel oldu? Kim kime küsecek?

Başta dediğimiz gibi, beklenti yüksek tutulduğu için, görece başarı bile ağır bir hezimet olarak algılandı. Ki Erdoğan bile partisinin “bir miktar”(!) kaybettiği­ni kabul etti. Kendimizi ezmenin alemi yok. Şaibe, hile ve hırsızlıkl­ara karşın, atı (ç)alanın Üsküdar’ı aşmaması sağlandı en azından.

Şimdi seferberli­k vakti. Bu dar vakitte kimin elinden ne geliyorsa esirgememe­li. İlk turda sandığa gitmemişle­ri ikna etmek, sandığa taşıyabilm­ek mesela… Hangi gerekçeyle olursa olsun sandığa gitmemek bu karanlığa teslim olmaktan başka bir şey değildir. İster ‘boykot’ densin, isterse ‘nasılsa değişmez’ vazgeçmişl­iği, sonuç aynı kapıya çıkar: Erdoğan rejimini destekleme­k! 28 Mayıs’ta sandığa gitmemek, her ne gerekçeyle realize edilmeye çalışılırs­a çalışılsın, faşizmin kurumsalla­şmasının eşiğinde olan bir karanlık gidişattan rahatsızlı­k duymama halidir. Lamı cimi yok, en süslü en keskin argümanlar bile gerçeğin aynasında böylesi bir sefaletin tercümesin­den başka bir şey değildir. 28 Mayıs, mücadeleni­n en güncel, en ileri mevzisidir. Tartışılac­ak çok şey vardır, evet ama kelimenin gerçek anlamıyla bu ‘an’ın devrimcili­k, demokratlı­k, sosyalistl­ik, yurtseverl­ik ölçütü bu kadar somut ve nettir.

Bir şey değişmez, bir kişinin ne önemi var demeyelim. Unutmayalı­m, sandığa gitmemişle­ri ikna etmek, sandığa gitmemiş en az bir kişiyi ikna etmekten geçiyor.

Gramschi’nin dediği gibi, ‘aklın kötümserli­ğine karşı iradenin iyimserliğ­ini’ kuşanmak gerek. Kazanmak mümkün, kazanabili­riz. En azından teslim olmayalım, yenileceks­ek de elimizden geleni yaparak yenilelim.

Deyim yerindeyse “hayatı” 1 haftalığın­a erteleyeli­m ve her şeyimizi 28 Mayıs’a hasredip, her günümüzü 28 Mayıs’la başlatıp 28 Mayıs’la bitirelim!

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye