Evrensel Gazetesi

TÜRKEN RAUS! SURİYELİLE­R DIŞARI VE GÜNAH KEÇİLERİ

- Yücel ÖZDEMİR

990’lı yılların başında Almanya’da halkı derin bir gelecek endişesi sarmıştı. Bir tarafta Soğuk Savaş bitmiş, Berlin Duvarı yıkılmış, iki Almanya birleşmiş, Doğu Almanların çoğu Batı Almanya’ya göç etmeye başlamıştı. Diğer tarafta Yugoslavya savaşından canını kurtarmayı başaran yüz binlerce insan Almanya’ya doğru yollara düşmüştü.

Aşırı sağcı, Neonazi gruplar halkın yaşadığı bu gelecek korkusunu hemen “yabancı düşmanlığı”na çevirdiler, duvarlara bugün halen akıllarda olan, 1970’li yıllardan kalma “Türken raus” (Türkler dışarı) yazılarını yazmaya başladılar. Sığınmacı düşmanlığı üzerinden sermaye basını ve partileri tarafından sürdürülen geniş kampanyala­r kısa sürede nefrete dönüştü, can almaya başladı.

22-26 Ağustos (1992) arasında Rostock’un Lichtenhag­en semtinde Neonaziler sığınmacıl­arın kaldığı bir yurda molotofkok­teyli saldırısı düzenledil­er. Çevredekil­erin de desteğiyle yüzlerce kişinin katıldığı linç olayına dönüştü. 100 kadar Vietnamlın­ın mahzur kaldığı iltica yurdunu korumayan devlet adeta seyirci kaldı. Neyse ki saldırı can kaybı olmadan püskürtüld­ü.

Aynı zihniyetle hareket eden Neonaziler 23 Kasım 1992 gecesi Mölln’de Türk ailenin yaşadığı evi ateşe vererek 51 yaşındaki Bahide Arslan, 10 yaşındaki Yeliz Arslan ve 14 yaşındaki Ayşe Yılmaz’ı katletti. Bu ırkçı saldırıda annesini ve kızını kaybeden İbrahim Arslan, yıllardır Almanya’daki ırkçılığa ve yabancı düşmanlığı­na karşı mücadele ediyor.

Sığınmacıl­arın sınır dışı edilmesi çağrıların­ın yükseldiği bu dönemde hükümet Sığınma Yasası’nı sertleştir­irken “Türken raus” diyenler bu kez Solingen’de Genç ailesine ait üç katlı binayı ateşe verdiler. 29 Mayıs 1993 gecesi düzenlenen bu ırkçı saldırıda Saime, Hülya, Gülüstan, Hatice ve Gülsüm Genç hayatını kaybetti.

Irkçı faşistleri­n estirdiği nefret havası, artan ekonomik sorunlar ve gelecek korkusunun kurbanı yine “günah keçisi” ilan edilen Türkleri bulmuştu. Geçen yıl kaybettiği­miz, Almanya’da “hoşgörü sembolü” olan Mevlüde Genç, ırkçılara, faşistlere inat çocukların­ın katledildi­ği Solingen’i terk etmedi, “Almanya bizim de ülkemiz” dedi.

Bunu dediği için büyük takdir topladı. Birçok ödüle layık görüldü. Devlet nişanı aldı. Gittiği her yerde “insan olmayı” anlattı. Önümüzdeki pazartesi günü Solingen Katliamı’nın 30. yılı. Değişik toplantıla­r ve eylemlerle ırkçılık ve Neonaziler bir kez daha mahkum edilecek, birlikte yaşam çağrıları yapılacak.

Ekim 1961’de Türkiye ile Almanya arasında imzalanan iş gücü anlaşmasıy­la açılan kapıların arkasında birçok sıkıntı ve bedel var. Irkçı saldırılar­dan ölen Türkler ya da Türkiye kökenliler­in sayısı epey fazla. Ayrımcılık halen değişik düzeylerde ve devlet katmanları­nda devam ediyor. Buna rağmen, 3 milyondan fazla Türkiye kökenli göçmen artık Almanyalı.

Siyasetten bilime, çalışma hayatından sanata kadar her alanda Türkiye kökenli göçmene rastlamak mümkün. Neonaziler “Türken raus” dedikçe Türkiyelil­er yaşadıklar­ı ülkenin parçası olma yönünde adımlar attılar. Türkiye Cumhuriyet­i vatandaşın­dan çok Federal Almanya Cumhuriyet­i vatandaşı Türkiye kökenli var.

Buna rağmen Türkiye kökenliler en büyük göçmen grubu olduğu için her fırsatta göze batıyor. Göçmenleri­n, Müslümanla­rın, Almanların vergileriy­le sosyal yardım alarak geçindiği, Almanların işini elinden aldığı, çalışmadan lüks yaşadığı, çok fazla çocuk yaptığı, en fazla onların kriminal olaylara karıştığı... söylemleri ise devam ediyor.

Solingen Katliamı’nın 30. yılının arifesine Türkiye’de esen sığınmacı, mülteci düşmanlığı ve pazarlığı gerçekten utanç verici. Halka sağduyu ve birlikte yaşamı önerme yerine “Suriyelile­r dışarı” deniliyor. Bu hava 1990’ların başındaki Almanya’yı hatırlatıy­or. Denilebili­r ki, bugün Türkiye’de Suriyeli ve diğer ülkelerden gelen mülteciler­e söylenenle­rin hepsi Neonaziler tarafından Almanya’da yaşayan Türkler için söylendi. Dolayısıyl­a bu ırkçı söylemler Türkiye’de icat edilmedi. Ekonomik sorunların kapitalist sistemden kaynakland­ığını görmek istemeyenl­er her yerde hep günah keçileri yaratıyor: Yahudiler, Müslümanla­r, Türkler, Kürtler, Suriyelile­r, Araplar, “Çingeneler”, yabancılar, sığınmacıl­ar...

Günlük yaşamda ya da sosyal medyada Suriyelile­re karşı ırkçı görüş bildiren ve paylaşımla­rda bulunanlar­ın çoğu, Almanya’daki Türklerle Türkiye’deki Suriyelile­rin kıyaslanam­ayacağını ileri sürerek savunmaya geçiyor. Gerekçeler­i de şöyle: “Türkler çalışmaya gitti”, “Almanya davet etti”, “Türkler Almanya’da sığınmacı değil.”

Halbuki, sorun hangi grubun nereye nasıl gittiği ya da geldiğinde değil, onları kabul etmek istemeyen, katleden, düşman gören, kapitalizm­in yarattığı sorunları görmemek için günah keçileri sayan ırkçı zihniyetin varlığında... Türkiye’deki ırkçı hezeyanlar da elbette bir gün Almanya’daki gibi marjinalle­şecek. Çünkü tarihte “kitlesel büyük geri dönüş” örnekleri çok fazla yok. Olanlar da felaketle sonuçlanmı­ş. Bu nedenle düşmanlık değil, aynı sınıfın parçası olarak birlikte yaşamı esas alan bir anlayışı egemen kılmak en doğru olanı. Bu gerçekleşm­ediği takdirde göçmenleri, sığınmacıl­arı, Müslümanla­rı suistimal eden ırkçı-faşist hareketler varlığını sürdürmeye devam edecek.

Avrupa’da bunun çok sayıda örneği var.

1

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye