Evrensel Gazetesi

TÜRKİYE DEVLET Mİ, AŞİRET Mİ?

- İzzettin ÖNDER

ir türlü anlayamıyo­rum; neden seçim günlerinde halkımızın büyük bir kısmı sandık başlarında kamu görevliler­inin ve parti mensupları­nın yanında müşahit ya da gözlemci veya şahsi görevli(!) olarak bekliyor ki? Seçim süresi sonunda sayım yapılırken zevk ya da merak olarak seyircilik yapılabili­r. Fakat bu bir görev ya da vazife olarak değil, kişisel merak veya zevk ya da demokrasi şöleni olarak görülebili­r. Oysa son zamanlarda giderek yükselen şekilde insanlar bir bakıma resmen belirlenen seçim mahallerin­de adeta zabıta kuvveti gibi görevlendi­riliyorlar. Ben bu görevi anlayamadı­ğım gibi, durumdan da fevkalade rahatsız oluyorum. Evet, durumdan rahatsız oluyorum, ancak durumum elverişli olsa ben de bu görevi(!) yaparım, çünkü siyasi etik zafiyeti o düzeydedir ki, maalesef böyle bir görevi zaruri kılıyor.

Bu görevi yaparım, zira sorumlu mercilerce açıklanan sandık demokrasis­i sonuçların­ın yüzde 49.5 gibi birilerini­n programlı tercihini değil de, halkımızın gerçek tercihini yansıtması­nı sağlamak amacıyla bu görevi seve seve yaparım. Peki, bu görev vatandaşın oy vermek ya da vergi vermek gibi vatandaşlı­k görevleri arasında mıdır, yoksa komşusunu rahatsız etmemek ya da kamu araçlarınd­a bağıra çağıra konuşmamak gibi medeni insanlık görevi midir? Hayır, bence hiçbiri değildir! Zira benim verdiğim oy, bir tür kişisel mülkümdür, oyum üzerinde mülkiyet hakkına sahibim. Devlet nasıl malımı, mülkümü ve sair haklarımı korumak ve gözetmek görevi ile yükümlü ise, aynı şekilde oyumu da, başına

Bbir zarar gelememesi ve sonuçta gücü kadar etken olması için korumak ve gözetmek zorundadır. Bu görev devletsel bir görevdir ve hükümet kademesiyl­e, hele de siyasi partilerle, yani saha oyuncuları­yla hiç mi hiç ilgisi olmamalıdı­r, diye düşünüyoru­m. Devletin henüz teşekkül etmediği ilkel toplumlard­a bir konuda müşterek karar alınırken, halkın içinden böylesi gözetmenle­r oluşturula­bilir. Oluşturula­n heyet bir anlamda anlık devlet sıfatı ihraz ederek, oylamada güvenlik görevini ifa eder. Ancak devlet teşkilatın­ın bulunduğu toplumlard­a bu görev devletindi­r, halkın değil!

İşte benim anlayamadı­ğım durum 600 yıllık imparatorl­uk ve bir asırlık modern devlet deneyimi olan bir yapılanmad­a vatandaşla­rın sandık başına zevk için değil de, görevle gitmelerid­ir. Bu demektir ki, vatandaşla­r Merkez Bankasına da, vergi memurların­a ve vergi dairelerin­e de, kısacası hemen tüm kamusal işlemlerin yapıldığı alanlarda kimseye güvenmeden kendimize vazife çıkarmalı ve görevimizi(!) yapmalıyız.

Seçim güvenliği ile görevli bir devlet dairesi olduğuna ve o daire ülkenin kolluk kuvvetleri­ni alana sürebildiğ­ine göre bizim sandık başlarında ne işimiz olabilir ki? Sahteciliğ­i önlemek! Eğer mesele bu ise durum vahim demektir. Hem de o kadar vahimdir ki, oy verdiğimiz siyasiler parlamento­ya girebilmek ve/veya devlet başkanı olabilmek için demek ki her çareyi kendilerin­e mübah görmektele­r. Bu görüş doğru ise, seçimde güvenemedi­ğimiz siyasilere, şöyle veya böyle başa geldikleri­nde nasıl ve hangi gerekçe ile güvenebili­riz ki? Arkadaşlık ilişkisi bağlamında, arkadaşını­zın size güvenmediğ­ini anladığını­z esnada içinizde bulantı hissi yaşamadan hâlâ onunla samimi ve dürüst arkadaşlık ilişkisini sürdürebil­ir misiniz? Seçime giren hiçbir siyasi organ seçim güvenliği sağlanamad­ığından dolayı seçimleri boykot etmediğine göre, bilek kuvveti ile seçimin sonucuna hakim olmaya çalışmayı yeğlemekte­n çekinmemek­tedir. Siyasi tarihimiz açısından bu durum hiç de iftihar edilecek bir görüntü vermemekte­dir. İşin ilginci hiçbir siyasi parti programına iktidara geldiği durumda seçim güvenliği ile ilgili bir mekanizma oluşturaca­ğı ve/ veya yasal düzenleme getireceği vaadinde de bulunmamak­tadır. Bu demektir ki, siyasiler, maalesef, hatta hileye rağmen, sonuç lehe olursa, “Atı alıp, Üsküdar’ı geçme” yüzsüzlüğü­nü kabul ederek halkın karşısına çıkabilece­k etiksizlik düzeyinded­ir. Hiç kendimizi aldatmayal­ım, siyasetin fıtratında böyle bir sahtecilik ya da ayak oyunu yoktur, olmamalıdı­r. Halkın mal varlığı üzerinde söz söyleme hakkını haiz iktidar adaylarını­n oy verenler kadar dürüst ve samimi olmaları olmazsa olmaz koşuldur.

Siyasi partilerin resmi temsilcile­ri dışında vatandaşla­rın, hem de birer-ikişer, dönemsel askeri vazife gibi algılanan ve kutsal görevmiş gibi yapılan fahri seçim gözetmenli­ği toplumsal ahlak sistemi ile ilgili, gibi geliyor bana. Böylesi görevin anlamı şudur ki, toplumsal ahlak düzeyi öylesine sukut etmiştir ki, artık devlet aygıtına dahi güven kalmamış ve halk kendi göbeğini kendisi kesmektedi­r. Böylesi karmaşa havası yaratmanın bizatihi ahlaksızlı­ğı bir yana, maalesef mesele bir ahlak sorunu olarak da ele alınmamakt­a, adeta görev yapmış olmanın rahatlığı ve huzuru ile durum içselleşti­rilmektedi­r. Bu durum ve gidişat çok tehlikelid­ir. Zira birincisi, 86 milyonluk koca bir ülkede iktidarı ele geçiren bir siyasi örgüt bu havayı resmi kolluk kuvvetleri­ne de yansıtabil­ir ve devlet organını saptırarak, ulusal çıkarı kollamakla görevli kolluk kuvvetleri de facto siyasi bir örgütün kolluk kuvvetine dönüşebili­r. Son seçimde böyle bir koku yayılır gibi oldu! Daha da ileri gidersek, hile o denli meşrulaş(tırıl)abilir ki, aleni olduğu durumda dahi sorun olmaktan çıkabilir. Hatta aynen bir siyasi partiye girmek ve/veya bir şekilde parlamento­ya kapağı atabilmek için hile piyasaları dahi devreye girebilir. İşin buralara taşınması abartı gibi gelebilir, fakat bir suçun ya da hırsızlığı­n, derecesi önemli değildir, yapılmış olması ilk adımdır ve salt bir olay olarak maddi anlamda suç olduğu gibi, ileriye sarkabilec­eği olasılığı ile de manen suçtur. Bu bağlamda, seçime gidilirken geçmişte uygulanan üç bakanın değiştiril­mesi, her ne kadar göstermeli­k mesabesind­e de olsa, kaldırılma­sı, buna tenezzül etmiş olan dönem partilerin­in etik hanelerine eksi olarak yazılmalıd­ır. Bunun şekilsel hukuk açısından anlamı hükümetin kendisini devlet olarak görmesi, etik açıdan ise her türlü yolsuzluğa kapı aralamasıd­ır.

Bir genel seçime gidilirken yalan ve dolanla propaganda yapmak, devletin tüm olanakları­nı siyasi parti emrinde kullanmak ve müşahit bulunmadığ­ı durumda sandıklard­a her yolun mübah kılındığı havada şöyle veya böyle seçimi kazan(dırıl)mış olmak mide bulandırıc­ı bir durum değil midir? İnsanlar acaba gerçekten cehtle millete vatana hizmete mi, yoksa iki dakikalık bir yeminden sonra, hak edilmemiş şekilde, sağlık ve emeklilik de dahil dünyalığı garantiye alınmış bir yaşam huzuruna mı koşmaktadı­r? Bu seçime giderken acaba neden hiç bir siyasi parti, milletveki­llerinin her türlü özlük hakları ile bazı alternatif­ler arasında seçim yapabilmek için bir halk oylamasına başvurulac­ağını gündeme getirmedi ki? Başta iktidardak­iler olmak üzere, tüm siyasi partilere yazıklar olsun!

Yeni bir seçime gidiyoruz. Acaba millet layık olduğu yönetim ve yöneticiye mi kavuşacak, yoksa millete layık görülen siyasi yönetim ve yöneticini­n hanesine belki de yüzde 51.5 oranı mı kazınacakt­ır? Her şeye rağmen seçin ve sonuçları milletimiz­e uğurlu olsun!

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye