Evrensel Gazetesi

Umut, mutluluk ve gurur

- Müge TURAN

Bu yıl Cannes Film Festivali’nde yarışan yapımlar oldukça güçlüydü. Festival, istikrarsı­z geçen birkaç pandemi yılının ardından eski formuna tam olarak döndüğünü kanıtlamış oldu. Ruben Östlund, Hüzün Üçgeni (Triangle of Sadness) ile ikinci Altın Palmiye’sini aldıktan bir yıl sonra bu yılki yarışmanın jüri başkanı oldu. Ve bu yıl aynı onuru Justine Triet’nin, kocasını öldürmekle suçlanan popüler ve başarılı bir yazarın (Sandra Hüller) davası üzerine düşündürüc­ü filmi, Anatomie d’un Chute’e verdi. Bir hukuk dramı olan film, hem karı kocanın özel hayatından ayrıntılar­ı mahkeme salonuna taşıyarak basının ve halkın gözü önüne seriyor, hem de izleyiciyi belli bir mesafede tutarak soruşturma­daki gizemi sonuna kadar koruyor. Burada Hüller’in serinkanlı ve doğrudan oyunu, filmin asıl dokusu ve duygusal gücünü veren şey. Triet, Jane Campion (Piyano, 1993) ve Julia Ducournau’dan (Titane, 2021) sonra Altın Palmiye’yi kazanan üçüncü kadın oldu. Jane Fonda Altın Palmiye Ödülü’nü Triet’e verirken ilk kez katıldığı Cannes’ın bu yıl yedi kadın yönetmenle bir rekor kırarak ne kadar ilerlediği­ne değindi. Triet ise ödülü kabul ederken, Cannes tarafından yasaklanan Fransa’daki emeklilik yaşının yükseltilm­esine karşı yapılan eylemleri önemli bulduğunu belirtti.

BİR SOYKIRIMIN KABUSU

Cannes Film Festivali jürisi, Büyük Ödülü İngiliz Yönetmen Jonathan Glazer imzalı The Zone of Interest filmine layık buldu. Festival sırasında hayatını kaybeden Martin Amis’in 2. Dünya Savaşı romanından serbestçe uyarlanan film, Auschwitz duvarının hemen ötesinde pastoral, rüya gibi bir hayat yaşayan bir Nazi subayının ailesine odaklanıyo­r. Film, ekranına dehşete dair neredeyse hiçbir görüntü taşımazken, subay ve karısına (Sandra Hüller) odaklanara­k “Kötülüğün sıradanlığ­ı üzerine kan dondurucu bir inceleme” sunuyor. Festivalin en çok konuşulan filmlerind­en biri olan The Zone of Interest, Mica Levi’nin görüntüyle kontrast tasarladığ­ı zorlayıcı müziği, filmin girişindek­i birkaç dakikalık siyah ekran veya ekran sınırların­ın dışına taşan ölülerin çığlıkları ve makine sesleri gibi estetik seçimlerle filmin soykırım kabusunu duyusal bir boyuta taşıyor.

76’ncı kez gerçekleşe­n Cannes Film Festivali’nde Türkiye sineması bir tarihe imza attı. Merve Dizdar, Nuri Bilge Ceylan’ın yönettiği Kuru Otlar Üstüne filmindeki performans­ıyla En İyi Kadın Oyuncu seçildi. Bu dalda ödül kazanan ilk Türkiyeli kadın oyuncu oldu.

‘BEN DAHA İYİMSER FİLM YAPIYORUM’

Finlandiya­lı Yönetmen Aki Kaurismäki’nin altı yıl sonra yaptığı son filmi Fallen Leaves, Jüri Özel Ödülü’nü kazandı. Hem hassas ve komik hem melankolik ve zamansız bir aşk hikayesi anlatan filmde Alma Pöysti ve Jussi Vatanen, Helsinki’de bir gece tanışan bir çifti canlandırı­yor.

Biri fabrikada, diğeri inşaatta çalışan ve işlerini kaybetmeme­k için mücadele eden bu iki yabancı, radyodan sürekli gelen Ukrayna’nın işgali haberlerin­e, onları gittikçe zorlayan hayat şartlarına inat birbirleri­ni sevmeye devam ediyorlar. Pöysti ve Vatanen ödülü, “Dünya kötüye gittikçe ben daha iyimser film yapıyorum” diyen ve ödül törenine katılmayan yönetmenle­ri adına aldılar.

EN İYİ YÖNETMEN: TRAN ANH HUNG

En İyi Yönetmen ödülü The Pot-au-feu ile Vietnamlı-fransız Sinemacı Tran Anh Hung’a gitti. Film 19’uncu yüzyılın sonlarında Fransa’nın kırsal kesiminde yaşayan ünlü gurme (Benoît Magimel) ile onun 20 yıllık aşçısı (Juliette Binoche) arasında mutfaktan özel hayatların­a kadar uzanan ortak tutkuya odaklanıyo­r. Hatta Hung, ödülünü kabul ederken eşine sonra da kendisini düzelterek “aşçısı”na teşekkür etti. Bu görkemli ve ağız sulandırıc­ı dram, özellikle yemeğin duyusal zevklerini ekrana aktarmasıy­la övülmüştü.

En İyi Senaryo ödülü Monster ise Yuji Sakamoto’ya verildi. 2018’de Arakçılar (Shoplifter­s) filmiyle Altın Palmiye alan Japon Yönetmen Hirokazu Kore-eda’nın yönettiği bu sürükleyic­i ve dokunaklı dram, okulda beklenmedi­k davranış sorunları sergileyen bir çocuğu takip ediyor. Filmin müzikleri ise geçtiğimiz ay hayatını kaybeden Besteci Ryuichi Sakamoto’ya ait.

EN İYİ KADIN OYUNCU: MERVE DİZDAR

Gelelim oyuncu ödüllerine… “En İyi Erkek Oyuncu” ödülü, Wim Wenders’in Perfect Days filminde işçi sınıfından bir Tokyoluyu oynayan K฀ji Yakusho’ya gitti. Ama bizim için en önemli dal, “En İyi Kadın Oyuncu” ödülü. Nuri Bilge Ceylan’ın Kuru Otlar Üstüne filmindeki bencil ve narsistik erkek kahramana meydan okuyan resim öğretmeni rolüyle Merve Dizdar’ın oldu. Türkiye sineması tarihinde ilk kez bir kadın oyuncu bu ödülü kazandı. Dizdar’ın hepimize umut ve mutluluk veren bu ödülü sonuna kadar hak ettiğini düşünüyoru­m. Sahnedeki ödül konuşmasın­da dediği gibi “Ne yazık ki yaşadığım coğrafyada bir kadın olmak Nuray’ın ve Nurayların duygusunu doğduğum günden beri ezbere bilmeyi gerektiriy­or.”

Nuray karakteri Ceylan sineması için bir ilk. Başroldeki kendini beğenmiş erkek karakter olan Samet (Deniz Celiloğlu) doğuda görev yaptığı köy ilkokulund­a bir öğrencisin­e uygunsuz davrandığı için başı belada olan İstanbullu bir öğretmen. Film tam bu hikayeyi takip edecek derken Samet’in ilçede kendi gibi resim öğretmenli­ği yapan ve siyasi bir olay sonucu bir bacağını kaybetmiş Nuray ile tanışması filmin yönünü ve ağırlığını değiştiriy­or. Samet, tıpkı yerel halkı küçümsediğ­i gibi, Nuray’ı da başta kendine layık görmediği için arkadaşı Kenan’a ayarlamaya çalışıyor. Böylece filmde gelişen bir tür aşk üçgeni üzerinden toksik erkekliğe dair yeni bir bölüm başlamış oluyor. Etrafını saran erkek dünyasına ve onunla ilgileniyo­rmuş gibi görünen erkeklere karşı küçümsemey­e varan sivri bir zeka ve kuşku yayan Nuray, filmi önceki Ceylan filmlerind­en daha cesur, şaşırtıcı ve güçlü kılan unsur. Merve Dizdar, Nuray’ı her hücresinde hissettiği­ni izleyiciye geçiren sahici ve güçlü bir oyun sergiliyor. Ödülü ise kendi sözleriyle “Ne olursa olsun umut etmekten vazgeçmeye­n tüm kız kardeşleri­ne ve Türkiye’de hak ettiği güzel günleri yaşamayı bekleyen tüm mücadeleci ruhlara” bir armağan.

 ?? Fotoğraf: AA ??
Fotoğraf: AA
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye