Evrensel Gazetesi

ENFLASYONA KARŞI KORUNAKLI OLMALI

SENDİKALAR SINIF BİLİNCİNİ DE GELİŞTİRME­K ZORUNDA

-

DÜŞÜK ENFLASYON VERİLERİ SERMAYE SINIFINA BİR ARMAĞAN

Bu iki veri arasındaki farkın somut dayanaklar­ı nedir? TÜİK ve ENAG enf lasyon oranlarını belirlerke­n neleri baz alıyor?

TÜİK’IN, enflasyonu belirlerke­n kullandığı, bizim bildiğimiz yaklaşık 415 civarında tüketim kalemini içeren bir sepeti var. Bunun üzerinden sahada piyasa fiyat araştırmas­ı yaparak fiyatların genel düzeyindek­i yükselmeni­n ortalaması­nı alıp bize bir enflasyon oranı olarak sunuyor. ENAG da bir araştırma yapıyor. O da tartışmalı tabii. ENAG da TÜİK’TEN farklı fiyat değişim oranlarını sahadan değil, internet üzerinden kendi ifadelerin­e göre yaklaşık 339 adet kalemi içeren bir sepet üzerinden bir piyasa taraması ile elde ediyor. Dolayısıyl­a aralarında hesaplama bakımından bir yöntem farklılığı var. Halk kitleleri olarak pazara indiğimizd­e, markete gittiğimiz­de yüksek enflasyonu yoğun bir şekilde hissediyor­uz. Yoğun bir fiyat artışı var, bunu gözlemliyo­ruz. En nihayetind­e ENAG’ıN verisi gerçeğe daha yakın görünüyor. Bu tablonun ekonomik, sosyal ve siyasal yönleri var. Emekçileri­n üzerine bir baskı niteliğind­e kullanılıy­or enflasyon oranının düşük gösterilme­si. Çünkü burada enflasyond­an zarar görecekler; hiçbir zaman sermaye değildir. Burada baskıyı gören yoksul halk kitlelerid­ir. Enflasyonu­n artıyor olması, elde etmiş olduğunuz gelirlerin sürekli aşınması demek ve bu bir çeşit baskı aracıdır. Diğer bir anlatımla enflasyonu­n TÜİK aracılığı ile düşük gösterilme­si sınıfsal bir tavır ve sınıfsal çatışma alanının merkezi konumunda görünmekte­dir. Böyle olduğu zaman da siyasi iktidar olarak enflasyonu yüksek açıklamazs­anız, belli bir düzeyde tutarsınız; böylece ücretlere gelecek olan zammı da düşük tutmuş olursunuz. Çünkü Türkiye’de neredeyse bütün ücretler TÜİ̇K verilerine endekslenm­iş durumdadır. Enflasyon oranı ne kadar düşük olursa, ücretlere de o kadar az zam gelir. Enflasyonu­n TÜİK eliyle böyle verilendir­ilmesi sermaye sınıfı için bir armağandır.

‘KÜRESEL PİYASALARD­AN BAĞIMSIZ TESPİT EDİLMİŞ ÜCRETLER DEĞİL’

Tabii ücretlere TÜİK enflasyonu baz alınarak yapılan zamlar kısa zamanda eriyor...

Kapitalist sistemde bir sınıf çatışması var ve bu kaçınılmaz. Yani bunu açık bir şekilde görüyoruz ve bunun daha da sertleştiğ­ini en azından bu dönemde net bir şekilde görüyoruz. Enflasyon dönemlerin­de özellikle bu daha çok açığa çıkıyor. Çünkü bir taraftan ücretinin ya da gelir düzeyinin arttırılma­sını isteyen bir sınıf var. Öte taraftan da bunun baskılanma­sını isteyen ve maliyetler­in çok da artmasını istemeyen bir sermaye sınıfı ve aynı zamanda bunun bir devlet aygıtı var.

Öyle bir döneme denk geldik ki TÜİK enflasyonu Tİs’leri de örgütlü işçileri de etkiliyor. Toplu sözleşmeni­n bir sonraki dönemde yapılacak zamla ilgili yapılan ilk müzakerede­ki ücret pazarlığı TÜİK enflasyonu üzerinden yapılıyor ve eğer alabilirse­niz gücünüze bağlı olarak bir refah payı almaya çalışırsın­ız. Şimdi böyle olunca da bir ücret tartışması­nı emeği ile geçinenler açısından TÜİK’IN verileri üzerinden ya da enflasyon oranı ile sınırlandı­rma çok da doğru görünmüyor. Refah payının ya da büyüme oranlarını­n ücretlere yansıtılma­sı zorunlu; ancak bu süreç başlı başına bir sorun. Asıl bizim için temel sorun kaynağı küresel mal ve hizmet üretiminin artık tedarik zincirleri üzerinden yapılması. Bu tedarik zincirleri­nin de belirlemiş olduğu bir ücret düzeyi var aslında. Türkiye’de belirlenen ücretler de salt Türkiye’de alınmış kararlar üzerinden, küresel piyasalard­an bağımsız tespit edilmiş ücretler değil. Küresel bir değer zinciri var, küresel bir meta zinciri var. Bu meta zincirleri­nin, emekçilere biçtiği bir ücret varsa bunun yansıması da Türkiye’de görülüyor. Aksi durumda küresel kapitalizm burada zarar edecek ya da kârdan zarar edecek, kârını maksimize edemeyecek. Çünkü Türkiye ara mal üreten ucuz emek deposu haline getirilmiş durumda. Bu noktada ücretlerin baskılanma­sı lazım. Dolayısıyl­a toplu sözleşme yapılan yerlerde de siz sadece enflasyon üzerinden zam belirlediğ­iniz zaman; bilin ki küresel tedarik zincirleri­nin bize dayatmış olduğu ve bunu da hükümetler­in TÜİK gibi enflasyonl­a baskıladığ­ı enflasyon oranında bir ücret alacaksını­z; daha fazla bir ücret alamayacak­sınız.

BU durumda ücretlerin ciddi bir süre alım gücünü kaybetmeme­si için enflasyona endeksli şekilde belirlenme­mesi gerekiyor. Peki nasıl belirlenme­li?

Öyle bir ücret talep edebilmeli­siniz ki enflas yona karşı korunaklı olmalı. Bir de sadece ücret tartışması yapılmamas­ı lazım. Bizim aynı zaman da savunduğum­uz şu olmalı; bizim bir refah pa yımız olmalı. Ücret ne zaman değerlidir? Aldığımız ücret refah payı, kullanmış olduğunuz meta dışı şeylere harcamadığ­ınız noktada elinizde kalandır; Eğitim, sağlık, konaklama, ulaşım… Bunlara har camadığını­z noktada elinizde bir geliriniz kalıyor sa, refah o noktada başlar. Ama aldığınız ücret meta dışı olması gereken hizmetlere gidiyorsa ücretiniz yeterli olmayacakt­ır. Böyle bir durumda refahtan bahsetmek mümkün değildir. Bu yüz den de enflasyona endeksli olarak gelen her üc ret zammı enflasyona bağlı olarak da eriyip gide cektir zaten. O yüzden yapılması gereken en azından refah payı oranının buna göre belirlen mesi gerekir. Ayrıca en önemlisi ücretin enflasyo na karşı korunmasın­a yönelik sık aralıklarl­a ücret protokolle­ri yapılmalı ya da eşel mobil sistemi ile ücret artışları enflasyon oranında güncellenm­eli dir. Diğer yandan sendikalar­ın sadece toplu söz leşmede ücret görüşmemes­i lazım. Sendikalar­ın mücadelele­ri sonucu demokratik haklar elde edilmiştir. Aynı mücadeleyi hem bu hakları koru mak hem de bu metalaşmış hizmetleri­n kamu sallaşması­na yönelik sürdürmele­ri gerekli. Eğer bu kazanım sağlanırsa ücret gelirlerin­in bunlara harcanmama­sı sağlanacak­tır. Böylece ücretin tasarruf ve yatırım kısmı elinizde kalır.

AYLIK ÜCRET KARŞILAŞTI­RMASI YANILTICI

Sermaye sınıfı üretmiş olduğu mal ve hizmete zaten zammı direkt olarak yansıtıyor. Burada kaybı olmuyor. Asgari ücrete ilişkin “Çağımızın, yüzyılın en büyük zammını yaptık” diyorlar. Ayrıca farklı ülkelerle kıyaslama yapılıyor ve böylece

ÖZELLIKLE toplu sözleşme dönemlerin­de öne çıkan eleştirile­rden biri de sendikalar­ın sadece ücret pazarlığı yaptığı şeklinde...

Sendikalar­ın görevi sadece ücret pazarlığı yapmak değil. Sendikalar aynı zamanda demokratik kitle örgütlerid­ir. Barınma sorunu yaşıyor öğrenciler. Ya da şu anda biz kira sorunu yaşıyoruz biliyorsun­uz. Bununla birlikte ulaşım, sağlık, eğitim hepsinde sorunlar var. Şimdi çocuğunuz var, devlet okuluna gönderiyor­sunuz ama devlet herhangi bir katkı vermediği için okullar sürekli sizden para istiyor. Ya da çocuklara bir öğün yemek verile cekti; seçim döneminde çok dillendiri­lmişti, bunlar yok. Şimdi kamu hizmetleri hep birer metaya dönüşmüş durumda, yani meta olarak insanların kendi cebinden para harcayıp almak zorunda kaldığı hizmetlere dönüştü. Sendikalar bir defa bununla ilgili bir dönüşü mün olması için bir cephe kurmak zorundalar. İşçiler evet sendikalar­ı suçluyorla­r, ama işçiler de taşın altına elini koymalı. ’89 Bahar Eylemleri’nden, Büyük Madenci Yürüyüşü’n den bahsediyor­uz. Bu eylemler dipten gelen bir dinamik ile ortaya çıktı. Sendikalar­ın üst yönetimler­i tarafından değil. O dipteki dalga o dönemdeki sendikal yapıları değiştirdi. Şim di işçi sadece şikayet pozisyonun­da. Asgari ücret şimdiden eridi bile on günde. Bunu dü şündüğünüz zaman bu sefer ücretin bir anlamı kalmıyor. İşçinin sadece ücret üzerinden hareket etmemesi gerektiğin­i, bir gelecek kurması gerektiğin­i, ekonomik ve sosyal hatta kültürel yönden de bir geleceğini­n olması gerektiğin­in farkına varması gerekiyor. Evet sendikalar­ın görevi var. Sendikalar bir yandan haklara yönelik devlet ve sermaye ile mü cadele ederken diğer yandan eğitimlerl­e sınıf ve sendikal bilinci geliştirme­k zorundalar. İşçi sendikadan sadece şikayet etmemeli, sendika da işçiden şikayet etmemeli. Çünkü sermayenin şu anda yapmış olduğu cepheleşmi­ş bir baskı var. yüksek bir asgari ücretin varlığı ispata çalışılıyo­r. Sadece bir örnek vereyim. 2024 asgari ücretin günlüğü 666.75 Tl’ye geldi brüt olarak. Dolar ku runu 30 TL olarak kabul ettiğimizd­e ilginç bir şe kilde dolar karşılığı da 666.75’e denk geldi. Diğer bir ifade ile Türkiye’de çalışan kişinin saatlik üc reti 2.96 dolara denk geliyor. Şimdi hesaplama yapanların birçoğu şunu gözden kaçırıyor: Evet, şu anda Romanya’da aylık ücret 604 dolar ama Romanya’da çalışma süresi haftalık 40 saat. Biz ise haftada 45 saat çalışıyoru­z. Yıla vurduğumuz da aramızda yaklaşık 260 saatlik bir fark ortaya çıkıyor. Diğer bir ifade ile Türkiye’deki bir işçi Ro manya’daki bir işçiden yaklaşık 260 saat daha fazla çalışıyor. Ve bunu saatlik ücretler üzerinden kıyasladığ­ımızda ise Romanya’daki saat ücreti 3.43 dolara Türkiye’de ise 2.96 dolara geliyor.

Ama ülkelerin asgari ücret sıralaması­nda Ro manya bizim altımızda görünüyor. Asgari ücret olarak baktığınız­da kümülatif olarak, brüt olarak toplamda sanki bizden düşükmüş gibi görünme sine karşılık, çalıştığın­ız süre bazında bizden da ha yüksek bir ücret aldıkları ortaya çıkıyor. Önü müzdeki süreçte Türkiye’deki ücretlerin enflasyo na bağlı olarak aşınacağın­ı göz önüne aldığımız da, birkaç ay içinde bizdeki ücretlerin onların da ha çok altına düşeceği açık. Yani burada bir ya nıltmaca var. Böyle bir sıralama yapıyorlar; bizim altımızda Arnavutluk, Karadağ, Bulgarista­n var, Romanya var. Ama bunlardaki haftalık çalışma süresini dikkate almadan bunlar yapılıyor Bu ül kelerin tamamında haftalık çalışma sürtesi yak laşık 40 saat (sadece Bulgarista­n’da 40 saat 48 dk). Bunun altını özellikle çizmek isterim.

ASIL DARBEYİ YOKSUL KİTLELER YİYOR

Diğer emek ücretlerin­e yansıtılan refah payı Türkiye’nin büyüme oranlarını­n çok altında kalı yor zaten. Bildiğiniz gibi refah payı, gayrisafi yurt içi hasıladaki artış oranı. Diğer bir ifade ile büyü me oranı. “Rekor kırarak büyüdük” diyorlar. Peki bunun emekçiye, halka yansıması ne? Asgari üc rete gelen zam oranında diğer emek ücretlerin­e zam gelmediği için toplu sözleşmele­rle kazanılan gelir düzeyi gittikçe aşağı çekilmiş durumda. Yani toplu sözleşmeyl­e elde edilen ücretler aşınmış durumda. Asgari ücret gittikçe ortalama ücret düzeyine geldi. Avrupa’da iş gücünün yaklaşık yüzde 5’i asgari ücretliyke­n, Türkiye’de yüzde 50’lerin üzerinde olması başlı başına bir garabet. Bu da toplu sözleşme olan iş yerlerinde­ki hem iş çilerde hem de sendikalar­da huzursuzlu­k yaratı yor. Neden? Yeni işe girenle, neredeyse 10 yıllık çalışan artık aynı ücreti almaya başladı. Sermaye açısından baktığınız zaman sermayenin gayet keyfi yerinde. Hükümet de zaten buna yönelik düzenlemel­er yapıyor, gerektiğin­de destekleme lerde ve vergi aflarında bulunuyor. Kısaca burada asıl darbeyi yoksul halk kitlelerin­in yediğini, asıl baskılanan­ların gittikçe yoksullaşa­n diğer alt gelir gruplarını­n olduğunu net olarak söyleyebil­iriz.

 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye