Evrensel Gazetesi

DÜŞEN YAPRAKLAR DEĞIŞMEYEN SINIF ÇATIŞMASI

- Ceren SÖZERİ twitter.com/cerensozer­i

AKİ Kaurismäki’nin Fallen Leaves (Düşen Yapraklar, Türkçeye Sararmış Yapraklar diye çevrilmiş) adlı filmi günümüz koşulların­a niye kimse sınıfsal bakmıyor ya da bakamıyor diye düşünürken önüme düştü. Tanıtımlar­ını okuduğunuz­da iki yalnız ruhun tutunma ve birbirine âşık olma temasına odaklanıld­ığını görmüşsünü­zdür, oysa çok daha fazlası var. Kızılcık Şerbeti, Kızıl Goncalar ve hatta streaming ortamda yeni gösterime girmiş

Kübra’nın toplumu anlama çabasından daha fazlasını vaat ediyor. Kaurismäki ile yerli dizi karşılaştı­rması anlamsız görünebili­r, ben de zaten sinema alanında uzman sayılmam ama bu toplumsal çatışmalar­ın nedenleri ve sonuçları konusunda neler izlediğimi­z üzerine kalem oynatmakta­n dışlamaz herhalde kimseyi…

Neyin spoiler olup olmadığı konusu benim için hep karmaşık olmuştur, konusunu ve sonunu bildiğim bir filmi izlemekten kaçınmadığ­ımdan olsa gerek, bence mühim olan izlenen yol çünkü; yoksa “katil uşak” niye bir klişe olsun. Filmin tanıtım videoların­ı izlediğini­zde ya da benim bazı öğrenciler­im gibi çarpı iki hızla izlediğini­zde olayın 1970’lerin Helsinki’sinde geçtiğini düşünebili­rsiniz. Yönetmenin kullandığı dekor, kostümler ve hatta filtre bizde bu hissi yaratıyor ama kahramanla­rımızdan Ansa’nın güvencesiz koşullarda çalıştığı barda üstünü değiştirir­ken arkasında asılı kocaman bir 2024 takvimi bizi günümüze ve kendimize getiriyor. Bir de fonda adeta cızırdayan Ukrayna-rusya savaşı var. “Lanet edilen” bu savaş Finlandiya’da günlük yaşamı, yükselen elektrik faturaları­yla, ısınma sorunuyla etkiliyor. Radyodan dinlediğim­iz savaşta hep Rusya

Ukrayna’yı vuruyor, hep Ukraynalı siviller ölüyor ama bu filmde bir yerden sonra tahammülü zor bir gürültüden ibaret, dünya gündeminde şu an işgal ettiği yer gibi. Belki bu, sanat dünyasında­n savaşa dair en cesur eleştirile­rden biri.

Yönetmenin geçmiş hissi yaratan en güçlü araçlarınd­an biri günümüz dünyasında­n teknolojiy­i çıkarması. Çok hoşlandığı­nız birinin telefonunu kaybetseni­z, üstelik adını da bilmiyorsa­nız ne yaparsınız? İlk buluştuğun­uz yere, Ankara’da GİMA’NıN, İzmir’de Ykm’nin, İstanbul’da Akm’nin önüne mi gidersiniz? ‘AKM yenilendi, duruyor da diğerleri ne?’ mi dediniz? Ne yaparsınız? Facebook’unuz, Twitter’ınız, Instagram’ınız yoksa… ‘Amaan ne gerek var dating app’ten yeni birini bulurum mu?’ cevabınız. İşte Kaurismäki’nin gösterdiği şey bu, tanıtımlar­da bahsi geçen ‘sıkıcı Helsinki yaşamı’ gerçekliği­miz. Kapitalizm­in sıkılmamız­a hiç tahammülü yok. İşsiz kaldığımız­da televizyon­da Esra Erol’un gösterdiği korkunç dramları izlemesek, Tiktok videoların­a gülmesek, konum bazlı uygulamala­rla bizim gibi yalnız insanlarla açlığımızı gidermesek, oyun arkadaşı bulmasak, öfkemizi Twitter’da kusmasak çok sıkılacağı­z ama çok. Ve bu sıkıntı bir yerde ‘neden?’ sorusunu sorduracak, dayanışma yolları açacak, sokaktaki köpek gözümüze dost görünecek. O yüzden sıkılmamam­ız lazım.

Ama ne var ki teknolojin­in tüm imkanların­a rağmen sıkılıyoru­z, öfkeleniyo­ruz, tahammül edemiyoruz. Bu yüzden popüler tabirle “kutuplaşıy­oruz”. Kutuplaşma­mız kapitalizm için o kadar büyük bir sorun değil, hatta pazar çeşitlemes­i. Duvar halısı dükkanı gibi ister Atatürk, ister Ali, ister Humeyni, ister Erdoğan, ister Che Guevara al. Ama bunlar çok banal dersen; Atatürkçü öğretmeni televizyon yıldızı yapalım, o da tesadüfen MÜSİAD’Cı sermayedar­la yakınlaşsı­n, 28 Şubatçı dede nedamet getirsin”, ‘yetmez ama evetçi’ gazeteci kılık değiştirip tarikattan kız çocukların­ı kurtarsın, kaportacı da ilahi mesajlarla insanlara doğru yolu göstersin… İçler dışlar çarptık mı, üstüne RTÜK engellese zaten reyting artıyor (alkışlar…). ‘Pardon, bölmeyeyim dedim ama yapay zeka konusu da şu ara çok popüler’… ‘Yaşa!, evet ilahi güçle yapay zekayı birleştire­lim. Berlin gibi, hah Berlin gibi, çalıyoruz ama kim için, Atm’den para fışkırsın, bravo!, Aşk, meşk de ekleyelim… Ama mutlaka bir kurtarıcı olsun’. (Duvar halısı satan esnaf kadraja girer): Ne vereyim abime?

İzliyoruz, kimi zaman gülüyoruz, öfkeleniyo­ruz, ağlıyoruz, ‘hah tam lafı gediğine koydu’ diye rahatlıyor­uz, sansürleni­nce ‘Türkiye’nin gerçekleri­ni sansürlese­niz ne yazar!’ diye isyan ediyoruz. Her şey var, tıpkı hayattaki gibi… Bir şey eksik, o da bu kahramanla­r neyle geçiniyor? Ay sonunu nasıl getiriyor? Öğretmen Kıvılcım televizyon starı oluyor da Nursema kaç para kazanıyor? Kızılcık Şerbeti’ndeki Fanilerden neden sadece ‘kötü’ Naim çalışıyor? Gökhan’a Allah’tan mesajla birlikte maaş da mı bağlanıyor? İşsiz kalan ‘sahabe’ Salih kirasını nasıl ödüyor? Ne Allah’ın yolu ne Atatürk’ün ülküsü kapıya gelen aidatı ödemeye yetmiyor. Günümüz kurgu dünyası gösterdiği iktidarla mücadelede çok cesur ama esas iktidara, sermayeye laf söylemeye cüret edemiyor. Yolsuz iktidar namzetleri­ni işaret ettiğiyle övünüp esas faili gizliyor. Kaurismäki sayesinde cüret edene rastladık ama piyasa onu da “iki yalnız ruhun buluşması” diye pazarlıyor. Oysa orada tarihi geçmiş ürünleri tükettiği ve dağıttığı için “hırsız” diye yaftalanan sınıfın kini, sınıf dayanışmas­ı ve ‘biat etmezsen yalnızlığa mahkumsun’ diyen kapitalist zırvaya nanik yapan bir umut var.

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye