‘Bu bina yıkılacak biliyoruz’
İstanbul Küçükçekmece’de kapısını çaldığımız her dairede uzun uzun konuşma fırsatı yakalayamasak da hep benzer sözü duyuyoruz: Bu bina zaten çok eski, burası sağlam değil, yıkılacak, biliyoruz.
Acı ve umutla karışan “Sesimi duyan var mı” feryatları hafızalardan silinmemişken, Van ve Elâzığ’ın ardından memleket 6 Şubat’ta art arda meydana gelen depremlerle bir kez daha sarsıldı. Depremin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen bölgedeki depremzedelerin insanlık dışı koşullara rağmen yaşama tutunma mücadelesi sürüyor. Deprem meselesinde birçok acı deneyimin olmasına, uzmanların ciddi uyarılarına rağmen meydana gelen her deprem baştan sona bir öncekini hatırlatıyor. Ne deprem öncesi önlem alınıyor ne sonrası insanlara güvenli ve sağlıklı bir yaşam alanı sağlanıyor.
Marmara’da meydana gelmesi beklenen depremin de çok büyük hasarlara neden olacağı bas bas bağırılırken, başta iktidar olmak üzere yöneticiler, yüz binlerce binanın 99 öncesi yapıldığı bu kent için gerekli adımları atmıyor. Görünümü dahi yıkılmaya yüz tuttuğunu ortaya koyan binalarda milyonlarca insan yaşıyor. Asgari ücretin 17 bin lira olduğu memlekette depreme dayanıklı olan binalarda yer alan dairelerin kiraları ise asgari ücreti aşıyor. Bu sebeple “Evimizden olmayalım, yoksa sokakta kalırız” kaygısıyla, yaşadıkları binalara dayanıklılık testi başvurusunda bile bulunmayanlar var.
HADDİNDEN FAZLA SIKIŞTIRILMIŞ İLÇE
Çaresizce bekleyenlerden sadece birkaçı ile sohbet etme imkanı yakalıyoruz İstanbul’un Küçükçekmece ilçesinde. Deprem riski yüksek bu ilçenin 800 bine yakın nüfusu var. Neredeyse her mahallede apartmanlar tıkış tepiş, üst üste. Bir sokakta yürümek bile zorken normal bir iş gününde sürekli trafik çilesi var. İnsan etiyle, otomobillerle, binalarla haddinden fazla sıkıştırılmış bir ilçe...
Binaların çoğu yaşlı. Depreme dayanıksız olmaları ve yapısal sorunlar, olası bir depremde hiç de iyiye işaret etmiyor. Binaların yüzde 70’inin 2000 yılı öncesi yapıldığı ilçede çok iyimser öngörülere göre 3 binden fazla binanın ağır hasar alacağı, en az 1500 can kaybının meydana geleceği söyleniyor.
Nüfus yoğunluğunun en yoğun olduğu mahallelerin başında Atatürk ve Mehmet Akif Mahalleleri geliyor. Sanayi sitelerine yakın bu mahallelerde, Aymakop, LC Waikiki, File, Mercedes, Özak Tekstil, Borusan gibi fabrika ve depoların yanı sıra adı sanı bilinmeyen binlerce iş yerinde çalışan işçiler yaşıyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Atatürk Mahallesi’nde depremde barınma ihtiyacı olacak hane sayısının 3 bin 108 olduğunu söylüyor, Mehmet Akif’te ise 3 bin 390. Olası bir depremde Atatürk Mahallesi’nde yaşayanların toplanabileceği tek alan Ulubatlı Hasan Parkı, Mehmet Akif Mahallesi’nin acil toplanma alanı dahi yok, büyük ihtimalle yıkılmış binaların arasında kalan boşlukları dolduracak ya da yanlarındaki mahallenin parkına gidecekler.
HERKES DURUMUN FARKINDA
Atatürk ve Mehmet Akif’te her sokağın yarısı dışarıdan da belli olacağı üzere çok eski binalarla sıralanmış. Mehmet Akif Mahallesi’ndeki sokaklarda tek tük yeni yapılan binalar var. 5 kattan yüksek fazla bina yok. Bir sokak bir kilometreye kadar uzanıyor böyle. Aralardan cadde geçiyor. Sokak araları oldukça dar, kaldırımlara çıkan araçlar insanı yoldan yürümeye mecbur bırakıyor. Bir yeni bina, yanında dört eski bina, neredeyse 50 yıllık binalar. Bazı binalara girip dairelerin kapılarını tek tek çalıyoruz. Binaların ne kadar eski ve bakımsız olduğu apartmanın içine girince daha çok anlaşılıyor. Asansörü olmayan, o kadar eski apartman var ki. Girdiğimiz apartmanların yarısında mülteciler var. Kapısını çaldığımız her dairede uzun uzun konuşma fırsatı yakalayamasak da hep benzer sözü duyuyoruz: “Bu bina zaten çok eski, burası sağlam değil, yıkılacak, biliyoruz.”
YAĞMUR YAĞDIĞINDA EVİ SU BASIYOR
322. Sokak’ta karşımızda 5 katlı, gri-mavi eski bir apartman. Apartman girişinde uçta uca asılmış çamaşır ipliğinde ters asılmış çamaşırlar. Kapı açık, binanın bodrum katında üç daire, binada ışık yanmıyor, önümüzü gösteren kapıdan sızan ışık sadece. Burun buruna bakan bu üç dairenin koridoru ayakkabı dolu. Birinde 38 yaşındaki Feride Seven ve 5 kişilik ailesi yaşıyor. Feride “deprem” deyince buyur ediyor. Bu eski dairede evli ve bebeği olan oğlu ile oturuyor. İki aile bir arada yaşamlarını sürdürüyorlar. Dairenin kabarmış duvarları el yordamıyla sarıya boyanmış. En son Küçükçekmece’de yağışlarla evi su başmış, pencere sınırına kadar su dolan evde eşyalar zarar görmüş, duvarların yarısı da bu yüzden kabarıkmış. Ne kadar boyasa da anca bu kadar toparlayabilmiş Feride. Evdeki suyu boşaltıp eşyaları atmak zorunda kalmışlar. Şimdiki eşyalar belediyenin, kolu komşunun yardımlarıyla tamamlanmış. Sosyal yardımlarla, bir de oğlunun yevmiyeli çalıştığı işlerden kazandığı ile geçiniyorlarmış. Şiddet gördüğü eşinden ayrılmış Feride. O gün okul günü olmasına rağmen küçük kızı da yanımızda. Beslenme çantasına yiyecek bir şey koyamadığı için okula gönderememiş o gün. Daha önce tekstilde çalışan, hurda toplayan, bulaşıcılık yapan şimdi ise torununa bakan Feride konuşurken zorlanıyor. Nefes alma ile ilgili problemini gördüğü şiddetlerin tahribatı olarak anlatıyor: “Burnumu kırmıştı, burnumda kitle oldu, üç kez ameliyat oldum. Sigortam yok, yine ameliyat yaptırmamız lazımmış. O yüzden nefes almakta çok zorlanıyorum. Bu yüzden çok hızlı yoruluyorum, düzenli çalışamıyorum da, bazen merdiven silmeye gidiyorum, günlük alıyorum” diyor.
‘EV SAHİBİ AĞABEYİM, KİRAYI EKSİK ÖDEYİNCE DÖVÜYOR’
Feride, 1300 lira sosyal yardım alıyor devletten. Bir de 500 lira İBB kartı var. Bir tane deterjan, şampuan, yağ alıyor ve bitiyormuş bu karttaki para. Oğlu Osman’ın kazandığı da ancak bebeğin masraflarına gidiyor. Bazen çöp tenekesine asılan ekmekleri bile almak zorunda kaldıklarını anlatıyor. Gözleri doluyor. “Kirayı ödemekte çok zorlanıyoruz” diyor.
Ev sahibinin aslında ağabeyi olduğunu, ama neticede bir ev sahibi olduğunu vurguluyor. Mahcup bir biçimde ağabeyinin kirayı ödeyemediklerinde gaddarca muamele ettiğini anlatıyor: “4 bin lira kira veriyoruz ona. Kirayı veremediğimizde gelip bizi dövüyor. Bir keresinde 300 lira eksik verdik, haftaya verelim dedik. Kabul etmedi, geldi, beni ve çocuğumu hırpaladı, dövdü. Yakınlarda ablam oturur, o geldi engel oldu. Ama bu ev de olmasa başka nereye gidebiliriz? Kiralar çok yüksek.”
‘KİRAYA VERMEK İÇİN KOLONLARI KESTİLER’
Olası bir depremde buranın yıkılacağından emin Feride. Marmara Denizi’nde ufak çaplı depremleri dahi hissettiklerini anlatıyor: “Geçen ay ufak bir deprem oldu ya hani, bizim bu bina öyle sallandı ki. Çekyat gidip geldi.”
Arada küçük kızı gelip bizi dinliyor, korkmasın diye içeriye gönderiyor Feride. Sonra, “Ben sana gerçeği konuşayım, bizim bu binamız sağlam değildir. Bu en alt kat eskiden tek bir büyük bodrummuş, kolonlar varmış. Sonra kiraya vermek için kolonları kesip daireye çevirmişler alt katı. Zaten belli, eski. Binaya gir merdivenleri çık korkarsın, sallanır yürürken bile. Biz bu bodrum katında, mezarda yaşıyoruz aslında. Ama kime söyleyeceğiz, kime gideceğiz bilmiyoruz. Burası depremde yıkılacak. Test mest de yapılmadı. İstanbul’da bir sürü bina yıkılacak zaten. Onlardan birisi de burası. Öleceğiz, kalacağız altında” diyor.
‘NEREYE GİDEBİLİRİZ Kİ?’
Diğer dairelerde yaşayanları, komşularla bu durumu konuşup konuşmadıklarını soruyoruz. “Onlar da gariban, nereye gitsin?” diyor: “Karşıda Suriyeliler oturuyordu, geçen alıp götürdüler geri göndermeye. 12 kişi bir evdeydiler, şimdi boş o daire. Diğer taraftakinin de kocası işçi, üç çocuğu var. Onun da hali perişan, kocası çalışsa da yetiştiremiyor hiçbir şeyi. Bir süpürge makinesi bile yok. Benimkini alır bazen temizler evi. Bu binada herkesin durumu az çok böyle. Ne yapabiliriz, nereye gidebiliriz ki?”