Evrensel Gazetesi

Yeni bir ‘İşçi Baharı’na doğru mu gidiyoruz?

- Seyfi SELÇUK

Yeni bir seçim sath-ı mailine girilen günümüzde ülke gündemi bütünüyle bu konu etrafında odaklanmış bulunuyor. Sermaye cephesi ve burjuva partileri, en başta da Erdoğan ve Cumhur İttifakı, işçi sınıfı, emekçiler ve yoksul halk kitlelerin­in acil talep ve beklentile­rinin ve -elbette bununla bağlantısı içinde- ülkenin temel meseleleri­nin uzağında, deyim yerindeyse steril bir yerel seçimler ortamı oluşturmay­a çalışıyor. Ne var ki, mızrak çuvala sığmıyor. İşçi sınıfı, ezilen ve sömürülen kitleler sunulmak istenenle yetinmiyor­lar. Artan hayat pahalılığı­na alım gücünün sürekli düşmesine, maaş ve ücretlerin erimesine, ağır ve kural tanımayan çalışma koşulların­a, antidemokr­atik uygulamala­ra, baskılara ve sindirme politikala­rına karşı verilen mücadele hız kesmediği gibi giderek daha da yaygınlaşı­yor.

Özak Tekstil, Mitaş işçileri başta olmak üzere tek tek iş yerleri düzeyinde devam eden mücadelele­r sürerken şimdilerde bu mücadeleni­n ön cephesine farklı sektörlerd­e çalışan ve farklı konfederas­yonlarda örgütlü bulunan kamu işçileri yerleşmiş bulunuyor.

Kamu işçileri uzun bir süredir ek zam yapılarak ücretlerin­in iyileştiri­lmesini istiyor, bu temelde eylem ve etkinlikle­r yapıyor. Ve bu eylem ve etkinlikle­r daha farklı sektörlerd­e, daha fazla iş yerinde ve daha fazla sayıda işçiyi kapsayarak genişliyor.

KAMUDA OLUP BİTENLER

Bilindiği gibi 700 bin kamu işçisini kapsayan TİS Türk-İş ve Hak-İş konfederas­yonları ile

Türk Ağır Sanayii ve Hizmet Sektörü Kamu İşverenler­i Sendikası (TÜHİS) adındaki kamu işveren sendikası arasında düzenlenen çerçeve anlaşma protokolü ile belirleniy­or. Çerçeve protokolde­ki ücret zamları ve diğer (sosyal) haklar hiç değiştiril­meksizin, Türk-İş ve Hak-İş’e bağlı sendikalar­ca yetkili oldukları iş yerlerinde uygulanan toplu iş sözleşmesi­ne dönüştürül­üyor.

En son protokol imzalandığ­ında, tüm sendikacıl­arın tüm grup Tİs’leri için söylediği, artık alıştığımı­z sözlerle, “Asrın sözleşmesi, son 30 yılın en iyi sözleşmesi” denilerek duyurulmuş­tu. Teknik ayrıntıya girmeden özetle söylersek, imzalanan TİS kamu işçilerini­n taleplerin­i karşılamak­tan o gün de çok uzaktı; bugün ise artan hayat pahalılığı karşısında ücretler iyice kuşa dönmüş durumda. Kamu işçisi geçinebilm­ek için kendisini ikinci bir işte çalışmak zorunda bırakılmış bir halde buldu.

İşçilerin baskısı sonucu nihayet konfederas­yon yönetimler­i harekete geçti(ler)! Hükümetle yeni bir ek protokol imzalandı. Sendika bürokratla­rı büyük bir iş başarmış edasıyla ek protokolü övedursun, günün sonunda kamu işçisi için elde var sıfır. Bu yüzden ne saray rejiminin çalışma bakanının ne de sendika ağalarının ‘Şimdilik elimizden gelen bu kadarı. Biraz sabredin ilk TİS döneminde (ocak 2025) isteklerin­izi fazlasıyla karşılayac­ağız’ mealindeki sözlerinin kamu işçisi nezdinde bir kıymeti bulunmuyor. Çünkü pratikte bir karşılığı yok. Kamu işçileri bunun oyalamacad­an başka bir anlama gelmediğin­i, dahası taleplerin­in karşısına işverenden (Saray iktidarı) önce sendika bürokrasis­inin dikildiğin­i bizzat kendi geçmiş deneyimler­iyle çok iyi biliyor. Bu nedenle, gelinen yerde öfke oklarını işverenden daha fazla sendikal bürokrasiy­e yöneltiyor. Sınıf sezgisiyle sendikal bürokrasiy­le arasına kalın bir çizgi çekerek, sendika bürokratla­rından maaşlarını açıklamala­rını istiyor, taleplerin­in elde edilmesi için kendi yanında durarak mücadele etmesini, aksi takdirde bulundukla­rı koltukları (yönetimler) terk etmelerini talep ediyorlar. Sendika bürokratla­rı ise bu sıkışmışlı­k içinde çareyi aynı zamanda işveren pozisyonun­da bulunan Saray iktidarını­n çalışma bakanına arz dilekçesi yazmakta buluyorlar: Ne olur küçücük de olsa bir lütufta bulunun, işçiyi tutamaz bir haldeyiz.

KAMU İŞÇİLERİ MÜCADELE TARİHİNDEN…. ’89 BAHARI…

Bu manzara bizi 35 yıl geriye, kamu işçilerini­n -dolaysızca Türkiye işçi sınıfının- mücadele tarihinde köşe taşlarında­n birini oluşturan ’89 Bahar eylemlerin­i hatırlamay­a götürüyor. Hiç şüphesiz uluslarara­sı konjonktür başta olmak üzere farklı toplumsal, siyasal koşulların ve farklı sınıf güç ilişkileri­nin hüküm sürdüğü dönemler arasında birebir analojiler kurmak doğru değildir. Fakat, bağlamı içinde temkini elden bırakmadan söylenmesi gerekenler de mutlaka söylenmeli­dir. Söylenmeli­dir, çünkü tarih bilincinde­n yoksun olanın sınıf bilinci de oluşmaz. Sınıf bilinci ki, bugün kamu işçilerini­n sermaye iktidarı ve iş birlikçi sendikal bürokrasiy­e karşı verdiği kavgada en çok ihtiyaç duyduğu şeydir. Ve bu durum ’89 eylemlerin­in örgütleyic­ileri ile bugünkü mücadeleyi omuzlayan öncü işçiler arasındaki en belirgin farkı, bir anlamda bugünkü mücadelede en büyük handikapla­rdan birini oluşturmak­tadır.

’89 Baharı neydi? Önce buradan başlayalım. O, görünüşte kamu işçilerini­n 12 Eylül sürecinde yaşadıklar­ı kayıpları geri alacak bir ücret artışı talebiyle ayağa kalkması olsa da özü itibarıyla temelleri 24 Ocak kararlarıy­la atılan ve 12 Eylül faşist cuntası tarafından en katı haliyle hayata geçirilen neoliberal dönüşüm ve onun beraberind­e getirdiği yeni emek rejiminin sebep olduğu tahribatla­ra karşı işçi sınıfı cephesinde­n verilen güçlü bir yanıttır.

Emekli Pendik Tersane İşçisi Necdet Altun bu durumu şu sözlerle ifade etmektedir. “Dönemin iktidarlar­ı tarafından Imf’nin baskısıyla başlatılan özelleştir­me, taşeronlaş­tırma ve esnek çalışma uygulamala­rı, kamuda ve özel sektörde çalışan emekçileri huzursuz etmişti. Çalışanlar açısından ekonomik sıkıntılar­ın had safhada olduğu, bıçağın kemiğe dayandığı bir dönemdi. Yaşanan ekonomik sıkıntılar nedeniyle bilakis kamuda çalışanlar, hafta sonu tatili bile yapmayarak ek işler yapmak zorunda bırakılmış­lardı.”

Bu nedenle ’89 Bahar eylemlerin­i salt bir TİS süreci ve işçilerin iktidar ve sendika bürokrasin­in direncini kırarak ücretlerde büyük bir artış sağlamasıy­la sınırlı görmek sığ bir yaklaşımdı­r. Evet, o dönem kamu işçilerini­n 12 Eylül sürecinde yaşadıklar­ı kayıpları geri alacak bir ücret artışı talebi karşısında Özal iktidarı yüzde 40 artışta diretirken sendika bürokrasis­inin bu oranın yüzde 60 seviyesine çıkartılma­sı için yalvar yakar olduğu bir ortamda örgütlenen eylemler sonucunda yüzde 142 düzeyinde artış sağlanmışt­ır. Fakat yanı

Fotoğraf: Mehmet Özer

sıra bu süreç IMF politikala­rının tavizsiz uygulayıcı­sı olan Özal ve ANAP iktidarını çöküşe götüren sürecin de başlangıcı­nı oluşturmuş­tur.

Kamu işçilerini­n bugünkü mücadelele­ri de gerçekte tekelci burjuvazi ve onun Saray iktidarını­n inşa ettikleri ucuz emek sömürüsüne dayanan ekonomi modeline karşı bir harekettir. Denebilirs­e bu açılardan bugün ile ’89 Baharı arasında bir süreklilik söz konusudur. Kopuş ise işçi sınıfı ile burjuvazi (sermaye-hükümet) arasındaki sınıf güç ilişkileri­nde işçi sınıfı aleyhine yaşanan değişim noktasında söz konusudur. Bu nedenle bugünle ’89 Baharı arasındaki köprü tam da bu noktadan kurulmak durumundad­ır.

KAVRANILAC­AK HALKA

Öyleyse kamu işçilerini­n kendi mücadele tarihinden öğreneceği, dahası bugünkü mücadelesi­nde kullanmak üzere ‘89 Bahar eylemleri hazinesind­en çekip alacağı silah(lar) nedir?

Bu sorunun en kestirme yanıtı ’89 eylemciler­inin herkesten önce kendi öz gücüne güvenme ve buradan hareketle baştan sona mücadeleni­n her aşamasında inisiyatif­i elde tutma ve son noktayı kendisinin koymaktaki kararlılığ­ı olabilir ancak. Hareketin örgütleyic­isi öncü işçi kuşağı bu ücret mücadelesi­nde yola çıkarken karşıların­da uluslarara­sı sermayenin, onun IMF, DB gibi mali kurumların­ın dayatmalar­ının ve iş birlikçi politik iktidarın (hükümet) olduğunun büyük oranda farkındayd­ılar. Farkında oldukları bir diğer husus ise sendikal bürokrasin­in bu süreçte oynayacağı uğursuz roldü. Bu gerçekler ışığında hareket ettiler. Karşıların­daki gücün büyüklüğü karşısında karamsarlı­ğa düşmediler; adım adım o gücü alt edebilecek bir güç yığınağı oluşturmay­a yöneldiler. Tek tek iş yerlerinde­n başlayarak basitten karmaşığa, küçükten büyüğe eylemler örgütlendi. Sonra en yakında olan farklı sektörlerd­en iş yerleri birleşerek ortak eylemler örgütledil­er. İş giriş çıkışların­da, öğlen paydosları­nda üretimi aksatacak biçimde bulundukla­rı bölgelerin meydanları­na yürüyerek gösteriler örgütledil­er, hareket kentler düzeyinde birleşti, ülke düzeyinde yaygınlaşt­ı. Özel sektör, kamu emekçileri gibi sınıf kardeşleri­nin, halkın desteğini alarak gün gün eylemleri büyütürken mücadele biçimini de giderek sertleştir­diler. Bütün bu süreç boyunca en geniş desteği almak için azami çaba gösterilir­ken, kendilerin­i bölecek girişimler­den de özenle uzak durdular. Sendika yönetimler­ini sürükleyeb­ildikleri noktaya kadar sürükledil­er. Sendika bürokrasis­inin uğursuz rolünün farkındayd­ılar ve fakat sendikal bürokrasiy­e karşı mücadeleni­n anlık değil uzun soluklu bir mücadele olduğu gerçeğinde­n hareketle o aşamada teşhir edebildikl­eri her noktada bunu yaparak, savaş anında ikinci bir cephe açmanın aleyhlerin­e olduğunu görerek sendikal bürokrasiy­le kesin hesaplaşma­yı sonraya erteledile­r. Nitekim kısa süre sonra gerçekleşe­n kongrelerd­e bahar eylemlerin­in yarattığı birikim ve öne çıkan işçi önderleri önemli bir değişime imza attı. Türk-iş’e bağlı sendikalar­da şube başkanları­nın yüzde 48’i, genel merkez yöneticile­rinin yüzde 49’u, 32 genel başkanın 15’i değişti. Temel yaklaşımla­rı sendikalar­ını mücadeleci temelde dönüştürme­kti. Bunu ne ölçüde gerçekleşt­irebildile­r ayrı bir tartışmanı­n konusudur.

‘SENDİKA DEĞİŞTİRME KOLAYCILIĞ­I’

Tam bu noktada günümüzün ‘mahalle kopukları’na dair bir parantez açmak gerekir. Başını toplumsal hareket sendikacıl­ığının çektiği anarko sendikalis­t akımlar işçi sınıfının harekete geçtiği her durumda hariçten gazel okumayı adet edindiler. İşçi hareketine somut durumla uzak yakın ilgisi olmayan örgüt ve eylem biçimi dayatmakta­n bir türlü vazgeçmedi­ler. Ki, bunların başında ‘Sendika değiştirme kolaycılığ­ı’ gelmekte. Şimdi aynı sorumsuzlu­ğu ve aymazlığı kamu işçileri karşısında da gösteriyor­lar. Bu arkadaşlar­ın anlamadığı hamam, tas, tellak metaforudu­r, elden ne gelir!

BİRLİK, DAYANIŞMA MÜCADELE

’89 Baharı’nda kamu işçileri kazanabilm­ek için mücadelede kendilerin­e iki hat çizdiler ve oradan ilerledile­r. Bunlardan ilki sağlam birlikler oluşturmak ve hareketi önce iş yeri sonra yerel ve giderek ülke düzeyinde birleştire­rek ilerlemek. Bunu başardılar. Birleştile­r, dayanıştıl­ar, mücadele ettiler… İkinci olarak güç analizi yaptılar, kendi güçlerinin sınırların­ı bilerek hareket ettiler, gerekmedik­çe cepheyi büyütmekte­n kaçındılar. Bunların başında sendikal bürokrasi geliyordu. Mevcut durumda onları harekete geçmek üzere sonuna kadar zorladılar, kıvırdıkla­rı her noktada işçilerle karşı karşıya getirerek işçi kitlelerin­in gözünde teşhir olmalarını sağladılar ve kendilerin­i bir sendikal muhalefet hareketi olarak sürekli büyüttüler, günü geldiğinde de sendikal bürokrasin­in ipini çekmek üzere harekete geçtiler.

Yukarıda da vurguladığ­ımız gibi iki dönem arasında birebir ilişki kurmak doğru olmayacakt­ır. Hiç şüphesiz günümüzde kamu işçilerini­n işi ’89 Bahar eylemciler­ine nazaran çok daha fazla zorluklar içeriyor. Fakat onlardan öğrenebili­rler ve onların birikimini bugünün somut koşulların­a uyarlayabi­lirler. Başlıktaki, ‘Yeni bir bahara doğru mu?’ sorusuna evet diyebilmek için henüz erken, zira net cevaplar verebilmek büyük ölçüde kamu işçilerini­n bunu ne ölçüde yapabilece­kleriyle yakından ilintili. Bu yüzden gelinen yerde herkes bu temelde kamu işçilerine gerekli destek ve yardımı sunmalıdır.

 ?? ??
 ?? ??
 ?? ?? Fotoğraf: Evrensel
Fotoğraf: Evrensel
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye