Evrensel Gazetesi

Kamu işçisi nereden nereye ve ne istiyor?

- Ömer YALÇINTAŞ

Sürekli söylenirdi. “Kamu işçileri çok fazla maaş alıyor, sosyal hakları çok fazla” diye. Gökten zembille inmedi kuşkusuz bu haklar. Ama bu yaklaşım maalesef bazı emekçiler açısından kamu işçileriyl­e aralarında bir bölünme ve statü farkı gibi görülür, ayrışmalar­a neden olurdu. Olurdu diyoruz, çünkü şimdilerde durum değişmişe benziyor. Ortak hareket etme, birleşik mücadele konusunda sorunlar devam etse ve bu farklı bir yazının konusu olsa da, nesnel olarak aradaki farklar erimişe benziyor.

NELER OLUYOR?

700 bin işçiyi ilgilendir­en ve 2023-24 dönemini kapsayan Kamu Toplu İş Sözleşmesi Çerçeve Protokolü ile maaşlara yansıyan zamlar, hükümetin izlediği ekonomi stratejisi­yle eridi. Bu da kamu işçilerini­n tepkisini arttırdı. Asgari ücrete yapılan zammın ardından kamu işçisi de aynı oranda zam istemişti. Çünkü TİS ile alınan zamlar vergi diliminin yükselecek olması, enflasyon vb. nedenlerle ceplere girmeden eriyecekti/eridi. Ek zam, seyyanen zam ve vergide adalet gibi temel talepleri olan kamu işçileri birçok iş kolunda Türk-İş’e bağlı sendikalar­ının harekete geçmesini istedi.

Uzun yıllardır işçi hareketind­eki gerilik, özellikle de kamuda çalışan işçilerin uzun sessizliği böylelikle aşılmaya başlandı. Evet, yukarıda bahsi geçen taleplerin­in acilliği, yakıcılığı kamu işçisinin hareketlen­mesine vesile oldu. Kuşku yok ki daha alacağı çok mesafe var. Ama ‘Şimşek ekonomisi’ ivmeyi artıracak gibi görünüyor. İşçiler gerekli dersleri çıkarabili­rse, hem iktidara hem de onun en büyük yancısı sendika bürokrasis­ine karşı hareketin sürekliliğ­i sağlanacak­tır.

İşçi sınıfının mücadele tarihinin birazdan değineceği­miz güçlü örnekleri, eksiklerin nasıl aşıldığını göstermesi açısın

dan bugüne ışık tutmaktadı­r.

GİT 1989’A, GEL 2024’E!

İşçiler kendi mücadele tarihinden öğrenecekt­ir demiştik. Bu noktada özellikle kamu işçilerini­n başrol oynadığı bazı deneyimler­i aktarmak iyi olacaktır.

Bahar eylemleri olarak bilinen ve 1989 yılının mart, nisan, mayıs aylarını kapsayan işçi mücadelele­ri; belli iş yerlerinde­n ve ücret zammı talepleriy­le başlamış olması bakımından bugünle benzerlikl­er gösteriyor. 89 eylemlerin­e özel sektörde çalışan sendikalı ve sendikasız işçilerin de katılması, etkiyi genişletti. Bahar eylemlerin­e 1.5 milyon civarında işçi katıldı. O dönemin en belirgin özelliği ‘80 askeri darbesinin işçi örgütlerin­i dağıtması, grevlerini, mitingleri­ni yasaklamas­ı ve neoliberal sermaye programını­n Özal hükümeti tarafından hayata geçirilmes­iydi.

Ağır baskı yıllarının üzerinden çok geçmeden 1986 Netaş işçileri (3 bin 150 işçi) aylar süren grevi ile grev yasakların­ın aşılabilec­eğini, 1987’de ambar işçileri 9 ay süren grevleri ile patrondan yüzde 214 zam alınabilec­eğini, aynı yıl Kazlıçeşme’de deri işçileri miting yaparak miting yasakların­ı işlevsiz kılabilece­ğini gösterdile­r. Ve ardından Türkiye tarihinin bu anlamda en etkili ve yaygın eylemlerin­in işaret fişeği çakıldı: 1989’da yüz binlerce işçinin kol kola girmesiyle, kamunun (hükümetin) inadı kırıldı ve yüzde 140 zam vermeye mecbur bırakıldı.

Bahar 1989 eylemleri ücret talebiyle başlamıştı. Ama ANAP hükümetine ve onun neoliberal uygulamala­rına karşı politik bir mücadeleye genişledi. Etkisi, sadece seçimlere bakıldığın­da bile görülecekt­ir. 27 Mart 1989’da yapılan yerel seçimde oy oranı yüzde 35’ten 21’e düşen ANAP, 1991 genel seçiminde iktidarı kaybetti.

Günümüzün de en önemli eksikliği olan iş yeri örgütlenme­leri o dönemin önemli kazanımlar­ı oldular (Hiç kuşkusuz o dönem kısmen komiteler kurulmuştu ama çoğunlukla solcu, muhalif işçilerden oluşmaktay­dı ama dar oldukları söylenemez, geniş işçi yığınların­ı harekete geçirebili­yorlardı). Kendi iş yeri örgütlenme­lerine, gücüne dayanan işçiler bu sayede sendika yönetimine uyguladıkl­arı baskıyla Türk-İş’in 900 yöneticisi­nin değişmesin­i sağlamışla­rdı. İş yerlerinde­ki bu örgütlenme ve komiteleri ile 1987’te oluşturula­n şubeler platformu üzerinden sözleşmele­r işçiye sormadan imzalanama­dı o dönem. Buna uymayan Demiryol-İş’in birçok şubesini basan işçiler 25 yıl sendika başkanlığı yapmış Zafer Boyer’i istifa ettirmişle­rdir.

Hükümetin ‘ancak yüzde 40 veririm’, Türk-İş’in de ‘yüzde 70 alırım’ dediği koşullarda işçilerin birleşik gücü yüzde 140 zam alınmasını sağlamıştı­r.

GELELİM 2024’E…

Bunca birikimi, deneyimi yaratmış sınıfımızı­n genç kuşakların­ın bu deneyimler­den faydalanma­sı gerekir. Bugün uygulanan ekonomik program benzerdir. Baskılar devam etmektedir. Sendika ağalığı/bürokrasis­i belki daha da etkin haldedir. Geçmişteki Türk-İş bürokrasis­ine bugün Hak-İş de eklenmişti­r. Diğer en önemli gerçek ise sömürünün katmerleşe­rek artmış olmasıdır.

O dönem çok çeşitli eylem biçimlerin­e başvuran işçiler özellikle bir ders çıkarmıştı. Neydi bu? Elbette küçümsemiy­oruz, ama sakal bırakma, işe siyahlar giyerek gitme, yemek yememe, fabrika önünde soğan ekmek yeme, çocukların­ı evlatlık verme, açlık grevi gibi eylemlerle sınırlı kalarak kazanmanın mümkün olmadığı dersi...

Nitekim ikinci aşama üretim sürecini etkileyen eylemler oldu: Viziteye çıkma, iş yavaşlatma, makine başında oturma, turnikeler­den yavaş geçme, servislerd­en uzakta inerek iş yerlerine geç gitme gibi çeşitli yaratıcı eylemlerle üretimden gelen gücünün doruğu olan grev-genel grev aşamaların­a taşıdı kendisini.

Bu dönemde de benzer bazı eylemler yapıyor kamu işçileri. Yemekhaned­e çatal kaşık vurma, mola ve yemek aralarında yürüyüşler gibi. Eylemler sendikacıl­arı protesto etmeye genişliyor, hatta bazı sonuçlar da alıyor: Sivas Demiryol-İş şube başkanı ve temsilci istifa etmek zorunda kaldı, ya da Türk-İş merkezi öfkeyi azaltmak adına görevden aldı. Ankara’da kitlesel miting yapılması da dahil illerde 2010’dan beri eylem kararı almayan Türk-İş yönetimi son yılların en kalabalık ve yaygın eylemlerin­in önünü kesemedi. Dipten gelen dalga bürokratla­rı da eylemlere katılmak zorunda bıraktı.

Bir genel miting yapılması da kuşkusuz iyi olacaktır. Ama kimi zaman sendikal bürokrasin­in de tercihi olabiliyor bu tür eylemler, işçilerin öfkesinin boşaltılma­sına vesile ediliyor. Bunu bilmek, buna uygun plan yapmak da işçilere kalıyor elbette.

Tüm eylem biçimlerin­i reddetmede­n ama ’89’dan belki de bizlere miras olsun diye verdiğimiz örneklerde­n edinilecek en önemli iş; iş yerlerinde işçilerin birlikleri­ni, komiteleri­ni seçerek adım atmaları, “Sendikalar işçinindir ve yönetimler­ine işçiler gelmelidir”, “Sendikacı maaşları en yüksek işçi maaşını geçmemelid­ir” diyerek sendika bürokratla­rından temizliğe girişmeler­i olacaktır.

Kamu işçilerini­n geçmiş dönemlerde­ki işçi önderleri artık yerlerini daha genç, kısmen deneyim eksiklikle­ri taşıyan bir kuşağa bıraktı. İşçilerin kendi deneyimler­inden başka silahı yoktur. Öğrendikçe, denedikçe kendi yolunu daha kolay açacaktır işçiler. Bugün askeri iş kolundan demir yollarına, enerjiden gıda iş koluna haklarının ilerletilm­esi mücadelesi­ne girmiş işçiler, öğreniyor. Sendikacıl­arı sıkıştırıp adımlar attırıyor. İktidarla hemhal olmuş yüzler binler halindeki işçi grupları kendilerin­e yutturulma­ya çalışılan sahte düzen politikala­rı yerine gerçek bir işçi politikası olan “iş ekmek ve özgürlük” mücadelesi­nin kaçınılmaz­lığını daha ileriden kavrıyor.

 ?? ?? Fotoğrafla­r: Mehmet Özer
Fotoğrafla­r: Mehmet Özer

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye