‘Hedef, mutlak güce dayalı başkanlık’
“İktidar, anayasa değişikliği tartışmalarına ‘mevcut anayasanın 12 Eylül anayasası olduğu’ gerekçesini sunuyor. 2010 referandumunda da bu argüman çok kullanıldı. Ama bu lafı yememek, şunu açıktan söylemek lazım: Bu 12 Eylül Anayasası falan değil, bu bir AKP-MHP anayasasıdır. Özellikle pratik açısından.”
“Anayasa Mahkemesinin kararlarına uyulmamasının hiçbir anayasal, yasal zemini yoktur!” Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkanı Zühtü Arslan’ın, yeni AYM Üyesi Yılmaz Akçil için 8 Şubat’ta düzenlenen yemin töreninde verdiği bu mesaj karşısında Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’dan Devlet Bahçeli’ye, “Aym’nin artık bir güvenlik sorunu olduğu, kaldırılması gerektiği” yönündeki açıklamalar tekrar edildi. Uzun zamandır yaşanan “anayasayı tanımama” sürecinde son merhaleyi temsil eden Hatay Milletvekili Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesi ise muhalefet cephesinde “siyasi/anayasal darbe” olarak tanımlandı, ancak buna uygun pratik eylem sergilenemedi. Söylemle eylem arasındaki uyumsuzluktan yararlanan iktidar bloku, Aym’nin kaldırılması ve anayasanın değiştirilmesi gerektiğini artık daha sık ifade ediyor.
Peki iktidar ittifakının yeni anayasa tasavvuru ne? Sorularımızı yanıtlayan Siyaset Bilimci Doç. Dr. İsmet Akça, “Herhangi bir denge kontrol mekanizmasının olmadığı bir başkanlık rejimini kodifiye etmeye çalışıyorlar. MHP ve AKP kanadının bütün politik, ideolojik, fikri arka planı bunun üzerine kuruluyor” dedi.
Yargıtay 3. Dairesinin AYM kararına ilk bayrak açtığı günden Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesine varan süreç muhalefet tarafından “anayasal darbe”, “Meclis hükümsüzleşmiştir” gibi sert ifadelerle tanımlandı. Ama sonra her şey kaldığı yerden devam etti. Siyasal tepki ile pratik eylem arasındaki bu uyumsuzluğun nedeni için nereye bakmalı?
Güç kapasitelerine. İktidar bloklarının çeşitli kanatlarının zaman zaman birbiriyle çatışmaları söz konusu olsa da ezilenler, emekçiler, kadınlar, Kürtler, özetle toplumun tahakküm altındaki tüm toplumsal kesimleri açısından bir gerçek var; Türkiye’deki rejim ve devlet tipi “olağan dışı” bir forma sahip. Buna bir çeşit faşistleşme süreci diyebiliriz. Bu yeni faşistleşme sürecinde iktidar bloku elini arttırırken gücüne, yani zora dayanıyor. Bunu bazen yargı darbesiyle yapıyor, bazen bütün öngörülebilir kuralları ortadan kaldırarak her türlü keyfilikle.
Bu hamleleri karşılamak, hepimizin bir parçası olduğu Türkiye’nin en geniş sol muhalefeti açısından kolay olmuyor. Retorik olarak çok radikal şeyler söyleyebiliriz, hatta fiiliyatta bazı çok radikal gözüken anlık eylemler de yapabiliriz, ama siyaset bunlarla yürüyen bir süreç değil. Siyaset güç ilişkilerini, güç dengelerini, mevzilenmeleri çok iyi okuyarak, stratejileri doğru belirleyip, taktiksel hamleleri doğru yaparak ilerleyen bir şey. Buradaki güç dengesindeki muazzam asimetriyi kırmamız gerekiyor. Henüz istediğimiz düzeyde kıramadığımız için tahterevallinin denge durumuna gelemiyoruz sol muhalefet açısından. Zaman zaman birtakım avantajlı momentler yakalasak da, Gramsci’ye atıf yaparak söylersek, bu hamlelere karşı bir cephe savaşı yapabilecek bir güç şu an itibarıyla ortada yok. Ama böyle bir gücün inşasına dair emareler, nesnel imkanlar bence var.
Yeni anayasa başlığına gelirsek, Mehmet Uçum’dan adalet bakanına, Erdoğan’dan Bahçeli’ye, konu her vesileyle gündeme getiriliyor. Can Atalay davasının da kaldıraç yapıldığı tartışmalarda ortaya konan çer
çeve, tasarlanan anayasanın politik, ideolojik tasavvuruna dair ne söylüyor?
Öncelikle, iktidar bloku mevcut anayasanın 12 Eylül Anayasası olduğu gerekçesini sunuyor, ama bu 12 Eylül Anayasası değil, bu artık AKP anayasası. Biliyorsunuz 2010 referandumunda bu argüman çok kullanıldı, ama onun altından da çok sular aktı. Dolayısıyla bu lafı yememek, şunu açıktan söylemek lazım: Bu 12 Eylül Anayasası falan değil, bu bir AKP-MHP anayasasıdır. Özellikle pratikte hayata geçirilişi açısından.
Ek olarak, “Sorun yaratıyor” denilen AYM’YE başvuru hakkını 2012’de AİHM’YE bariyer oluşturması için bu iktidarın getirdiğini hatırlatalım.
Ama işte bir şekilde bulandırıyor suyu. Anayasa temel olarak bir siyasal rejimin, devlet biçiminin
kurallarını belirler. Ağustos
2015’te Erdoğan “Türkiye’nin idare biçimi değişmiştir, anayasal olarak da değişmelidir” demişti. Arkasından OHAL koşulları altında gerçekleştirilen ve oldukça şaibeli bir referandum sonucunda Türk tipi denilen başkanlık sistemine geçildi. Yani bir rejim inşasının kodifikasyonu ile ilgili bir tartışma yapıyoruz. Dolayısıyla, önümüze yeniden getirilen anayasa tartışmasını teknik konulara boğarak esas politik çekirdeğini görünmez kılıyorlar. Bütün anayasa değişiklikleri süreçleri de böyle oldu.
Herhangi bir denge kontrol mekanizmasının olmadığı bir başkanlık rejimini kodifiye etmeye çalışıyorlar. Şu andaki iktidar blokunun MHP ve AKP kanadının bütün politik, ideolojik, fikri arka planı bunun üzerine kuruluyor.
Mhp’nin bunda nasıl bir kazancı
olduğu sorusunu yüzde 50+1 tartışmasıyla birlikte soralım. Erdoğan yüzde 50+1’in sıkıntı yarattığını açık bir şekilde ifade etti ama Bahçeli itiraz edince bu tartışma kesildi. Bahçeli ikna edilir mi, ne dersiniz?
Bilemiyorum, burada çeşitli pazarlıklar vardır, taviz karşılığında başka kazanımlar elde eder MHP, bunlar olabilir. Mevcut sistem içinde MHP 50+1’de kendi kurumsal, seçmen gücünün ötesinde büyük kazanımlar elde etti, özellikle devlet aygıtı içinde. MHP geleneği açsından siyaset, Meclis ayağından ziyade esasen devlet içinde yürütülen bir faaliyet olarak kurulur. O nedenle MHP açısından bu çıkışı anlayabiliyoruz. Dediğim gibi al gülüm ver gülüm bir şeyler olabilir ama bu işin özü, Türkiye’nin siyasi rejiminde mutlak güce sahip başkana dayalı bir siyasal sistem ve yeni faşistleşme sürecine uygun bir devlet formu oluşturmaktır.