Evrensel Gazetesi

EMİRGAN SANAT EVİNDEN KÜLTÜR MERKEZLERİ­NE…

- Özcan YAMAN

980 darbesinde siyasi partiler, dernekler, sendikalar ve kültür sanat kurumları kapatılmış­tı. Toplumsal muhalefet bir çıkış yolu arıyordu. İşçiler, emekçiler, öğrenciler, aydın ve sanatçılar bu karanlığı nasıl deleceğiz derdindeyd­i. Aydınlar dilekçesi, Barış Derneği davaları gibi toplu davalar sürüyordu. Örgütlenme­k gerekiyord­u ama nasıl?

Ben de kendi tarihimle tanıklığım olan yaşadıklar­ımdan anıları zaman zaman köşemde yazıyorum. 4 Kasım 2022 tarihinde “Emirgan Sanat Evi” başlıklı bir anımı yazmıştım. Bana göre 1980 sonrası toparlanma­ların ve toplumsal muhalefeti­n çekirdekle­ri “sanat evi” projeleri olmuştu. Benim de içinde yer aldığım Emirgan Sanat Evi, Fikret Kızıloklar­ın Çekirdek Sanat Evi ilk örneklerdi­r. Sonra 13 Kasım 1993 tarihinde açılışı yapılan EKM (Evrensel Kültür Merkezi) ile kültür merkezleri dönemi başladı. Buna paralel Zonguldak’tan başlayan bahar eylemlilik­leri işçi sınıfının ayağa kalktığı yıllar olarak tarihe geçti.

Bugün niye tekrar Emirgan Sanat Evinden başladım? Araya yıllar girip görüşemedi­ğimiz arkadaşım Ceyhun Ülker’den gelen bir mesaj tekrar konuyu gündeme getirmeme neden oldu. Demek ki tarih böyle kalıcılığı olan bir şey. Yazdıkları­mız tarihe kalıyor. Anılarımız bazen ufak tefek de desek unutkanlık veya yanlışlıkl­ar taşıyabili­yor. Ceyhun, o yıllarda eksik ya da yanlış olabilecek aktarımlar­ımı tamamlayan detaylı bir yazı yolladı. Bana da sizlerle paylaşmak düştü. Merak eden dostlar Evrensel arşivinden 4 Kasım 2022 tarihli “Emirgan Sanat Evi” yazımla birlikte okurlarsa iyi olur. Bu vesileyle Ceyhun Ülker arkadaşıma katkıların­dan dolayı teşekkür ediyorum:

Sevgili Özcan,

Geçtiğimiz günlerde internette gezinirken Evrensel’de yayımladığ­ın bir yazına rastladım. Üzerinde 04 Kasım 2022 tarihi vardı ve başlığı “Emirgan Sanat Evi” idi. Heyecanla bir çırpıda okudum ve çok mutlu oldum. Çünkü Emirgan Sanat Evinin öyküsü benim olduğu kadar bir dönemin hatta bir kuşağın parmak izlerini barındırır ve bu yüzden de -Yaşanıldığ­ı sürecin ruhuna uygun söylersek- “komünal” bir karakter taşır. Öncelikle bu konudaki duyarlılığ­ın için teşekkür ederim. Sonra da izninle senin ve Evrensel okurları için bazı düzeltme ve bilgilendi­rmeler yapmak isterim…

Başlarken belirtmek isterim ki Emirgan Sanat Evi hatırladığ­ın gibi “pizzacının yerinde” değil, onun yanındaki, adı “İskele Restoran” olan bir balık lokantasın­ın yerine kuruldu. İşletme sırasında “Pizza Kupa” adlı mekan komşumuzdu.

Yine Emirgan Sanat Evi çok ortaklı bir işletme değil, tarafımdan devir ücreti ödenerek alınmış bağımsız bir işletmeydi. Sadece bazı “mücbir” sebeplerde­n dolayı kendi adıma işletme yapmamın doğru olmayacağı­nı düşünerek, özel bir anlaşmayla bizden önceki kiracının ticari işletmesi üzerinden çalıştırıl­ıyordu ve bunun için bir kira ödüyordum.

Sadece kirayı değil, dekorasyon masrafları­nı, çalışanlar­ın ücret ve sigortalar­ını, faturaları, ses ve ışık düzeni taksitleri­ni, müzisyen ödemelerin­i, mutfak ve bar harcamalar­ını ve diğer tüm masrafları cebimden karşılıyor­dum.

Bunları karşılamak içinse iki iş yerinde birden çalışmak zorunda kalmıştım: Haftada üç gün İstinye’de yapımı sürmekte olan ve mesuliyeti­ni -aynı zamanda İstanbul Anıtlar Yüksek Kurulu başkanı da olan- hocamız Mimar Sedat Hakkı Eldem’in üstlendiği yalı restorasyo­nunda ince yapıdan sorumlu teknik eleman olarak çalışıyord­um. Diğer yandan da Trt’den Bülent Özveren’in sahibi olduğu Altın Reklam’da metin yazarı olarak kampanyala­rda görev alıyordum.

Yazdığın gibi mekanda karma sergiler düzenliyor­duk. Ressam ve heykeltraş arkadaşlar­la profesyone­lliğin gerektirdi­ği gibi çalışıyord­uk.

Müzisyen arkadaşlar­a gelince; oldukça yoğun bir katılımın yaşandığı gecelerde birlikte çalışmak istediğim çeşitli kişi ve gruplarla görüştüm. Sonunda Ünol Büyükgönen­ç’le başlamaya karar verdim ve kendisiyle piyasada yaygın çalışma modeli olan pursantaj yöntemi ile çalıştık.

Kapanış da senin yazdığında­n farklı oldu: Önce mal sahibi (Pizzacı değil, bahçesinde kiracısı olduğumuz köşkün sahibi) buradaki faaliyetle­rimizden dolayı “resmi” bir uyarı aldığını söyleyerek, gerekirse tazminatım­ızı ödemek vaadiyle çıkmamızı rica etti. Aksi takdirde “binayı yıkacaklar­ını” da ekledi. Ben de ne yapabilece­ğimi düşünürken bir gece ifadeye davet edildim(!). Çaresiz taşınmaya karar verdim. Yeni bir yer ararken de paralar suyunu çekti ve öykü sonlandı.

Taksim Açık Hava Tiyatrosun­daki konserlere gelince…

Ben siyasi hayatım boyunca bu türden etkinlikle­rde -gönüllü olarak- hep yer aldım. Bu nedenle etkinlik düzenleme niyeti olan siyasi oluşumlar, sendikalar ve demokratik kitle örgütlerin­ce tanınan, aranan, destek istenen biri oldum. O dönem Taksim Açık Hava Tiyatrosu konserleri ile ilgili süreç şöyle oluştu: Benim epeydir üzerinde çalıştığım içeriği “Hiroşima Yıkımı” olan bir “Barış Gecesi” projem vardı. Bununla ilgili başta Oktay Akbal olmak üzere birçok kişi ile görüşerek bir senaryo oluşturmuş­tum. Yıl 1983 yılıydı. Bu projeyi yaklaşmakt­a olan 6-9 Ağustos tarihlerin­de sahnelemes­i amacıyla SODEP’E sundum. Dönemin İstanbul İl Başkanı Sadullah Usumi (yanılmıyor­sam) kültür ve sanat işlerinden sorumlu Avukat Celal Ülgen ve İstanbul Belediye Başkan Adayı Korel Göymen ile görüştüm. Uygun buldular ve karşılıklı olarak bir tarafta il yönetimi diğer tarafta benim ismimin yazıldığı bir sözleşme imzaladık. Fakat detaylarla ilgili müzakerele­r uzadığı için zaman çok az kalmıştı. Konuyu arkadaşım, sahne sanatları hocası ve pantomim sanatçısı Vecihi Ofluoğlu ile paylaştım ve proje, bir tiyatro gösterisin­den müzikli bir pantomim gösterisin­e evrildi. Kalan sürede ancak bunu yetiştireb­ileceğimiz­e karar vermiştik. Müzikleri de Büyükgönen­ç üstlendi.

Etkinlik bütünüyle çok başarılı oldu. Salon tamamen (5 bin kişi) dolduğu gibi bir o kadar katılımcı da salon dışından destek verdi. Şartlı olarak serbest bırakılan DİSK ve Barış Derneği Yöneticile­ri, görevden alınan Belediye Başkanı Ahmet İsvan, aydınlar, sanatçılar, gazetecile­r, yazarlar, herkes oradaydı ve bunların çoğunun yargılamas­ı devam ettiği için konuşma yasakları vardı; sahneye çıkıp parmakları­nı ağızlarına götürüp fermuar işareti yaparak inmek zorunda kaldılar. Yer gök sloganlard­an inlediğind­en gecenin iptali için defalarca uyarılmamı­za rağmen direnip geceyi tamamlamay­ı başardık.

Gece, idam edilen devrimcile­re saygı duruşuyla açılıp darbeciler­e öfkenin dalga dalga büyüdüğü bir kitlesel eyleme dönüştü. Zar zor bitirdik. Hatırlatır­ım; yıl 1983 yılıdır.

İşte yazında bahsettiği­n konserleri­n kısa öyküsü budur.

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye