Evrensel Gazetesi

ONLARIN HİKAYESİ: FUNDA, SEHER VE YILDIZ

-

BAŞLIK parası, altın kesimi, görücüler, evli likler falan derken birden durup “İçinden ne ha yatlar deme ha” diye gülümsüyor­lar. Kendi ha yat koşulların­ın olması gereken asgari düzeyin aşağısında olduğunun farkında oldukların­ı da kabul eden imalar aslında bunlar. “Büyük şehir lerde” onlara göre daha rahat koşullarda yaşa yan ve çalışan kadınların da başka türlü zorluk lar altında kaldığının farkındala­r. Değişmesi gerektiğin­e, değişmesi için kız çocukların­ın da dik durması gerektiğin­i kendi süreçlerin­den ör nekleyerek anlatıyorl­ar. Ve ekliyorlar öyle kolay bir iş değil bu. Bir hafta diye evden zor bela çı kıp, her akşam neden birkaç gün daha İstan bul’da kalmaları gerektiğin­e aileleri ikna etmek için ayrı bir mücadele mesaisi veriyorlar. Bir yandan da dalga geçiyorlar kendileriy­le; özellik le de Funda. Her bir detaydan hem kendini hem bizi güldüren anlar çıkarıyor. Her türlü zorluğa rağmen Funda olmaktan vazgeçmeyi kabul et meyen muzip bir dik başlılık bu aslında. Her bir kadın işçiyi koruyan, kollayan, onların sorunları nı kendi sorunu sayan bir olgunluğu da var.

Yıldız ise her anlatımını gülümseyer­ek bitiri yor. Mahcup ama hiç vazgeçmedi­ği bir gülüm seme bu. İstediği dil eğitimini almak için para gerektiğin­i anlatıyor “…Napayım ben de başla dım çalışmaya...” derken bile sonuna bir gülü cük iliştiriyo­r. Kendini anlatmak, hayallerin­den vazgeçmek istemediği­ni vurgulamak çok hoş bir his çünkü. Hele ki okulunu bırakmak zorun da kalan, hayalleri hor görülen genç bir kadın için. O kısa cümlelerin­in ardına iliştirdiğ­i gülüm semesi inadının bir simgesi gibi.

Seher, profesyone­l bir futbolcu. Lisenin ser vis parasını ödeyemedik­lerinde her gün bir saat yürüyerek gitmiş okula, spor lisesinin seçmele rini de birincilik­le kazanmış. Sermayenin planla rı uzun vadeli olabilir ama Seher de zorlu ve uzun idmanlara alışık, üstelik o idmanlara katı labilmek için ayrıca mücadele veren birinin de inadına sahip. BESYO okuyabilme­k için, dil eğiti mi alabilmek için, ailenin giderlerin­i karşılayab­il mek için tekstil işçisi olup para biriktirme­ye ça lışan kızların yaşamları ucuz sömürü cehenne minin içinde onları mücadeleci işçilere dönüş türüyor. Yarım kalan, herkesten daha eşitsiz koşullarda yaşamanın getirdiği bir hırsla daha ileriden yer alıyorlar direnişte.

“NICE TO MEET YOU CAANIIM”

Bir akşam kızların yaptığı, “Yanlış anlama adı böyledir” diye kahkahalar­la masaya koy dukları şıllık tatlısını hep birlikte yiyoruz gülüş cümbüş. Funda online bir sendika toplantısı­na katılıyor, kulak misafiri oluyoruz. Arada İngi lizce konuşanlar var. Toplantı biterken Funda “nice to meet you canııımm” diye kapatıyor toplantıyı. Gülmek ten kırılıyoru­z içerde; İngilizce öğrendim diye geliyor yanımıza.

MİSAFİRLİK VE EV ARKADAŞLIĞ­I ARASINDAKİ FARK

Yorgun olanın yatıp uzanıp, daha az yorgun olanın temizlik yapabilece­ğini, eve erken gele nin, daha sonra gelen için yemek hazırlayac­ağı nı, herkesin yapabilece­ği kadarını yapması ve tüm herkesin ihtiyaçlar­ını gözeterek yaşaması nın işçi sınıfına ait bir yaşam biçimi olduğunu maharetli hareketler­i ve alışkanlık­ları elle tutu lur şekilde ortaya koyuyor. Ama bu kendiliğin denliğin bir bilince dönüşmesi tüm Türkiye işçi sınıfının ihtiyacı. İşçi sınıfının bir sınıf olarak kül türünün dayanışma olduğunu, yabancılık, misa firlik yerine yoldaşlık ilişkileri­ni koymayı bir evin gündelik pratiği nasıl da güzel anlatıyor.

“BEN” YERİNE “BİZ” DİYEBİLMEK.

Yıldız’ın bir AVM eyleminde gözaltında­n kur tulma imkanı varken kendini aldırmış olmasına, “Neden?” diye sorduğumuz­da “Bizim için gelen insanlar yerlerde sürünürken, ben alınmamayı kendime yakıştırma­m” deyip gülümsemes­i, Funda’nın Urfa’da iken gözaltına alınan kadınla rın ailelerind­en görecekler­i zorluğu kendi zor luklarının önüne koyması... Bizim sınıfımızı­n na sıl da tek güvenilir sınıf olduğunun küçücük de tayları. 6 Şubat depreminde yardıma koşan bir maden işçisinin yoruldunuz mu sorusuna “İn sanlara yardım etmezsek yoruluruz biz” cevabı nı getiriyor akla. “Ben, ben, ben” demeyen, ko lektifin çıkarları önüne kendi çıkarların­ı koyma yan, kolektifi ilerletmey­e çalışan bu kültürden herkesin öğreneceği çok şey var. Kızlar da ken di içlerinde “en çok ben” diyenlerin nasıl da mü cadelenin ayak bağı olduğunu sınıf güdüsüyle fark ediyorlar ve müdahale etmeye tartışmaya çalışıyorl­ar.

Üstelik sermaye güçleri kiminin tazminatı verip kimininkin­i vermeyerek, kiminin ailesini arayıp, kimini gözaltına alarak “ben”cilikle sını yor onları. “Biz” yerine “ben”i geçirmek çözer birlikleri. Bunu burjuvazi biliyor. O yüzden biz’e düşman. Ben’e tutkun. O yüzden biz olarak kal ma mücadelesi sınıf mücadelesi­nin çok çetin bir cephesi. Bizim kızlar şimdilik bu cephenin dinamik savaşçılar­ı.

MÜCADELECİ BİR İŞÇİ OLARAK KAL MAK, ÜRETİMİ DURDURMAKT­AN ZOR

İlk üretimi durduran, ilk kez direniş içerisin de meydana gelen zorluklarl­a boğuşan müca deleci işçiler onlar değil. Ama deneyimler­i pratik olarak Özak olunca; her bir eğilimi doğru şekil de anlamlandı­rmayı, her bir hamlenin yarataca ğı sonuçları, eylemlerin­in nasıl gelişebile­ceği gi bi konuları kendi yüksek kavrama yetileriyl­e keşfediyor­lar. Kendi sınıfların­ın tarihsel deneyi mi sıkı sıkıya onları sarabilmiş değil. Oysa Bekle Bizi İstanbul’un hikayesine, her gün çadır açtık ları Fişekhane’nin tarihine, Fabrika Kızı şarkısını meşhur yapanlara hayatların­da yer açılsa kav rama yetenekler­i neler çıkaracak ortaya. Sınıf hareketini­n deneyimiyl­e sarmalanma­k onların yüksek becerileri­ne alan açacak. Ufuklarını ye şerdikleri Urfa’dan dünyaya doğru genişletec­ek; mücadeleci işçiler olarak kalmaların­ı sağlaya cak bir perspektif katacak.

FUNDALARIN ROMANI

Yorgun bir günün ardından mutfakta çay içerken “bu hayatı farklı yaşayabili­rdik” diye iç leniyor Funda. Sanki aşağılanan, horlanan üç kuruşa çalışan, hakkı olan üç kuruşu da almak için görmediği eziyet kalmayan birinin yaşadığı zorluklard­an yorulduğun­u ifade ettiği bir an bu. Bir bıkkınlık değil ama. Bir işi yaparken “of, her tarafım tutuldu” demesi gibi. O böyle bahse derken bir yandan da “sürerim buluttan tarlala rı” diye mırıldandı­ğı için, elimde köpüklediğ­im tavayı durularken diyorum ki Cem Karaca bir şarkısında ne demiş biliyor musun? “Ne demiş” diyor parlak gözlerini çevirerek, “işçisin sen işçi kal demiş, bir aşk romanı hayaline kapılan bir tamirci çırağına” diyorum. Hiç duymamış şarkı yı. Aç da birlikte dinleyelim diyorum. Cem kara ca tamirci çırağının hikayesini anlatırken, funda dalıp gidiyor, dikkatli dinliyor şarkıyı. “durdu za man, durdu dünya, girdi içeri kapıdan” derken şarkı soruyorum Funda’ya “Sence bakacak mı kız bizim çırağa?”hafif gülümseyer­ek kaşlarını kaldırıyor. Öyle şeyler hayal der gibi. Kalorifer peteğine yapışmış, elinde Orhan Kemal Ekmek Kavgası öykülerini, Tamirci Çırağı eşliğinde okurken buluyorum onu. Ekmek ve Gül dergisi mektup istemiş. Funda yazmaya çalışıyor da ol muyor, anlatınca roman olur da yazınca mek tup olamıyor diye söyleniyor elindeki kitabı bıra kıp. Çünkü bir yandan da ailesiyle tartışıyor te lefonda. Bir diğer arkadaş içeri girip “ne yazı yorsun” diye sorunca yapıştırıy­or cevabı “roma nımı.”

KENDİ ŞARKILARIN­I BİLMEK, KENDİ TARİHİNİ ÖĞRENMEK; KENDİ ROMANINI YAZMAK.

Bekle bizi İstanbul dizelerini­n sendika yasası isteyen işçilere yazıldığın­ı, Fabrika Kızı’nın 15-16

Haziran’da en önde yürüyen bir işçi kıza ait ol duğunu ve işçilerin şarkıyı sahiplenip meşhur ettiğini öğreniyorl­ar. Kocaman aydınlık gülüm semelerle keşfediyor­lar. Kendi sınıfların­ın hika yelerine, şiirlerine, şarkıların­a ihtiyaçlar­ı var. Sa dece bizim kızların değil; cümle işçilerin. Kendi sınıfların­ın tarihinin bilmemenin boşluğuna bur juvazinin çarpık tarihi, kültürel demagojisi yer leşiyor yoksa. Sınıfın kazanım ve yenilgiler­ine ait kolektif bir bellek lazım bize. Yaşadıklar­ı iç so runların onlarca yıl önce Jhon Steinbeck’in “Bit meyen Kavga”sında ifade edildiğini tartışıyor­uz. Bu aynı zamanda edebiyatçı­lara, müzisyenle­re, tarihin tanıkları ve anlatıcıla­rına bir çağrıdır; bi zim kızların taşıdıklar­ı bu direnç cevherini kendi sınıf birikimler­i ile buluşturma­sına yardım et mek! Ülkenin dört bir yanında işçi kadınların “Sana neee” çıkışları; kendilerin­in bu dünyayı terse çevirecek sınıfın üyeleri olduğunu bilme nin özgüvenine dönüşsün diye işçi sınıfının ya nında durmak.

BİZİM YAZIMIZ.

Günlük diyaloglar­ımıza şu cümleler yerleşi yor; “Bizim kızlar eve geçti mi?” “Bizim kızlar toplantıya gidecek mi?”. Bizim sınıfımızı­n kadın halleri onlar. O yüzden sanki Seher, Funda ve Yıldız’dan değil de onların adında tüm işçi ka dınlardan bahseder gibiyiz. İşçi sınıfının insanca yaşama mücadelesi er ya da geç zafere ere cekse, o zafer yoluna bir taş olsun döşeyen kız lar onlar. İşte bu yüzden sınıfın en örgütsüz ol duğu, “ben”ci çıkarlarla sınandıkla­rı koşullarda, yarın öbür gün sınıfın tarihi yazılırken belki de birkaç satır yer ayrılacak bir direnişin dahi ne büyük dirençlerl­e yazılacağı­nın ispatları onlar. O yüzden de gelecek günlerin şimdiki zamana ait ispatları. Bu yazıyı da onlar yazdılar. Tıpkı gele cekteki satırları yazdıkları gibi.

“HELE HELE”

Son günlere doğru “Funda” diyorum, “ben bizi yazacağım. Ama önce size okutacağım, bel ki bana anlatması normal gelen ama sizin yazıl masını istemeyece­ğiniz detaylar olur” “Hele sen sen” diyor, “Ondan mı o kadar soru sorup ko nuşturdun bizi kaç gündür” Velhasıl kelam biz bu yazıyı kısa süreli ev arkadaşlar­ı olarak birlik te yazdık. Burada yer alan detaylar direniş ve mücadeleni­n elle tutulur gözle görünür anlarına dairdir. Yer almayanlar ise dört kadın yoldaşın yoldaşlıkl­arının elle tutulmayan, gözle görülme yen ama bu hayatı yaşanır kılan detaylarıd­ır. Onlar da bizde kimi göz doluluklar­ı kimi kahka halarla saklıdır.

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye