BİR LABİRENT YA DA ÇAKIL TAŞLI BİR ÖĞÜN OLARAK BİR FİLİSTİN DEVLETİ VAADİ
ISRAIL’IN 1967’de işgal ettiği Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki Filistinliler için bağımsız bir devlet vaadi, Amerika Birleşik Devletleri’nin (Ba tılı müttefikleriyle birlikte), İsrail’in neredeyse beş aydır, her dakika, her gün ve her gece, özellikle Gazze’de yürüttüğü imha savaşında yüzlerine vurduğu “sopa” karşılığında zaman zaman onlara sunduğu bir “havuç” haline geldi ve bu “havuç”un kısa süre sonra sadece bir komedi, bir çakıl taşı yemeği veya sonsuz bir labirent olduğu biliniyor.
Uluslararası perspektifte bir Filistin devle tinin kurulmasına ilişkin belki de ilk ve en önemli referans, Nakba’dan (1948) hemen ön ce, Filistin’in Arap ve Yahudi devletleri olarak ikiye bölünmesi kararı olarak bilinen ve 29 Ka sım 1947’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ta rafından kabul edilen 181 sayılı karardır. Hiçbir zaman gün ışığına çıkmayan bu kararın ken disi Nakba olayıyla ve Filistinlilerin ana vatan larının haklarının inkar edilmesiyle bağlantılı dır; bu da Filistin devleti seçeneğini şüpheyle kuşatmaya ve tarihsel adaletsizlik duygusunu geliştirmeye devam edecek ve Filistinlilerin her zaman özlemini çektiği göreceli adalet ta leplerini bile sınırlayacaktır.
Filistinliler, 1960’ların ortalarında ulusal ha reketlerinin ortaya çıkmasına kadar siyasi bir boşluk içinde yaşadılar. 1970’lerin ortalarında, kuruluşundan on yıl sonra, Kurtuluş Örgütünün belirli bir bölgede yetkisi olmasa da Filistin hal kının siyasi varlığı olarak kabul ettirdiler. Bu du rum, Yaser Arafat’ın Arap zirvesinde (Rabat 1974) ve Birleşmiş Milletler’de (1974) kürsüden yaptığı “Bugün buraya elimde bir zeytin dalı ve bir özgürlük savaşçısının silahı ile geldim. Elim deki zeytin dalının düşmesine izin vermeyin!” diye seslendiği ünlü konuşmanın ardından Araplar ve uluslararası toplum tarafından ta nınmaya başlandı.
Bunu, Birleşmiş Milletlerin 3236 (1974) ve 3376 (1975) kararları kapsamında Filistin halkı nın devredilemez haklarını, yani geri dönme, kendi kaderini tayin etme, ulusal bağımsızlık ve egemenlik hakkını tanıması izledi. Bunu, her yıl periyodik olarak tüm şubeleri ve organlarıyla birlikte Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun çok sayıda kararı izledi. Ancak, Filistin’in büyük bir çoğunlukla (138 ülke) gözlemci devlet olarak tanınması (2012) da dahil olmak üzere BM Ge nel Kurulundaki tüm bu gelişmeler hiçbir şey ifade etmedi. Çünkü ABD ve İsrail (Kanada, Çekya, Marshall Adaları, Mikronezya, Nauru, Pa lau ve Panama ile birlikte) karşı çıkarken, Fran sa, İtalya ve İspanya destekledi, İngiltere ve Al manya ise oylamada çekimser kaldı.
Bu, dünyanın en güçlü ve etkili ülkesi olan Abd’nin, bir Filistin devletinin kurulması na her zaman karşı çıkan ve İsrail’in Oslo Anlaşması da dahil olmak üzere çözüm sü recinin tüm haklarından kaçmasının arka sında olan ülke olduğunu vurgulamak için gerekli bir başlangıçtı Bu durum, Filistinlile rin önünde bir Filistin devleti “havucu” salla dığı bugünkü iddialarıyla çelişmektedir.
Hatırlatmak gerekirse, on yıl sonra ABD, Fi listinlilere diğerlerinden daha sempatik olduğu varsayılan ve görev süresi boyunca İsrail Baş bakanı Benyamin Netanyahu ile arasında bü yük gerilimler yaşanan Eski Başkan Barack Obama döneminde, yukarıda da belirtildiği üze re, Filistin’in gözlemci devlet statüsüne ilişkin Genel Kurul kararına karşı çıkmıştır.
İlginçtir ki bu durum, Abd’nin (İsrail, Mik ronezya, Nauru ve Marshall Adaları ile birlik te) Filistin halkının kendi kaderini tayin hak kını reddetme yönünde oy kullandığı Biden yönetimi sırasındaki BM Genel Kurulunun son oturumu (2023) da dahil olmak üzere sonra ki yıllarda da tekrarlanmıştır. Abd’nin (İsrail, Mikronezya, Nauru ve Marshall Adaları ile birlikte) Filistin halkının bağımsız bir devlette kendi kaderini tayin hakkını reddetme yö nünde oy kullandığı bu karar, aralarında Av rupa ülkelerinin de bulunduğu 172 ülke ve el bette ABD hariç BM Güvenlik Konseyinin tüm daimi üyeleri tarafından desteklenmiştir.
Bu sonuçlar geleceğe dair bir ön yargı de ğil, sadece Abd’nin hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi yönetimleri döneminde Filistinlile re yönelik politikalarının her alanında İsrail’i desteklediğini ya da ona kur yaptığını hatırlat maktadır. Ancak ABD yönetimi İsrail’i kendi ira desi dışında kurtarmanın bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını gerektirdiği kanaatine varırsa, bu İsrail’deki aşırı milliyetçi ve dini akımların etkisini azaltmaya katkıda bulunabilir.
Bu nedenle, ABD politikasının samimiyeti pratikte ve deneyime dayalı olarak teyit edi lene kadar, Filistinlilerin bir labirentle ya da yeni bir çakıl taşı öğünü ile karşı karşıya kal ması muhtemeldir.