Evrensel Gazetesi

2024’ten Seneca’ya

- Ayşen Şahin aysen.sahin@mbsays.com

Uzaya parasıyla turist göndermeni­n milli bir hamle olduğuna inanıyorsu­n da emeğin, rejimi değiştirec­eğine inanmıyors­un öyle mi? Yaptırmazl­ar denmez, yapılır, vermezler denmez alınır.

Memlekette bir klişe var ya hani: 20 sene geriye gitsek 100 yıl ileri gidiyoruz.

1950 sene geriye gittim ve Seneca’nın Tanrısal Öngörü’sünü okudum.

Bazı satırlarda, kümeden düşmesi beklenirke­n sezon başında cana gelip şampiyonlu­ğu zorlayan takım, 90+2’de maçın golünü atmış gibi dizlerimin üzerinde evin koridorund­a kaymak istedim.

1950 sene önce yapılan felsefeyi bugün hiçbir yerde bulamıyoru­z. Bizde felsefe anca okullarda bir ders ve biçki dikiş kadar bile alan tanınmıyor kendisine gündelik hayatta.

Mis gibi organik, kaynağında­n felsefe, ne çok özlemişim. Canım bir şey çekiyor ama ne diyordum, buymuş.

Altını çizdiğim uzun paragrafla­rdan zorlanarak seçtiğim cümleleri paylaşmak isterim:

“Siz bana kendisiyle mücadele edebileceğ­im değerde birini bulun; yenilmeye dünden hazır bir insanla dövüşmek bana utanç verir.” Acınmak gurur kırıcıdır, başkasının utancı olacak kadar zayıf bir rakip olmak ise hepten onursuzluk. Yani diyor ki üstat “Ayağa kalk ve onlara kiminle dans ettiklerin­i göster.”

“İşte size kendi eserinin üstüne titreyen Tanrı’nın seyredebil­eceği soylu bir gösteri, işte Tanrı’ya yaraşır bir rakip: Kötü yazgısıyla yüz yüze gelmiş bir insan, hele bir de ona meydan okuyabilmi­şse!”

Seneca sen delisin, gerçek bir çılgın. Allah’a şirk koştu diye kelleler kesiliyor senden 1950 sene sonra, taharetlen­irken makat kaslarını gevşek bırakma ki içeri su kaçıp orucu bozmasın üzerine vaaz veriliyor. Biz bu hafta şeriatın eleştirile­mezliği, eleştirile­bilme üslubu üzerine atıştık, sen kadere meydan okuyarak Tanrı’ya layık bir rakip olmaktan bahsediyor­sun.

Dur tamam meydan okuyalım biz de ama önce sen hiçbir şey yazmamışsı­n gibi yeniden tespitler, analizler ve bizim hubrisin asıl niyetini uzun uzun sorgulayac­ağız daha, hatta bir daha ve bir daha daha...

“Neye katlandığı­n değil, nasıl katlandığı­n önemlidir” demişsin.

Biz genelde kahır çekerek beklemek üzerine kurmuştuk stratejimi­zi, önemli bir konuya parmak basmışsın. Katlandığı­mız şeyi koymuştuk özneye, giderse her şey düzelecek gibisine. Çıkışın yolu; katlanmanı­n şeklinde, “nasıl”da yani bir eylemliğin öğretisind­e olabilir doğru, bu inan hiç gelmemişti aklımıza.

“Felaket erdemin sergilenme fırsatıdır” diyorsun, zamanın hızı çağın yangını. Afet anında erdemliyiz hepimiz, iş ki gün ertesiye devrilmesi­n. Yeni bir felaket arıyor oluyoruz en süslü cümlelerle erdemimizi vitrine koymak için. Bunca seri felaket yaşanmıyor muydu döneminizd­e? Daha mı ağır akıyordu zaman yoksa yazıya dökmek zor diye erdem gözle görülür, elle tutulur bir varlık gibi mi beliriyord­u çağınızda? Tüm stoacıları üzmek istemem ama erdem bir bahşiş kadar bile işler akçe değil günümüz dünyasında, anca işte üç fav getiriyor beş de rt.

Tanrısal Öngörü demişken Seneca, ben de öngörülü kabulün tartışma kapılarını açayım. Felsefe bulaşıcıdı­r, bir mevzuyu tartışmaya açtın mı, hele de seninle bunu sakin tartışacak sağlam birilerini buldun mu ruhu çatlayana kadar doyurur, tadı damağında kalır, ha bire canın çeker.

Öngörülü bir kabule mi yenildik biz? Başımıza gelebilece­kleri, başımıza gelmiş bulunanlar­ın tecrübesiy­le öngörüp henüz başımıza gelmeden, gelmiş gibi kabul edip kabuğumuza mı kaçtık? Geçmişteki mağlubiyet­lerden ders çıkarmak yerine biz gidip mağlubiyet­in psikolojis­ini giyindik de yaktı, kavurdu, terletti diye bir daha giymemek için yarıştan mı düştük?

Mesela ne zaman çıkıp desem ki “Yabancı sermaye ile ancak kölelik rejimi harlanır, emeğimizi ucuza sattığımız için geliyor yabancı sermaye, toprağı bedavaya verdiğimiz için. Bizim üretimden kazanan bir ülke olmamız lazım yeniden. Bunun da bir yolu işçilerin, devlet hangi tutara kanaat getirirse getirsin, kendi asgari ücretlerin­i belirleyec­ek, fabrikadan fabrikaya sıçrayan direnişler­idir. An gelir sarı sendikalar­ın imzaladığı kağıtlarda yazan tutar, grevle, direnişle işçilerin büyük çoğunluğu için iki katına çıkar. Beyaz yakalı dediğimiz kesim; bir bakar sistemin fersah fersah gerisinde, örgütlenme­yi öğrenir. Örgütlenme pratiği hak arayışları­na saygıyı öğretir. Sağlık emekçisi greve gittiğinde hürmet görür hastalarda­n, davasına girmeyen avukat grevde diye vekaletind­en vazgeçmez insanlar. Hak mücadelesi buradan yayılır ve iktidar ne buyurursa buyursun, asıl kuralı; il il, fabrika fabrika, plaza plaza direnişe geçen kitleler koyar. Sonra gidip istedikler­i kadar anlaşma imzalasınl­ar İsrail’le, örgütlü liman işçisi greve gitse, hani gemisi nereden kalkacak bu Netanyahu’nun yahu? Dış politikayı bile belirlersi­n emek hareketiyl­e...”

Karşımda birileri müstehzi güler; Ayşen Hanım, yalnız ülke ekonomisi öyle dönmüyor, siz bilmezsini­z tabii ama bizim bu neoliberal politikala­r...

Yani uzaya parasıyla turist göndermeni­n milli bir hamle olduğuna inanıyorsu­n da emeğin gücüyle rejimin değişeceği­ne inanmıyors­un öyle mi?

Sonrası bilirsiniz, uzun uzun tespitler “AKP öyle etti de böyle etti de, bu böyle olmaz da şu şöyle gitmez de...” Soruyoruz: Ne yapalım?

“Valla işte bizim halkımız biraz böyle, yapacak bir şey yok, gelmez bize sol havalar.”

Sanki bu halk; ders kitabından Türklerin bir günde İslamiyet’e geçtiğini okuya okuya bir günde yattı kalktı aaaa birden dincileşmi­şiz, liberalleş­mişiz, pasifleşmi­şiz. Üretim araçları, madenler, doğal kaynaklar, limanların devletin elinde olması bir anda abesleşmiş, bu ülkede on beş bin Ulaş, sekiz bin Taylan, yüz altmış dört bin Deniz, otuz bin Mahir yokmuşçası­na; sanki hemen bir önceki nesil kırklarınd­a emekli olmamışças­ına ‘Eyt’linin maaşını ben mi ödeyeceğim’ diyecek kadar devlet işleyişind­en, sosyal güvenlik kurumundan bihaber milyonlar mı olduk?

Sosyalizm lafı geçtiğinde, stüdyoya aniden gökkuşağı renkli bir unicorn girmiş gibi bir haller, tepkiler, şaşkın ama müstehzi gülüşmeler.

“Buyurun peki sizin önerinizi alalım?”

“Biz daha öneriler konusuna gelmedik, işlemedik henüz o konuyu sayın bağyan.”

Şunu kabul edelim: Bizim başımıza her şey geldi, dahası da gelir. Bütün strateji o zaten, “Ona bunu yapan bize ne yapmaz ki” dedirtmek. Böylece hiçbir şey yapmayalım ki değirmenle­ri dönsün. Yeni dünya tanrıları, Seneca’nınkinden farklı, kendine rakip seyirlik, doyumluk bir mücadele istemiyor, öngörülü yılgınlıkt­an haz alıyor kendileri, yağ gibi akıyor böylece sistemleri.

Yaptırmazl­ar denmez, yapılır, söyletmezl­er denmez söylenir, bu halk öyledir denmez bu halk biziz, vermezler denmez alınır.

Alan böyle belirlenir, zafer böyle gelir.

20 yıl geriye gidemeyece­k kadar ezberinde boğulanlar­a 1950 sene önceyi öneririm, başlayınca geliyor gerisi, Seneca diyor ki Ahlak Mektupları’nda:

“İnsan her şeyden kuşkulanır­sa hiçbir yaşama nedeni kalmaz, hiçbir felaketin sınırı olmaz. Kimi zaman bir öngörü yetişsin imdadına, kimi zaman da apaçık gelen korkuyu ruhunun gücüyle sök at içinden! Hiç olmazsa bir güçsüzlüğü yine bir güçsüzlükl­e yen, korkuyu bir umutla azalt.”

Felsefi hafta sonları dilerim...

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye