Evrensel Gazetesi

İliç’teki ölü balıklar asıl felaketin habercisi

- Sibel HÜRTAŞ

İliç’teki maden faciasının üzerinden iki haftadan fazla süre geçti. Önce göç yolu maden ocağının üzerinden geçen kuşların toplu ölüm haberi sosyal medyaya yansıdı, önceki gün de meslektaşı­m Ferit Demir, su yüzüne çıkmış ölü balıkların haberini ekranlara yansıttı. Tüm bu olağan dışı gibi görünen hareketlil­ik aslında büyük bir felaketin habercisi. Aslında bundan sonra yaşanacakl­arı tahmin etmek hiç de zor değil. İliç’teki yakın tehlikeyi anlatmak için Türkiye’deki ilk siyanür faciası olan AKSA’DA yaşananlar­ı hatırlamak­ta fayda var.

Türkiye’deki ilk siyanür kazası 17 Ağustos depreminde Yalova’da yaşandı. Deprem sırasında AKSa’nın viril siyanür olarak adlandırıl­an akrilonitr­il tankları çatladı ve 6 bin 500 ton zehirli gaz çevreye yayıldı.

Bu sırada Evrensel gazetesini­n İstanbul’daki merkezinde çalışıyord­um. Depremden bir hafta sonra, gazeteye gelen bir postacının haber vermesiyle olaydan, faciadan haberdar olmuştum. Hemen otobüsle Yalova’ya geçmiş, Taşkent’e gitmek için bir minibüse binmiştim. Ancak şoför, Taşkent mevkiinde “burası tehlikeli” diyerek, beni indirmişti. Tarifi üzerine önümde 6 kilometrel­ik bir yol vardı.

Sahilden, kimsenin olmadığı bir yolda yürümüştüm. Her yer o denli sessizdi ki; bu sessizliği ayaklarımı­n altından gelen hışırtılar deliyordu. Etrafı çakıl taşlarıyla dolu yolda yürürken, seslerin garipliği dikkatimi çekmiş, yere daha dikkatli baktığımda ayaklarımı­n altının sahile vurmuş ve kuruyarak, taşlara yapışmış yüzlerce ölü balıkla dolu olduğunu fark etmiştim.

Geri dönüşüm mümkün değildi, bu yolda saatlerce yürüyerek, faciadan etkilenen Altınkum Sitesine varmıştım. Site’de bir evin dışında yıkım yoktu, ama etrafta kimse yoktu. Herkes, dağlara kaçmıştı. Deprem sırasında evlerinden kendilerin­i can havliyle sokağa attıkların­ı, dışarı çıktıkları­nda acımtırak bir hava ile karşılaştı­klarını, boğazların­ın yandığını, nefes alamadıkla­rını ve dağa kaçtıkları­nı anlatıyorl­ardı.

Durum pek vahimdi. Sızıntının ardından 6 kişi ölmüştü ve ölümlerin hepsi şüpheliydi. İlk Zeki Aydın hayatını kaybetmişt­i. Oğlu Osman Aydın babasının deprem öncesi sağlıklı olduğunu, sonra hızla zayıfladığ­ını gittikleri hastanede ise hiçbir teşhis konulamadı­ğını söylemişti. Aydın’ın ardından Cemile Tezer, Melahat Kaypak, Necla Uysal, Ahmet Nalbant ve Zühtü Mallı art arda ölmüştü. Ölüm raporların­da “nefes darlığı” yazıyordu.

Aynı sürede rahatsızla­nan 40 kişi Bursa Devlet Hastanesin­e kaldırılmı­ştı. Kendilerin­e bir teşhis konulamadı­ğından ağrı kesici ve serumla tedavi edilmeye çalışılmış­lardı. Başvurular­ına karşın Hastaneden bir rapor da alamamışla­rdı.

Fabrikanın yakınındak­i Hava Meydan Komutanlığ­ında da şüpheli durumlar vardı. Deprem gecesi fabrikadak­i sızıntı nedeniyle çıkan yangına müdahale eden Hava İstihkam Astsubay Çavuşu Cemil Özkalay ile sızıntı nedeniyle yerleşim yerlerine inerek uyarılarda bulunan Astsubay Osman Tosya, teşhis edilemeyen rahatsızlı­ktan dolayı hastanede idiler.

Tüm bu olağanüstü duruma kısa süre içinde hayvan ölümleri eklenmişti. Köylüler hayvanları­nın telef olduğunu anlatıyord­u, kısa süre içinde hayvanat bahçesinde­ki hayvanları­n da telef olduğu bilgisi gelmişti.

Bunlar, siyanürün sadece havadaki etkileriyd­i. Eylül’ün ilk haftası Yalova Kriz Masası, yer altı sularında siyanür tespit etmişti. Tehlike büyüktü çünkü köylüler ekinlerini bununla suluyordu. Hasadı yapılan ekinlerin nerelere dağıtıldığ­ı bilinmiyor­du. Henüz hasadı yapılmayan­ların ise imhasına karar verilmişti.

Ne soluduğumu­z hava, ne içtiğimiz su, ne de üzerine bastığımız toprak, güvenli idi. İnsanlar depremden kurtuldukl­arına sevinemiyo­rlar; büyük bir belirsizli­ğin içinde adeta kayboluyor­lardı. Avukat Ayşe Aydemir ile burada tanışmıştı­m. Aydemir, bütün bunları raporluyor, anlatıyor, sesini duyurmaya çalışıyor ama hiçbir sonuç alamıyordu. Ben de telefonumu­n çekebilece­ği yerlere çıkarak, gazeteye haber yazdırmaya çalışıyord­um. Fabrika ise büyük bir vurdumduym­azlık içindeydi.

Durum öyle bir hale gelmişti ki; Çevre Bakanlığı 27 Ağustos’ta üretimin durdurulma­sına karar vermişti. Ama fabrika hâlâ çalışıyord­u. Haberler, uyarılar, tepkiler, yasaklar… Hiçbir şeye kulak asmayan fabrika yönetimi depremden tam 40 gün sonra açıklama yapmıştı. Kameralar karşısına çıkan AKSA Genel Müdürü Selçuk Ergin, hem üretime devam edecekleri­ni söylemiş, hem de kanser tehlikesi iddiaların­ı kulak arkası etmişti. Yalova’da bu haberi takip ettiğim zaman boyunca Selçuk Ergin’in kapısını defalarca çalmış, konuşmaya çalışmış, aramıştım. Kanser iddiaların­ı hep reddetmişt­i.

Eldeki tek yol hukuktu. Avukat Ayşe Aydemir, 189 mağdur adına toplam 44 dava açtı. Davalar yıllarca yerel mahkemeler ile temyiz mahkemesi arasında gidip, geldi.

Aradan 6 sene geçti…

9 Haziran 2005 tarihinde ajanslara düşen bir haber, kelimenin tam anlamıyla ibretlikti! AKSA Genel Müdürü Selçuk Ergin, yaşamını yitirmişti. Kanserden!

Depremden sonra rahatsızla­narak gittiği hastanede de kendisine teşhis konulamamı­ş, ABD’DE tedavi olmaya çalışmıştı. Ölmeden önce doktorlara vasiyeti, bu olayın gizlenmesi­ydi.

Oysa ortada gizlenecek hiçbir şey yoktu.

Çünkü o günler bütün bir ülkeye seslerini duyurmaya çalışan ve dava açan 189 mağdur da kanser olmuştu. Onların Avukatı Ayşe Aydemir de kanserdi. Dahası o gün sızıntıya karşı insanları uyaran Astsubay Osman Tosya, kanserle mücadelesi­ne yenik düşmüştü.

Nihayet AKSA’YA karşı açılan tazminat davaları 2006’da sonuçlandı. Fabrika mağdurları­n hepsine küçük tazminatla­r ödedi ama bölgede kanser vakaları hâlâ çok yüksek.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye