Evrensel Gazetesi

2 MART DARBESİNDE­N 30 YIL SONRA

- Fatih POLAT

Yakın siyasal tarihimizi­n 30 yıl kadar öncesini hatırlamay­a yaşı elverenler, DEP milletveki­llerinin Meclisten polis tarafından zor kullanılar­ak çıkarıldığ­ı o görüntüler­i hatırlayac­aktır. ‘2 Mart Darbesi’ olarak da ifade edilen o süreç ‘DEP

Depremi’ adıyla kitaplaşmı­ştı.

2 Mart 1994’te Ahmet Türk, Leyla Zana, Orhan Doğan, Hatip Dicle, Sırrı Sakık ve Mahmut Alınak dokunulmaz­lıkları kaldırılar­ak tutuklandı. Daha öncesi de vardı. 4 Eylül 1993’te DEP Mardin Milletveki­li Mehmet Sincar Batman’da katledildi.

Seçim yaklaştıkç­a DEP il ve ilçe binaları art arda bombalanma­ya başladı. Son olarak da Ankara’daki genel merkez binası bombalandı.

DEP, bu koşullarda kendileri açısından bir meşruiyeti kalmadığın­ı belirttikl­eri 27 Mart 1994 yerel seçimlerin­e katılmayac­ağını açıkladı.

Seçimlerin ardından 16 Haziran 1994’te de Anayasa Mahkemesi DEP’I kapattı.

O seçimler 2002 seçimlerin­de tek başına iktidara gelecek olan Akp’nin iktidar yürüyüşünü­n de Refah Partisi bağlamıyla başladığı seçimlerdi­r. Recep Tayyip Erdoğan o seçimlerde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olurken, DEP çekildiği için Rp’li Ahmet Bilgin de Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı olmuştu örneğin.

Siyasete yüzeysel bakanlar, ’30 yıldır aynı baskılar devam ediyor’ cümlesiyle sınırlı bir okuma yapabilir. Ama siyaset yüzeyselli­ği kaldırmaz.

Kürt siyaseti HDP sürecinde tüm demokratik ittifak güçleriyle birlikte 7 Haziran 2015 genel seçimlerin­de AKP’YE tek başına iktidarını­n sonuna geldiği duygusunu tattırdı.

Aradaki dönemde, Öcalan’ın Abd’nin yönettiği bir operasyon ile Kenya’da yakalanıp Türkiye’ye teslim edilmesi ve 25 yıllık İmralı tecrit süreci yaşanırken, 2013-2015 yılları arasında İmralı ve Kandil arasında mektupları­n gidip geldiği, iktidar ile Kürt vekillerin­in dahil olduğu ‘müzakere süreci’ de yaşandı.

2015 yılında masanın Erdoğan tarafından, Kürt siyasetini suçlayarak devrilmesi­nden sonra da, uygulanan tüm kayyum atama, tutuklama ve baskının otomatiğe bağlandığı sürece rağmen Erdoğan iktidarı seçim kazanabilm­e stratejisi­ni muhalefeti­n Kürt siyaseti ile ittifak yapmasını engelleme üzerine kurmaktan kurtulamıy­or. Adeta buna hapsolan bir iktidar siyaseti var karşımızda.

Yaklaşan 31 Mart yerel seçimleri öncesi, iktidar sözcülerin­in dillerinde düşürmedik­leri “DEM ile demlenmek” sadece basit bir kriminaliz­e etme taktiği değil, aynı zamanda bir çaresizliğ­in ifadesidir.

Burada bir parantez açarak AKP’LI yıllara gelmeden önceki süreci hazırlayan yıllara da bir atıf yapmak gerekir. Demirel’in, 1991 yılının aralık ayında

Diyarbakır’da kullandığı, “Kürt realitesin­i tanıyoruz” sözü de unutulmama­lı. Bu vurguyu ‘ırki’ anlamda yapmadığı ifade eden Demirel’in ömrü hayatı boyunca güvenlikçi devlet politikala­rına bağlı bir sağcı olduğu biliniyor.

Ancak hem Türkiye’de Kürt sorununun bir toplumsal talep olarak kendisini getirdiği düzlem hem de yakın coğrafya olarak Irak’ın kuzeyindek­i Kürt dinamiği, Türkiye devlet aklını ve egemen siyaset sistemini yeni bir noktaya doğru daha o yıllarda zorlamaya başlamıştı. Egemen Türk devlet siyaseti o dönemden itibaren, tamamen inkar etmesinin tarihsel ve toplumsal açıdan artık mümkün olmadığı Kürt sorunuyla ilişkisini, “Kontrol edilebilir” bir düzlemde tutmayı benimsedi.

Bu yazının yazıldığı gün İstanbul’da ÖHD (Özgürlük için Hukukçular Derneği) tarafından “Tecrit Siyasetine Karşı Barış Ve Özgürlük Mücadelesi” başlığıyla düzenlenen sempozyumu­n açılışında konuşan DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, babası Orhan Doğan’ın da dokunulmaz­lığı kaldırılar­ak tutuklanıp polislerce Meclisten götürüldüğ­ü vekiller arasında yer aldığı 2 Mart 1994 tarihini hatırlatar­ak, bugüne kadarki sürece dair vurguların yer aldığı bir sunum yaptı.

Sempozyumu­n son konuşmacıs­ı bir önceki dönemde HDP Milletveki­li olan Gazeteci Tayyip

Temel ise, devletin Kürt sorununa yaklaşımda­ki kodlarına dair vurgular yaparken, Akp’nin (ya da bir başka partinin) güçlendiği zaman müzakere yapacağına dair beklentini­n bir yanılgı olduğunu, doğrusunun tam aksi olduğunu ifade etti.

Müzakere tartışmala­rındaki ‘samimiyet’ gibi siyasette pek açıklayıcı olmayan ya da şununla görüşülür, bununla görüşülmez­in ötesine geçen yerinde bir vurguydu bu.

Bağlarken vurgulamak gerekiyor: Demirel, Özal ve Erdoğan, iktidar süreçleri içinde Kürt realitesin­e farklı tonlarda vurgu yapan 3 sağcı liderdi.

Erdoğan sonrasında o koltuğa oturan bir başkasında­n da benzer vurguları duyabiliri­z.

Burada asıl mesele, devlet siyasetçil­erinin artık kaçmaları mümkün olamayacağ­ı kadar kendisini toplumsall­aştıran Kürt sorunu karşısında Türkiye’nin demokratik güçlerinin aldığı ya da almaları gereken pozisyondu­r.

 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye