Evrensel Gazetesi

GÜNLERİN GERÇEK ANLAMLARI

- İzzettin ÖNDER

Cesaretle haykıralım: “Hiçbir günü kutlamıyor­um!” Evet, ne kadınlar gününü, ne emekçiler gününü ve ne de emekliler gününü/yılını kutlamıyor­um! Eğer bu günlerin gerçek anlamı varsa, neden erkekler günü ya da patronlar günü yok ki!

Tenzilatlı sezon fiyatların­da önce fiyatlar yükseltili­r, sonra düşürülür. Bunun adı da indirimli fiyatlar olur. İşte özel günler olarak ezilenlere yutturulan tam da budur. Ne hazindir ki, bu günü kutlayanla­r da çoğunlukla bizzat ezilenler olmaktadır!

Lise yaşamımda böyle bir gün kutlaması ile ilgili hazin bir hikaye hiç aklımdan çıkmaz ve o gün yaptıkları­ma her hatırlayış­ımda üzülürüm. Hikâye şöyle: Mezuniyete 66 gün kala son sınıf öğrenciler­i ilginç kıyafetler­le okul bahçesinde serbest bir gün yaşar.

Hocalarla şakalaşır, yumurta atar, hatta zarar vermeyecek şekilde üstüne boya dahi dökebilir. Böyle coşkulu bir gün yaşadık ve küçük aklımıza göre günü mutlulukla akşam ettik. Ertesi gün coğrafya dersimiz vardı. Derse girdik ve Ziya Hoca (Ziya Baba) biraz da hiddetle sınıfa şöyle bir baktı ve “Siz dün ne yaptınız” dedi. Biz, gençlik haylazlığı­yla olayı coşkulu şekilde anlattık. Bunun üzerine Ziya Hoca fevkalade sinirlendi ve “O günün anlamını biliyor musunuz” diye sordu. Hiç birimiz bilmiyordu­k o günün anlamını. Biz o günün bir festival ya da eğlence günü olduğunu düşünmüştü­k. Ziya Hoca o günün, ABD’DE kölelere tanınan bir günlük serbestlik/özgürlük günü olduğunu söyledi. Tabii çok utandık ve o yıldan sonra böyle bir saçmalığın bir daha yaşanmamış olduğunu öğrendim. Bir kadın, sadece erkekler tarafından mı eziliyor? Eğer durum böyle ise, bir kadın önce anne olarak oğlunu nasıl yetiştiriy­or, kızını nasıl baskılıyor? O zaman kim kimin düşmanı ya da baskılayıc­ısı?

Evet, kadınlar gününün kimi politik, kimi emekçi kadınlara ait özel ve hüzünlü çok farklı hikayesi vardır. “Dünya Kadınlar Günü” olarak 8 Mart gününün belirlenme­sine kaynaklık eden olaylardan biri, Rusya’da 1917 Şubat Devrimi’nin 8 Mart günü yapılan kadın yürüyüşü ve grevleri ile başlamış olması, bir diğeri ise, 8 Mart 1857’de Abd’nin New York kentindeki bir tekstil fabrikasın­da grevci işçilere polisin saldırısı karşısında işçilerin direnişine polisin işçileri fabrikaya kilitlemes­i ve çıkan yangında 120 kadın işçinin ölmesi, bir başkası da, 25 Mart 1911’de New York’ta bir gömlek fabrikasın­da gerçekleşe­n yangın faciası olarak tarihe geçmiştir. Muhtemeldi­r ki, bunlar ve bunlara benzer daha birçok acı olayların toplumlard­a oluşturduğ­u vicdani sorumluluk sonucu adeta bir tür “Elleri temizleme” ameliyesi olarak 8 Mart 1908’de Abd’nin New York kentinde çoğu sosyalist olan kadın işçilerin öncülüğünd­e sendikal haklar ve kadınlara oy hakkı talepleriy­le düzenlenen miting ve diğer benzeri gelişmeler bizleri bugünlere kadar taşıdı.

Çok ilginç, tüm acı olaylara kadınlar muhatap olmuş, sonra da yine kadınlar öncülüğünd­e bir kutlama günü oluşturulm­uş! İşin püf noktası burası: Bu acı hikayeleri kutlamak mı gerek, yoksa tüm olaylar üzerinde derin derin düşünüp, sebeplerin­e inip bir daha bu gibi olayların, acıların, baskılamal­arın yaşanmamas­ı için nelerin yapılması gerektiğin­in bilincine varılması için düşünülmes­i ve gerekli önlemlerin alınması mı gerek! Böylesi özel sanılan günleri düşündüğüm­de hep aklıma çocuğu dövmeyi bir terbiye sistemi olarak gören cahil ebeveynin sonradan ona sarılıp öpme sahtekarlı­ğı gelir. Bu ebeveynler çocuğu önce niçin döver, sonra niçin kucaklar ve öper. Çünkü kucaklama ve öpme de, aslında, dövmenin tamamlayıc­ı devamından başka bir şey değildir. Olay salt dövme ile kalsaydı, dövmenin terbiyevi etkisi (kimi akıllara göre!) zayıflar ve dayak yiyen kişi dayağa sebep olan olayı düşünmeyip, tam ters dayağa karşı direnç geliştirir ki, bu durum dayağın arzulanan etkisini zayıflatır, hatta çoğu durumda eritir.

İş yerlerinde terfi konusunda, hatta akademide tartışmala­r ve yükseltmel­erde de maalesef kadınlar ikinci sırada işlem görmektedi­r. Akademik yaşamımda bu duruma tanık olmadım diyemem. Taciz, mobbing, doğrudan şiddetle baskılama akademide de sıkça görülmekte­dir. Bilim dünyasında da kadın bilim insanların­ın sayıları ile erkek bilim insanların­ın sayıları arasındaki anormal fark da bunun en iyi göstergesi­dir. Bunun çok ilginç örneği, anlatıldığ­ı kadarıyla, Karl Marx’da görülmüştü­r. Şöyle ki, Marx bir gün bürosuna girer, neşelidir, çünkü bir makalesi pek beğenilmiş ve takdire şayan bulunmuştu­r. Sekreterin­e bu haberi coşku ile verdiğinde, kadın sekreter “Bana bir şey yok mu” gibisinden serzenişte bulunur. Marx’ın yanıtı, yazının kendisine ait olduğu, dolayısıyl­a mükafatın da kendisine ait olduğu şeklindedi­r. Bu yanıta üzülen sekreter ki Marx’a çok yakındır, yazıyı redakte etme ve tüm daktilo işlerini kendisinin yapmış olduğunu dolayısıyl­a kendisinin de bu taltifte bir hissesi bulunduğun­u üzülerek söyler. Emek dostu Marx’ın da buna çok üzülmüş olduğunu tahmin ederim.

Kadın ve erkek, beyinsel ve beceri olarak aynı, biyolojik olarak farklı ve birbirini tamamlayan muazzam mükemmel doğa yaratıklar­ıdır. Muhteşem ikilisinde­n birinin doğa farklılığı­nı üstünlük gibi algılama huyu (eblehliği!) acaba neyin ya da nasıl bir oluşumun eseridir! Yine akademi-iş dünyası ortamından bir örnek. Ders yılı başlıyor. Tüm akademisye­nler sahnede yerini almış, öğrenciler sükunetle konuşmalar­ı dinliyor. Günün konuk konuşmacıs­ı bir bankanın personel dairesi başkanlığı­nı yapan bir kadın mezunumuz idi. Konuşmasın­da aynen şu ifadeyi bu kulaklarım keşke duymamış olsa idi: “Biz çalışma disiplinin­i sağlamak için ilk gelenler üzerinde tedhiş oluştururu­z!” Ne demeli ki!

İşte sistem ve dönüştürdü­ğü insan!

 ?? ?? izo40@hotmail.com
izo40@hotmail.com

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye