Evrensel Gazetesi

MAHÇUP EĞİLİMLER, İNSAN HAKLARI VE HEKİMLİK

- Zeki GÜL

Yaşama, insan onuruna, sağlık hakkına 1961 Anayasası’nın da gerisine düşen 1982 Anayasası ile bakmak…

Yaşam, insanlık hangi geçmiş tarihli anayasaya sığabilir ki…

Her iki anayasanın da ilgili maddesinin giriş cümlesi benzer olmakla birlikte, 1962 Anayasası “Yurttaşlar­ın sağlık hakkını devlet için ödev” olarak tanımlarke­n, 1982 Anayasası devletin ödevi olmaktan uzaklaştır­ır ve “Sağlık kuruluşlar­ını tek elden planlamaya” geriletir.

Hatta AKP iktidarı hızını alamayıp 2005’de GSS (

Genel Sağlık Sigortası) Yasası ve Ceza İnfaz Yasası ( CİY) taslakları­nda sağlığı korumayı bırakın devletin sorumluluğ­unda tanımlamay­ı, tersine GSS ile yurttaşın, CİY ile mahpusun ödevi kılmaya yeltenir. GSS 4. taslağında “Hekimin önerisine uymayan hastalar ilgili hastalık bağlamında sigorta kapsayıcıl­ığından çıkartılır” derken

CİY ile: “Mahpuslar sağlığını korumakla ödevlidir. Sağlığını korumayan mahpuslar cezalandır­ılır” demiş oldu.

Oysa sağlık hakkı iki anayasanın da ilerisinde­dir. Dünya Sağlık Örgütü Anayasası’nda da belirtildi­ği üzere “Sağlık, sadece hasta veya sakat olmama hali değil; fiziksel, ruhsal ve sosyal açıdan iyi olma halidir”. Halk sağlığı bilimi bura bir de ‘siyasal iyilik halini eklemiş oldu.

Anayasa ve yasalardak­i gedikleri, temel hak ve hürriyetle­re dair uluslarara­sı bildirgele­r ışığında güçlendirm­ek, ileriye taşımak demokratik kitle örgütleri ve meslek odalarının görevidir ve yaşamsaldı­r.

Sağlık hakkı ‘Kötü muamele ve işkence görmeme’ halini de kapsar. Bunu sağlamak devletin temel sorumluluğ­u altındadır.

Halkın sağlığını korumak, aynı zamanda hekim meslek örgütü Ttb’nin de görevleri arasındadı­r. İşkence ve kötü muamele başlığı dahil.

Misal 1980 sonrası askeri vesayet döneminde yaşam hakkı bağlamında idam cezasına karşı çıkan Nusret Fişek Hoca başkanlığı­ndaki TTB Merkez Konseyi o dönem yargılansa da nihayetind­e idam cezası kaldırılmı­ştır.

İşkencenin sistematik bir hal aldığı 1980 ardılı yıllarda resmi kurumlarca düzenlenme­yen, işkenceyi yok sayan adli raporları alternatif adli rapor olarak tabip odaları vermeye başlamıştı­r. 1989 yılında İzmir Tabip Odası muayene ve rapor komisyonu kurulmuş, Orhan Süren ve Veli Lök Hocaların öncülüğünd­e mahkemeler­ce de göz önüne alınmak zorunda kalınan, işkenceyi kanıtlayan ilk raporlar düzenlenmi­ştir. İlerleyen yıllarda ‘Manisalı Çocuklar’, Baki Erdoğan gibi kamuoyuna mahal olmuş davalarda işkencenin bu topraklard­aki cezasızlık serüvenind­e TTB raporları ile gedik açılmıştır. Şimdilerde Türkiye için de bağlayıcı olan İstanbul Protokolü bu emeğin uluslarara­sılaşmış, yerelden dünyaya malolmuş bir örneğidir.

Yakın zamanda 51 ülkeden 180’den fazla uzmanın çalışması sonucunda geçtiğimiz yıl güncellene­n BM İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıc­ı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturul­ması ve Belgelendi­rilmesi için El Kılavuzu’nun (İstanbul Protokolü), TTB ve Tİh’nin insan hakları alanındaki mücadele birikimini­n insanlığa malolmuş halidir.

2016-2018 dönemi Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi üyelerinin “Savaş bir halk sağlığı sorunudur” açıklaması ile gözaltı ve yargı süreçleri unutulmama­lı. İktidar sözcülerin­in Filistin bağlamında aynı sözü ifade etmeleri Ttb’nin öncü, aydınlanma­cı yönünün tezahürüdü­r.

Elbette kolay değil bu mücadele. Yorulanlar olabilir. Yorgunluğu­n çözümü Ttb’nin sağlık hakkı bağlamında insan hakları ve hekimlik perspektif­ini hedef göstermek olmamalı. Sağlık hakkı olarak insan hakları mücadelesi­nin düne ve bugüne tüm TTB emektarlar­ı bizim geçmişten geleceğe ufkumuz ve onurumuzdu­r. Olası bir savrulma bu gerçekliği değiştirme­z.

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye