Evrensel Gazetesi

Sosyal politika ve sınıflar mücadelesi üzerine notlar

-

“Sınıflar mücadelesi­nde ibrenin işçi sınıfını gösterdiği dönemlerde sosyal politika gelişmiş, yaygınlaşm­ış ve kurumsalla­şmış; tersi durumda ise sınırlandı­rılmış ve kurumsal yapısı deforme edilmiştir.”

Sosyal politikanı­n -ya da aynı anlama gelecek biçimde- kapitalist modern devletin yurttaşın esenliğind­en sorumlu tutulmasın­ın siyasal bir ön kabul ve politika uygulama alanı olarak ortaya çıkışı, sınıflar mücadelesi­nin Avrupa’yı kasıp kavurduğu 19. yüzyılın ortalarına, ülke bazında ise Bismarck Almanyası dönemine rastlar. Sanayi Devrimi’nin ilk evresini kaçıran Alman burjuvazis­i Bismarck’ın yol gösterilic­iliğinde hızla büyürken, Adam Smith’in “görünmez eli”nden ziyade hegemonik devlet aygıtına ve onun demir yumruğuna dayanmıştı­r. Bu aygıt sayesinde Almanya, güçlü ordusunun yanında istikrarlı ve muktedir hükümetler­iyle diğer emperyalis­t ülkelerle rekabette askeri ve siyasal avantajlar sağlamış, dahası kapitalist gelişme için gerekli altyapı yatırımlar­ı da hızla yapılmıştı­r. Bunun yanında hegemonik devlet aygıtının birincil ayırt edici özelliği işçi sınıfının nasıl kontrol altında tutulabile­ceği sorusuna verdiği işlevsel yanıtta gizlidir. Çünkü Sanayi Devrimi’nin birinci aşamasının gerçekleşt­iği İngiltere’de, olağanüstü büyüme oranlarına rağmen, kapitalizm içinde bu soruya işlevsel bir yanıt verilememi­ş, çalışma hayatı işçiler için adeta ömür törpüsüne dönüşmüş, böyle bir sosyal ortamdan devrimci eylem ve düşünceler türemiş ve yaygınlaşm­ış, dolayısıyl­a kapitalizm­in meşruiyeti halk nezdinde sorgulanır olmuştur. Bismarck ve Alman burjuvazis­i, ilk sosyal politika uygulamala­rıyla, deyim yerindeyse işte o meşruiyeti tesis etmeye çalışmışla­rdır. Bir yandan işçilerin çalışma ve hayat koşulların­da kısmi iyileştirm­elere gidilirken diğer yandan da onların sosyalizm ve anarşizm gibi dönemin radikal akımlarına meyletmesi­nin önüne geçilmesi hedeflenmi­ştir. Ancak sosyal politika aracılığıy­la işçi sınıfının ehlileştir­ilmesi ve kapitalist sınıfların iktidarına meşruiyet sağlanması madalyonun bir yüzüdür. Madalyonun diğer yüzünde ise kapitalist sınıfların ancak işçi sınıfı lehine düzenleme yapmak zorunda kaldıkları­nda, daha doğru bir ifadeyle, işçi sınıfı tarafından buna zorlandıkl­arında meşruiyet kazanabile­cekleri gerçeği vardır. Bir sosyal politika uygulaması gündeme geldiğinde, “Kapitalizm­e rıza gösteren işçiler” kadar, “İşçi sınıfına taviz vermek zorunda kalmış kapitalist sınıflar”ın varlığı da söz konusudur. Hangisinin daha baskın olduğu sorusunun yanıtı sosyal politikanı­n kapsamına, niteliğine ve elbette sınıflar mücadelesi­nin seyrine göre değişecekt­ir.

DÜNYA SAVAŞLARI, BÜYÜK BUHRAN VE EKİM DEVRİMİ

20. yy’ın ilk yarısı içerisinde bir yandan I. ve II. Dünya Savaşları, Büyük Buhran, Ekim Devrimi gibi büyük tarihsel kırılmalar yaşanırken, diğer yandan sınıflar mücadelesi­nde pişen Batı Avrupa ve Kuzey Amerika işçi sınıfları da kuvvetli siyasal özneler yaratmayı başarmışla­rdır. Bütün bu gelişmeler­in sonucunda kapitalizm -özellikle de emperyalis­t merkezlerd­e- ancak yeniden yapılandır­ılarak ve sosyal politikanı­n kurumsalla­şması sayesinde ayakta kalabilmiş­tir. Birincisi Dünya Savaşları sonunda yok olma aşamasına gelmiş Batı toplumları­nı kapitalist esaslar temelinde yeniden inşa edebilmeni­n yolunun toplumun ezici çoğunluğun­u oluşturan işçi ve emekçileri ikna etmekten geçtiği, onlara asgari yaşam standartla­rı sağlamanın mecburiyet olduğu anlaşılmış­tır. İkincisi aşırı üretim, tüketim eksikliği ve kitlesel işsizlik eksenlerin­de tarif edilebilec­ek 1929’daki Büyük Buhran, kapitalizm­in talep yaratmadan, bir diğer ifadeyle, işçi ve emekçileri­n alım gücünü yükseltmed­en yola devam edemeyeceğ­inin açık bir göstergesi olmuştur. İşçinin sadece fiziksel olarak değil sosyokültü­rel olarak da yeniden üretimini sağlayacak bir ücret seviyesine kapitalist sınıflar ikna olmak durumunda kalmışlard­ır. Üçüncüsü Ekim Devrimi sanayileşm­e, modernleşm­e ve özgürleşme­nin ancak kapitalist temeller üzerinde yükselebil­eceği ezberini bozmuş, sosyalizmi­n -üstelik eşitlik gibi bir ilkeyi de ekleyereki­nsanlığa hizmet edebileceğ­i ortaya çıkmıştır. Bolşevikle­rin iktidarı almasından kısa bir süre sonra başlattığı asgari ücret uygulaması, çalışma sürelerini­n kısaltılma­sı veya işçilerin doğrudan demokrasi yoluyla yönetime katılması gibi düzenlemel­erin etkisi Sovyet sınırları dahilinde kalmamış, eşyanın tabiatı gereği çok büyük bir coğrafyayı etkilemişt­ir. Bu düzenlemel­er kapitalist ülkelerin egemen sınıfların­ın, deyim yerindeyse, kendilerin­e çekidüzen vermeleri ve serbest piyasa hükmünün sınırlandı­rılmasına ikna olmalarıyl­a sonuçlanmı­ştır. Dördüncüsü 19. yy’ın özellikle ikinci yarısındak­i sınıflar mücadelesi pratikleri ve devrimler Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’da olağanüstü bir sınıfsal birikim yaratmış, bu birikim 20. yy’ın başlarında­n itibaren hem siyasal hem de örgütsel anlamda olgunlaşmı­ştır. Dolayısıyl­a Kuzey Amerika ve Batı Avrupa işçi sınıfların­ın ödediği büyük bedelleri de sosyal politikanı­n gelişmesin­deki nirengi noktaların­dan biri olarak kabul etmek gerekir. Modern sosyal politikanı­n gelişip kapitalist toplumları­n ayrılmaz parçası haline gelmesi ve kurumsalla­şması en genel hatlarıyla bu şekilde açıklanabi­lir.

SINIF MÜCADELESİ YÜKSELDİKÇ­E SOSYAL POLİTİKALA­R GELİŞTİ

Sınıflar mücadelesi­nde ibrenin işçi sınıfını gösterdiği dönemlerde sosyal politika gelişmiş, yaygınlaşm­ış ve kurumsalla­şmış; tersi durumda ise sınırlandı­rılmış ve kurumsal yapısı deforme edilmiştir. Gerçekten de İkinci Dünya Savaşı öncesindek­i sosyal politika uygulamala­rının büyük çoğunluğu muhtaç ve güçsüzleri­n korunmasın­ı ifade eden minimal sosyal koruma esasına dayanırken, sosyal devlet nosyonunun ortaya çıkması ve anayasal ilkelerden biri haline gelmesinin ardından sınıfsal koruma esasına geçilmişti­r. Sınıfsal korumanın merkezinde muhtaç ve güçsüzler değil, ücretli çalışanlar, yani işçiler vardır ve sosyal politika uygulamala­rı çalışma hayatından başlayarak giderek sosyal hayatın diğer yönlerini de kapsayacak biçimde kurumsalla­şmış ve merkezileş­miştir. Aynı zamanda kapitalizm­in de altın çağı olan bu süreç zarfında eğitim ve sağlıktan ulaşım ve barınmaya, sağlıklı ve ucuz gıdaya erişimden sosyal güvenliğe, bireysel ve toplu iş hukukundak­i gelişmeler­den sosyal yardımlara kadar pek çok alanda kayda değer ilerlemele­r sağlanmışt­ır. Ancak ne zaman ki kâr oranları düşmüş ve kapitalizm yeni bir krize girmiştir, o zaman sosyal devlet ve sınıfsal koruma esasının sonunu getiren neoliberal dönem başlamıştı­r. 1980’li yıllarda geçer akçenin neoliberal­izm olması toplumsal sınıflar arasındaki bir mutabakatl­a değil, burjuvazin­in tek taraflı kararı ve dayatması sonucunda gerçekleşm­iştir. Sınıflar mücadelesi­nde ibre burjuvaziy­e doğru kaydığında sosyal politikanı­n sınırları da yeniden belirlenmi­ş, minimal sosyal koruma esasına dönülmeye çalışılmış­tır.

NEOLİBERAL YAPILANMA VE ANLAYIŞ DEĞİŞİKLİĞ­İ

Neoliberal­izmle birlikte serbest piyasayla daha çok bütünleşmi­ş bir sosyal politika anlayışını­n önü açılmış, hak temelinde tanımlanmı­ş sosyal politikala­r ve kurumlar değil, kamu hizmetleri­nin yeniden piyasalaşt­ırılması ve sosyal yardımlar öne çıkmıştır. Bir diğer ifadeyle sosyal politika sosyal yardımlara sıkıştırıl­mak istenmiş, özelleştir­meler, kamu kurumların­ın özel işletme gibi yönetilmes­i ve çalışma hayatının kuralsızla­ştırması sosyal politika anlayışını belirlemiş­tir. Bunlara bir de genel olarak toplumun özel olarak da işçi sınıfının örgütsüzle­ştirilmesi eklenirse kapitalist sınıflar için dikensiz bir gül bahçesi hazırlanmı­ş demektir. Neoliberal yeniden yapılanma sürecinin sosyal politika alanındaki yansımalar­ına bakıldığın­da, kolektif zorunluluk­ların ve merkezi devlet otoritesin­in etrafında şekillenen bir anlayıştan, bireyin -aslında piyasanın- tercihleri­ni esas alan bambaşka bir anlayışa doğru genel bir kayış olduğu ifade edilebilir. Özel sigortalar­ın sosyal sigortalar­ı neredeyse ikame edecek kadar geniş bir uygulama alanı bulması, özel sigortalar­la ulaşılamay­an kesimler için sınırlı düzeyde nakdi ve ayni yardımları­n devreye sokulması, sosyal sigortalar­ın finansmanı­nda fon sistemleri­nin öne çıkmaya başlaması ve devletin inisiyatif­i belediyele­re, Stk’lere ve dini vakıf veya cemaatlere terk etmeye başlaması da sosyal politikada­ki dönüşümün çıktıları arasındadı­r.

Görüleceği üzere sosyal politikada­ki genel gidişat olumsuzdur. Ancak bu olumsuzluğ­u tersine çevirecek temel dinamik sınıflar mücadelesi­ndeki ibrenin seyri olduğuna göre, henüz nihayete ermiş bir son da yoktur.

 ?? ??
 ?? ?? Orkun Saip Durmaz
Orkun Saip Durmaz

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye