Harabe hayatlar değil insan gibi yaşamak!
000’li yıllar Türkiye’sinde sosyal 2 yardımların, sosyal politikalar içindeki payı giderek arttı. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının 2022 verilerine göre kamu kurumları tarafından yapılan sosyal yardım harcaması 151.9 milyar lira. Ülke genelinde toplam 4 milyon 419 bin 286 hane sosyal yardımlardan faydalandı. İktidar sosyal yardımlardaki artışı “başarı” gibi sunarak yardımlardan faydalanan kadınların oylarına talip oluyor. Buna karşın “lütuf” gibi sunulan sosyal yardımlardaki artış ne yoksulluğa ne de kadınların yaşam koşullarının iyileştirilmesine çözüm oluyor.
Her geçen gün eğitim ve sağlık başta olmak üzere kamu hizmetleri piyasalaşırken işsizlik ve yoksulluk artıyor. Kadınların istihdam içindeki oranı erkeklerin ancak yarısı kadar. Sosyal politikaları “yardım”a indirgeyen iktidar, her türlü politikayla kadını dört duvar arasına sıkıştıracak uygulamaları devreye sokuyor. Devletin sırtlanması gereken engelli ve yaşlı bakım yükünü “aylık” ödemesi ile kadınların üzerine yıkan ve kadını eve daha çok bağlayan iktidarın sosyal politikaları, yoksulluğun hafifleştirilmesinden ziyade “yönetilebilir” olmasını; kışkırtılan “minnet” duygusu ile siyasal aidiyet ve “tamah ettirme”yi hedefliyor.
Bugün milyonlarca kadın yardımlarla ayakta kalmaya çalışıyor. Temel tüketim maddelerine gelen fahiş zamlar karşısında sosyal yardım ücretleri yaraya merhem dahi olamıyor. Derinleşen yoksulluk ve iktidarın “Biz gidersek yardımlarınız kesilir” propagandası yoksullardaki elindekinden olma korkusunu da büyütüyor.
DEĞERSİZ HİSSETTİRİYOR…
Sosyal yardımların sunulma biçimi ise kadınlar arasındaki “değersizlik” hissini artırıyor. Doç Dr. Özge Sanem Özateş Gelmez’in “Sosyal yardımların toplumsal cinsiyetli doğası” adlı makalesinde yardım alan kadınların yaşadığı değersizlik duygusuna dikkat çekici biçimde yer veriliyor. Sosyal demokrat refah rejimine rağmen İsveç’te gelir tespitine dayanan yardımlardan yararlananlar arasında güçsüzlük, umutsuzluk ve bağımlılık gibi duyguların oldukça yaygın olduğu ortaya konuluyor. Türkiye’de yardımların “vatandaşlık hakkı” ya da demokrasinin gereği değil iktidarın lütfu olarak görülmesi de değersizlik hissini doğuruyor.
MİNNET Mİ ETMELİ?
Yükümüz azalmıyor, sadaka mahiyetindeki yardımlarla refaha ulaşmıyoruz, aksine her geçen gün daha fazla dört duvar arasına sıkışmak zorunda kalıyoruz. Çünkü devlet “Evdeki yaşlına ya da engelli çocuğuna bakarsan, çalışmazsan yardım alabilirsin, minnet et!” diyor.
Bugün yardıma muhtaç hale getirilen kadınlar, “Ücretsiz kreş olsa çocuğumu gönderir çalışırım” derken önemli bir talep ortaya koyuyor. “Al gülüm ver gülüm” siyasetiyle kadınları haneye ve iktidara bağımlı kılan politikalar karşısında gerçekçi, güçlendirici, hak temelli sosyal politikalar; ücretsiz nitelikli kreşler, eşit istihdam olanakları, yaşanılabilir ücret mücadelenin önemli taleplerine dönüşüyor. Talepler etrafında mücadeleyi örmekten; kapı komşumuzdan, bant başındaki arkadaşımızdan başlayarak örgütlenmeye başlamaktan daha gerçekçi başka bir çözüm görünmüyor.
“Sürekli bir hastaya yaşlıya, çocuğa bakmak durumundaki kadınlar sosyal yaşamdan kopuyor. Kadınlar uzun vadede depresyona girip hasta oluyorlar. Sağlık sorunu olmadığı müddetçe dışarı çıkamaz hale geliyor. Yardımlarla yoksulluğun çözülmediğini artık öğrendik. Gırla yardımı yapılıyor ama hâlâ aynı kişiler hatta daha fazlası yoksul. Kadınların güvenceli ve eşit olabileceği bir yaşam yardımlarla sağlanmaz. Kadınları güçlendirecek mekanizmalar şart.”