Üreten biziz yöneten neden biz değiliz?
Resmi rakamlar, AKP’LI yılların cumhuriyet tarihinde greve çıkan işçi sayısı oranının en düşük seviyeyi gördüğünü söylüyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB) tarafından yayımlanan çalışma hayatı istatistiklerine göre, 2021’de greve katılan işçi sayısı sadece 519’da kaldı. Bu sayı Türkiye’de grev hakkının yasal olarak kullanılabildiği 1963 yılından bu yana en düşük sayı. Öyle ki 12 Eylül askeri darbesi sonrasındaki 3 yıllık yasağın ardından bile 1984 yılında grevlere 564 işçi katılmıştı. ÇSGB verilerine göre 2022’de ise 16 iş yerinde
1063 işçi greve katıldı. AKP döneminde milli güvenlik ve genel sağlık gerekçeleriyle birçok grev yasaklandı.
EMEK SÜRECİNİN DENETLENMESİ
Patronlar için sermaye birikimini sağlayan; emek süreci, kârını artırmak ve emekçi de dahil maliyetleri düşürmek için, denetlenmesi ve sömürülmesi gereken bir süreç. Emek sürecinde patron ile işçi arasında gerçekleşen mücadele, denetimin niteliğini, üretimin örgütlenmesini, teknolojiyi, işçi sağlığı ve iş güvenliği konusundaki önlemler de dahil her şeyi belirler. Bu belirleme süreci, emek sürecinin her biçimi için geçerli, ister fabrikada olsun, isterse büroda, okulda, mağazada, plazada, hastanede, iş yerinde tüm çalışma alanlarında aynı süreç geçerli. Sermaye için birikim ve kâr, emek sürecinin denetlenmesini zorunlu kılar, ustabaşı, dayı başı, formen, şef, müdür, kısacası tüm bir iş hiyerarşisi, işin örgütlenmesi buna göre kuruluyor. Sermayenin emek süreci üzerindeki denetimi işçiyi makinelerin bir parçası, teknolojinin denetiminin ve imalat sanayisindeki iş bölümünün bir uzantısı haline getirip onun üretimin tamamını kavrama, yönetme, onun bütününe hakim olma becerisini yok ederek üstünlüğünü kurar. Tek tek işçi, yalıtık haliyle kader, fıtrat olarak kabul ettiği koşullardan sıyrıldığında, sermayenin emek süreci üzerindeki hakimiyetini fark edip buna direnç göstererek, bunu kırmaya yöneldiğinde, üretimin yönetimi için öz güçlenmesi olanağı artar. İşçinin kolektif etkinliği, ortak üretim ve denetimle, öz güvenini artırır, çalışma koşullarının denetimini çok daha iyi yapabilecek hale getirir. Üretirken aynı zamanda yöneten işçinin, işçi sağlığı ve güvenliğine vereceği hassasiyet, sermaye denetiminden çok daha güçlü, yaratıcı ve etkin olur. İşçiler, kendi emek süreci üzerinde bizzat denetim sağlayarak, can güvenliklerini, sağlıklarını, geleceklerini de kendi ellerine alırlar.
KOLEKTİF TEMSİL MÜMKÜN DEĞİL
Türkiye’de işçi sağlığı alanında son duruma bakarsak işçi katılımı sadece işçi katılımının ön koşulları oluşmadığı için değil, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’ndaki katılım mekanizmaları son derece yetersiz bir içerikle düzenlendiği için de işlevsizdir. Hatta 6331 sayılı Yasa’nın işçi katılımını esas olarak doğrudan bireysel katılım formunda örgütlediği, işçi temsilciliği ya da işçi sağlığı güvenliği gibi kolektif temsil araçlarının mümkün olduğu ölçüde sınırlandırıldığı ya da kolektif temsiliyetten koparıldığı söylenebilir. Bu en açık şekilde iş sağlığı güvenliği kurullarında görünür hale geliyor. Diğer taraftan 6331 sayılı Yasa’da işçi temsilcilerinin görev ve yetkileri incelendiğinde; işçilerin sağlık ve güvenlik yönetimi uygulamasıyla ilgili bilgilerin pasif alıcıları konumuna, işçilerin İSİG ile ilgili özne olmaktan çıkarılıp bir nesne gibi “tehlikenin kaynağı” pozisyonuna itildiği görülüyor. Mevzuata göre çalışan temsilcisi; iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili çalışmalara katılma, çalışmaları izleme, tehlike kaynağının yok edilmesi veya tehlikeden kaynaklanan riskin azaltılması için tedbir alınmasını isteme, tekliflerde bulunma ve benzeri konularda çalışanları temsil etmeye yetkili. Temsilcinin yetkileri; katılma, izleme, isteme ve teklif etme ile sınırlandırılmış, uygulama ve denetleme, yaptırım gibi araçlarla sonuçlarının yönünü etkileme olanağından yoksun bırakılmış. İş yeri kavramı, emek sürecinin yoğun emek sömürüsü üzerinden patron tarafından aşırı kâr için denetlenmesi üzerinden biçimlendiği için işçi dahil tüm üretim girdileri bir maliyet unsuru haline geliyor. Bu maliyet unsurunu düşürmek için, üretim hızı ve çalışma koşulları patron tarafından belirleniyor. İşçi sağlığı ve güvenliği önlemleri de maliyet unsuru olarak görüldüğü anda göz ardı ediliyor. Buna karşılık yalıtık halden çıkan, üretimin bütünü hakkında söz söyleme gücünü elde eden işçiler kendi öz örgütlenmeleri ile bu denetimi sağlayarak çalışırken sağlıklarını da koruyabildiklerini bu ülkenin tarihindeki deneyimlerle görüyoruz.
Patronlar için sermaye birikimini sağlayan; emek süreci, kârını artırmak ve emekçi de dahil maliyetleri düşürmek için, denetlenmesi ve sömürülmesi gereken bir süreç. Emek sürecinde patron ile işçi arasında gerçekleşen mücadele, denetimin niteliğini, üretimin örgütlenmesini, teknolojiyi, işçi sağlığı ve iş güvenliği konusundaki önlemler de dahil her şeyi belirler.