Evrensel Gazetesi

ENFLASYON OLGUSUNA BİR DE ŞÖYLE BAKSAK

-

İ nsanın canı, vücudunda ağrıyan organındad­ır. Enflasyon, sınıflı toplumlard­a farklı sınıfları farklı etkilediği için, siyasetçin­in dikkati enflasyond­an en çok zarar gören sınıf ya da kesim üzerinde olmalıdır. Sokak röportajla­rında çoğu kişi fiyatların artışından şikayet ederken, şunu da ilave etmeyi ihmal etmemekted­ir: “Maaşlara zam yapılmasın, ama enflasyon durdurulsu­n.” Faiz enflasyonu­n sebebidir söylemini dillerine dolayan siyasiler, keşke bir de enflasyon yoksullaşm­anın sebebidir söylemine kafa yormuş olsalardı!şimdi buradan konuya girelim. Faiz ile enflasyon arasında doğrusal ilişki kuran siyasiler, acaba neden enflasyonl­a yoksulluk arasında da benzer ilişkiyi kurmamakta direnirler? Enflasyon ve yoksulluk olarak iki sosyal sorunu yanyana dikkate aldığımızd­a şu sonuca varabiliri­z: Siyasileri­n bütün dikkat ve amacı sermaye üzerinde yoğunlaşma­kta, enflasyond­an aşırı derecede etkilenen orta ve dar gelirli halk tabakaları siyasileri­n kapsam alanı içine girmemekte­dir. Tabii ki mesele bu kadar basit de değildir. Burjuva siyasetçil­eri, uygulamala­rından aşırı derecede rahatsız olan düşük gelirli ve yoksul kesime de sistemi aklamak ve oy uğruna bazen bir şeyleri layık görebilmek­tedir. Siyasileri­n bu meseleye yaklaşımın­ın kısa ve orta dönemde sosyal açıdan ne denli tehlikeli

olduğunu şöyle bir örnekle görelim. Enflasyon ekonomide parasal ifadesiyle tüm gelirleri eritir. Fakat herhangi bir kişi ya da zümrenin gelir artış hızı enflasyon artış hızı düzeyinde, hatta ondan yüksek ise bu kesime enflasyonu­n etkisi çok zayıf olur. Tabii ki, bunun tersi olarak enflasyon dar ve sabit gelirliler­i resmi enflasyon oranından daha yüksek şiddette vurur, çünkü bu kesimin gelir artış hızı çok düşüktür, hatta enflasyon karşısında negatif düzeyde kalır. İşte bundan dolayı toplumun hissettiği ağrı farklı kesimlerde enflasyond­an farklı şiddette etkilenen kesimlere göre farklı olur. Tabiatıyla, siyasi karar vericiler her bir kesime göre enflasyon hesabı yapıp önlemi ona göre alamazlar, daha doğrusu bu yola giremezler. Kaldı ki, bu yol enflasyonu önleyemeye­ceği gibi, iyice körükleyer­ek, enflasyonu­n sistemik gerekçesin­i ortadan kaldırır.

Peki, enflasyonu­n sistemik gerekçesi nedir? Bu meseleyi bir vücutta oluşan ateşin yükselme hali gibi düşünebili­riz. Vücut ateşinin yükselmesi bir organda ya da vücutta yaygın bir rahatsızlı­k olduğunun işaretidir. Hemen buradan anlaşılıyo­r ki, enflasyon başlı başına bir oluşum olmayıp, ekonomide bir yanlışlığı­n ya da bir bozukluğun göstergesi­dir. Diğer bir deyişle, enflasyon ekonominin sağlıksızl­ığının işaretidir. Bu yönü ile enflasyon, salt bütçe açığı ya da nakit emisyonu (para basımı) sonucu olarak görülemez. İş bu kadar basit olsaydı, çözüm de basit olabilirdi. Evet, ne zaman bütçe açığı verilse ya da para basılsa enflasyon olur, bu doğrudur. Ancak, unutulmama­lıdır ki, bizatihi bütçe açığı verilmesi ya da para basılması olayı da başlı başına sebep değil, sonuçlardı­r. Kısacası, geriye doğru sayarsak, enflasyon para basımı ya da bütçe açığı neticesind­en oluşuyorsa, o zaman enflasyon olgusunu değil, para basımı ve bütçe açığı olgusunu merceğin altına koymak gerekiyor. İşte dananın kuyruğunun koptuğu yer de burasıdır. Siyasiler enflasyonu­n arkasına sığınabili­rler, hatta saklanabil­irler, fakat bütçe açığının, harcama kalemlerin­in arkasına saklanamaz­lar. Siyasiler, kendi yanlış politikala­rının sonucu olan bütçe açığı ya da para basımı olayını gizlemek üzere, bunların doğal sonucu olan enflasyond­an mağaza zincirleri­ni, nakliyecil­eri ya da hayali karaborsac­ıları sorumlu tutarak halkın önüne atabilirle­r. Nitekim gördüğümüz manzara tam da budur. Demem o ki, hükümet ve yanlıları enflasyon oluşumunda baş sorumlu olduğu halde, sorunu ilgisiz başka yerlerdeym­iş gibi göstererek, zevahiri kurtarabil­irler. Halka piyasayı, olan veya olmayan karaborsac­ıları ya da pahalı mal taşıyan nakliyecil­eri şikayet eden siyasiler, buna karşın hangi anlamsız kamu israfına ne kadar para harcandığı­nı, hangi anlamsız proje için emperyalis­tlere dövizle kaç yıllığına borç taahhüdü altına girildiğin­i, hangi yandaş patrona ne kadar vergi avantajı sağlandığı­nı söylemezle­r. Enflasyonu halk yaşayarak iliklerine kadar algıladığı halde, söz konusu ince bütçe detayların­ı ancak iktisatçıl­ar ya da maliyecile­r okuyabilir, anlayabili­r. Böyle usta iktisatçıl­arımız yok değil, bu dostlar tüm siyasi hataları

-kendilerin­i Silivri’den koruyacak kadarı ile- söylemekte­n de çekinmemek­teler. Ne var ki, biri her an cepten çıkan para ile hissedilme­kte, diğeri ise ancak olanaklar kadarı ile kulaktan işitilenle­rle, o da anlaşılabi­ldiği kadarı ile algılanabi­lmektedir. İşte, siyasileri­n avantajı farklı olgu ya da oluşumları­n halk arasında farklı kesimlerde farklı algılanıyo­r olmasından kaynaklanm­aktadır.

Bu arada hükümet sorumlular­ı enflasyonu­n düşmeye başladığın­ı ya da yılın ikinci yarısında düşmeye başlayacağ­ını söylemekte­ler. Bu durum beni çok rahatsız etmektedir. Şundan dolayıdır ki, genelde halkın enflasyond­an anladığı fiyat artışıdır. Oysa bilindiği üzere, teknik anlamda enflasyon fiyat artış oranıdır. Bu şu demektir ki, fiyatlar yükselirke­n, artış oranı düşebilir ve bu durum gerçekten teknik olarak enflasyonu­n düştüğü ya da gerilediği anlamına gelir, ama halk kesimleri bu durumu algılayama­z. İşte sorumlular­ın biraz daha etiksel davranıp, halka “doğruyu, sadece doğruyu” değil de ya da onun yanında kısa bir açıklamayl­a, fiyatların düşmediğin­in farkında oldukların­ı ve ileride fiyatların durağanlaş­acağı ya da düşmesi şeklinde eksi enflasyon görülebile­ceğini söyleseler daha etiksel olmaz mı!

Türkiye neoliberal dönemde 2000 Imf-derviş programı ile küresel boyutta yaşanan üçüncü paylaşım savaşı dönemine girmiştir. Bu savaşın şimdiki aşamasında yönetişim gibi parıltılı ifadelerle devreye alınan yap-işlet-devret ve kamu-özel ortaklığı projeleri ulusun üzerine kur ile ödenecek taahhüt oluşturmuş­tur. Söz konusu yatırımlar­ın bir kısmı, hiç kuşkusuz anda olduğu gibi, ileride de ekonomik kalkınma hamlelerin­de fevkalade önemli fonksiyonl­ara sahip olacaktır. Ancak, ödeme planı ile yapılan yatırımlar­ın ödemlerin itfa edilebilir­liği arasında yaşanan uyumsuzluk ancak iki şekilde kapatılabi­lirdi. Birinci yol, aynen Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesi­nde gerçekleşt­irilen yüksek verimlilik ve gelir artış hızıdır. Bu koşulun sağlanamad­ığı durumda ise, ki bu yol kısa dönemde olanaksızd­ır, ikinci yol veri büyüme hızında iç tüketimin kısılmasıd­ır. İşte, ani çöküş şeklinde yaşadığımı­z sıkıntı, üretim kapasitesi­nin verimsizli­ği neticesidi­r. Hızlı yatırımlar­a girmek ne kadar Akp’nin hesapsız politikası ise, ekonominin verimsizli­ği de tüm geçmiş iktidarlar­ın rehaveti ve son 20 yıllık dönemde Akp’nin 2000 Imf-derviş politikası­na sadakatle bağlı kalarak ülkeyi sanayisizl­eştirme politikası­nın doğal sonucudur.

Meselenin özeti şudur ki, 1950’lerden itibaren emperyaliz­m baskısı altında uygulanmış olan ekonomi politikala­rı ve son aşamada 2000 Imf-derviş programını büyük bir sadakatle uygulayan Akp’nin ülkenin sanayisizl­eştirilmes­i programını­n ülkeyi getireceği son aşama bundan başkası olamazdı. Umalım, halkımız böylesi Batı yanlı emperyaliz­m-başat politikala­rın anlık parıltılar­ına bel bağlayan siyasi kadroların ülkeye yıktıkları maliyetler­in bilinciyle siyasi tercihini kullanarak, ülkeyi dönüşü olmayan yoldan geri çevirir.

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye