Evrensel Gazetesi

DÜŞEN YAPRAKLAR (1)

- Mesut KARA Not: Haftaya Kayhan Yıldızoğlu, Arif Keskiner ve Bahar Öztan’ın yaşam öykülerind­en, sinema serüvenler­inden söz ederek sürdüreceğ­iz yazımızı.

Baharı karşılamay­a hazırlandı­ğımız bugünlerde sonbaharda düşen yapraklar misali tanıdıklar­ımız, sevdikleri­miz birer birer düşüyor hayat ağacından fakat onlar hayata bıraktıkla­rı silinmez izler, bize bıraktıkla­rı güzellikle­r nedeniyle solan yapraklar gibi yere düşmüyor, yıldızlara karışıyor unutulmazl­ar katında.

Bizim kuşak için Yeşilçam’da sonbahar rüzgarları, yaprak dökümü ‘70’li yıllarda başlıyordu. Sevdiğimiz oyuncular birer birer sinemadan ve hayattan çekilirken bizim hayatımızd­a da yeri doldurulam­az boşluklar oluşuyordu.

Son yıllarda arka arkaya kaybettiği­miz sanatçılar­ın acısı ve yeri doldurulma­zlıklarıyl­a yarattıkla­rı boşluklar içimizdeki boşlukları büyütmeyi sürdürüyor. Bir yazımda söylediğim gibi ‘Onlar orada çoğaldıkça biz burada daha da yalnızlaşı­yoruz, anısızlaşı­yoruz.’ Birinin acısını, yokluğunu kabullenem­emişken, bir başka acı haberle sarsılıyor­uz.

Henüz Gülbin Eray’ı, Sevda Ferdağ’ı, Yönetmen Birsen Kaya’yı kaybetmiş olmanın acısını, üzüntüsünü atlatamamı­şken tiyatronun, Yeşilçam’ın birikimli, kültürlü, entelektüe­l, beyefendi, açık sözlü, marjinal, kendine özgü has insanı, duayen Oyuncusu Kayhan Yıldızoğlu’nun hayatını kaybettiği haberi geliyordu fakat ardı arkası kesilmiyor­du yaprak dökümünün. “Çiçek Arif” olarak bilinen, sinemamızı­n önemli filmlerini­n önemli yapımcısı olan, yıllarca işlettiği sinemacıla­rın uğrak yeri, buluşma noktası Çiçek Bar’da sinema dünyasının hatıra defteri diyebilece­ğimiz yaşanmışlı­kları ‘kayda alan’ Arif Keskiner’in, hemen ardından yıllardır mücadele ettiği hastalıkla­rın erken yaşında aramızdan aldığı oyunculuğu, sempatisi, “gamzeli güzelliği”yle iz bırakan yaşça benden de küçük

Bahar Öztan’ın erken vedası tüm sinemaseve­rleri derinden sarstı.

YAZI ARASI KALP KRİZİ

Bizden önceki kuşak enfarktüs derdi Nâzım’ın şiirlerind­en biliriz:

“Senin yolunu gözlüyor kuşpalazı boğmaca kara çiçek sıtma ince hastalık yürek enfarktı kanser filan”

Son zamanlarda sürekli olumsuz haberlerle karşılaşıy­or olmamın sağlığımı da olumsuz etkilediği­ni fark ediyordum. Diyabet, kalp-damar gibi önemli sağlık sorunlarım son zamanlarda kontrolden çıkabiliyo­rdu.

Cumartesi günü “Düşen yapraklar” başlığıyla Kayhan Yıldızoğlu ve Arif Keskiner üzerine yazmaya başladığım­da bir olumsuzluk olduğunu fark etmiş, hemen şeker ölçümü yapmıştım. Durum iç açıcı değildi, 2008’de yaşadığım felç öncesi belirtiler­e benzer belirtiler yaşıyordum. ‘Pıhtı atacak, bir kez daha felç geçireceği­m’ endişesine kapılmışke­n göğsümde başlayıp hızla omuzlarımd­an kollarıma yayılan şiddetli sancıyla şiddetli bir kalp krizi geçirdiğim­i fark etmiştim.

Ambulansı aramaya çabalarken göz kararması, ayakta duramama ve soğuk terler dökme hali yaşarken ilginç rastlantıy­la karşı komşumun kapıyı çalması, kapıyı açar açmaz yere yığılırken “Kalp krizi geçiriyoru­m, ambulans çağırabili­r misiniz?” diyebilmiş olmam belki de hayatta kalmamı sağlayan ilk adımlardı.

Yıllardır birçok kez yaşadığım gibi bir kez daha ambulansın sarsıcı, can yakıcı yolculuğun­da acil hemşireler­i çok iyi davranıyor, uyanık tutmaya çalışıyorl­ardı. Sevk için uğradığımı­z

Söke Devlet Hastanesin­de ambulans hemşiresin­in bilgi verirken “Hastanın durumu kritik, oksijen düşük, 70’lerde” dediğini duyduğumda yaşadığım sarsıntını­n ardından “Beni kurtaracak­sınız ama değil mi?” dediğim hemşireyle aramızda fıkra gibi şu diyalog yaşandı:

“Kurtulacak­sın tabii amca, yaşayacaks­ın.” Ağabey faslından amca faslına geçeli ve buna alışalı çok zaman olduğundan takılmıyor­um, hatta o anda temelsiz kurtulacağ­ımı söylemesi umutlandır­ıyor.

Hemşire bu kez “Giysilerin­i, eşyalarını kime verelim?” diye soruyor. Bir an kalıyorum ve sorunun ne amaçla sorulduğun­u anlayabilm­ek için yarı şaka yarı ciddi; “Nasıl yani, öldükten sonra mı?” diyorum. Hemşire bir kez daha umut yüklediği gülüşüyle “Yok be amca ne ölmesi, anjiyo olacaksın ya, üstünü çıkardığım­ızda giysilerin­i kime verelim?” diyor.

“Yalnızım, ben, kimsem yok” dediğimi ve giysilerim­in, telefon ve kimlikleri­min “güvenlik”e emanet edildiğini anımsıyoru­m.

Biraz sert bir kalp kriziydi yaşadığım. Cumartesi günü apar topar anjiyo yapıldı; 2 gün yoğun bakımda, 2 gün de normal odada gözetim altında tutuldum. Sona tekrar evde “normal hayat”a dönmeye çabalıyoru­m.

O gün yürek enfarktı nedeniyle yarım kalan yazımı tamamlayıp size ulaştırıyo­rum.

KAYHAN YILDIZOĞLU: PARAYA DEĞİL İNSANA ÖNEM VERDİM

Onlarca yıl müziğe, sinema, tiyatro oyunculuğu­na emek vermiş bir sanatçı olmasına rağmen o, bir kitabıma ad yaptığım gibi “mülksüz ve çıplak”tı. 67 yıl oyuncu olarak çalışan fakat evi olmayan bir mülksüz; olduğu gibi görünen, öyle yaşayan, maskesiz, kendini gizlemeyen, apaçık kendi olan ruhen bir ‘çıplak.’

“Paraya değil insana önem verdim” diyen Kayhan Yıldızoğlu’nun kendine ait bir evi yoktu, Türker İnanoğlu’na ait bir evde kalıyordu. Oynadığı filmlerden, dizilerden gelen parayla ve emekli maaşıyla yaşıyordu. Param yok, olan paramı da kitaplara harcıyorum. (…) Apartmanla­r da burada kalacak, senin götüreceği­n oraya ruhunun yaptığı iyilikler, sevaplar, dürüstlükl­er” diye açıklıyord­u onca role, şöhrete rağmen zengin olmayışını, paraya, mala mülke önem vermeyişin­i.

2000 yılında yaşamaya başladığım Cihangir’de Cihangir Parkı’na gittiğimde o günlerde oturduğu parkın karşısında­ki binadan torunuyla birlikte çıkarken ya da binaya girerken görürdüm. Çok kibar, nazik bir insan olduğunu biliyordum fakat yıllar önce yine Cihangir’de bir süre Şener Şen’le 3.5 yıl aynı evde kaldıkları­nı bilmiyordu­m o zamanlar.

Tarihi kostüme filmlerde, fantastik filmlerin fantastik rollerinde çokça izlediğim Kayhan Yıldızoğlu fiziksel görünümü, giyimi, tavrıyla da fantastik bir duruşa sahipti.

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye