Keşke, Akp’nin Kürtlere kötü davrandığı sadece seçim zamanı hatırlanmasa
Muhalefet, halkı hep “Bir seçim sabahı bahara uyanacağız” modunda tuttu. Oysa demokrasi adım adım kazanılan bir mücadeledir, öznesi halktır, siyasi partiler bu mücadelenin aracıdır. Kurtarıcı beklersek, o kurtarıcı hiç gelmeyebilir.
andıra 1 No’lu F Tipi Kapalı Cezaevinde tutuklu bulunan DEM Parti Ankara Büyükşehir Belediyesi Eş Başkan Adayı Gültan Kışanak, seçim kampanyası ve siyaset gündemine dair gazetecilerin sorularını yanıtladı. Soruların bir bölümünü sayfamızda yayımlıyoruz. Soru ve yanıtların tamamını internet sitemizde bulabilirsiniz.
KPınar Öğünç: Türkiye son yıllarını aşırı politik bir gündem içinde ama aynı gelişmenin sonucu olarak tamamen seçim odaklı, yurttaşları apolitikleştiren bir süreç olarak yaşıyor. Tüm dünyada hukuk devletinden sapmalar gücünü hızla normalleştirmeden alıyor. Bir yandan sandığa ölümcül önem atfediliyor ama bir yandan kentinin belediyesine kayyum atansa iradesinin çalındığını normalleştirecek bir seçmen kitlesi inşa ediliyor. Siyasi analizi bırakalım, bir şeyi bu kadar önemli görmek ama aynı anda neticesinde hiçbir etkisi olmayabileceğine de inanmak, insan psikolojisine ters. Cezaevinden adaylığınızla kampanya dönemini yerel seçimi aşan bir propaganda için kullanan bir siyasetçi olarak bu siyasetsizleştirme, hukuksuzlukları normalleştirme kıskacına, buralardan nasıl çıkılabileceğine dair ne demek istersiniz?
Gerçekten de en önemli sorunumuz siyasetsizlik. Hukuksuzluğu normalleştirme de siyasetsizliğin bir sonucu. Siyaset, sandığa indirgenmiş, ama iktidar sürekli sandığa müdahale ediyor. Bu bile sorgulanmıyor. 2015’ten bu yana iktidar defalarca sandıktan çıkan sonuçları beğenmedi ya seçim tekrarı yaptı ya da halkın seçtiği milletvekillerini ve belediye başkanlarını görevden aldı. Türkiye tarihinde askeri darbe dönemleri dahil hiçbir dönem bu kadar çok sandığa müdahale edilmemiştir, bu kadar çok seçilmiş siyasetçi iktidarın gazabına uğramamıştır.
AKP siyaseti iki kutba sıkıştırarak, buradan sürekli iktidar devşirdi. “Ya bendensin ya düşman” retoriği, muhalefeti “Ben düşman değilim” savunmasına hapsetti. Eskiden “iç düşman” kavramı derin devletin kitabında yazardı, kimse buna açıktan sahip çıkmazdı. Şimdi “Bana da terörist derler mi?” kaygısı, siyaseti ve düşünce özgürlüğünü bitirdi. Bir zamanlar “Düşüncesine katılmıyorum ama ifade özgürlüğünü savunuyorum” kampanyası vardı; sanırım kimse hatırlamıyor bile…
İçinde bulunduğumuz hal siyaset değil, bir iktidar oyunu. Bu oyunu bozmalıyız. Yukarıdaki cümleleri, herkesin bildiğini bir daha sıralamak için yazmadım. Muhalefetin tersine çevirmesi gereken duruma dikkat çekmek için yazdım. Her şey bir anda değişmeyecek ama her şey hakikati savunmakla değişmeye başlayabilir. Muhalefet, halkı hep “Bir seçim sabahı bahara uyanacağız” modunda tuttu. Oysa demokrasi adım adım kazanılan bir mücadeledir, öznesi halktır, siyasi partiler bu mücadelenin aracıdır. Kurtarıcı beklersek, o kurtarıcı hiç gelmeyebilir.
Seyhan Avşar: Sayın Leyla Zana’nın yaptığı bir açıklamayla yeni bir çözüm süreci mi başlatılacak konusu kamuoyunda tartışılmaya başlandı. Sonrasında Sayın Ahmet Türk, Kürt sorununun çözümü için, “CHP yapamaz. Neden? Derin devleti ikna edemez çünkü. Erdoğan isterse ikna edebilir. Sorunu çözebilirler” dedi. Sayın Selahattin Demirtaş ise Kürt sorunu için muhatapların Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Abdullah Öcalan olduğunu söyledi. Sizce CHP Kürt sorununu çözemez mi? Sayın Türk’ün, “CHP derin devleti ikna edemez söylemine katılıyor musunuz?” Tüm bunlara bağlantılı olarak Kürt halkına tüm yaşatılanlara rağmen çözümün muhatabı Erdoğan mıdır? Yanıtınız ‘evet’ ise, Erdoğan iktidar da olduğu için mi muhatap yoksa derin devleti ikna edebileceğini düşündüğünüz için mi?
En başta net olarak söyleyeyim. Kürt sorunu ancak partiler üstü bir politikayla çözülür. Aksi takdirde AKP çözmek istese CHP karşı çıkar, CHP çözmeye kalkışsa AKP ‘ihanetle’ suçlar. Geçen süreçte bunu yaşayarak öğrendik. Hâlâ da her iki parti, birbirini Kürt sorunu üzerinden vuruyor.
CHP isterse, Kürt sorununu rahatlıkla çözebilecek bir partidir. Cumhuriyetin kurucu partisi olması nedeniyle bu konuda büyük bir sorumluluk altındadır. Ama “isterse” kelimesinin özellikle altını çiziyorum. Şunu görmek gerekir, Türkiye’de milliyetçilik ulusalcılık üzerinden yükseliyor ve her iki kesimi de giderek sağcılaştırıyor. Bu nedenle Kürt sorunu, sadece Kürtlerin meselesi değildir, Türkiye’nin demokrasi sorunudur.
Derin devlet konusunu da herkes unuttu. JİTEM teşhir olmuş, hakkında davalar açılmış, derin devleti mahkum etme imkanı ortaya çıkmıştı. Ancak JİTEM elemanları tek tek beraat ettirildi. Doğru dürüst haberi bile yapılmadı. Oysa bu yapının ortaya çıkartılmasında CHP geleneğinin önemli bir rolü vardı. AKP döneminde ise sanki derin devlet yokmuş gibi davranılıyor, özellikle Kürtlerle ilgili olayların peşine kimse düşmüyor. Derin devleti “İkna etmek” değil, teşhir etmek gerekiyor.
Sanırım Ahmet Türk, Akp’nin iktidar olması nedeniyle, tüm devlet kurumları üzerindeki etkisine işaret etmek istemiştir.
AKP iktidarının bizlere ne yaşattığını biliyoruz; hâlâ da yaşıyoruz. Defalarca mahkemede söyledim, bir kez daha söyleyeyim; Eğer bizleri hapishanede tutmak
Kürt sorununu çözüyorsa, bizi idam edin, bu mesele bitsin. Bizim açımızdan, ne bedel ödediğimiz değil, sorunun nasıl çözüleceği önemlidir. Ortada tüm ülkeyi ve milyonlarca Kürt yurttaşı ilgilendiren son derece önemli bir sorun var. Beklentimiz, artık bu konunun iç politika malzemesi yapılmadan, temel haklar ekseninde, demokrasi içinde çözülmesi, toplumsal barışın sağlanmasıdır. İktidarlar gelir geçer, Kürt sorunu kalır; cumhuriyetin yüzyılı böyle geçti. İkinci yüzyıl da böyle geçsin istemiyoruz. Bir şey daha söylemesem içimde kalır. Keşke, Akp’nin Kürtlere kötü davrandığı, sadece seçim zamanı hatırlanmasa.
Özlem Akarsu Çelik: Sayın Kışanak, hem meslektaşım hem bir siyasetçi olarak maruz kaldığınız hukuksuzluğun bir an önce sona ermesini ve derhal özgürlüğünüze kavuşmanızı diliyorum. Sorum şöyle, yerel seçim zamanı sıkça duyduğumuz “İstanbul’u yöneten Türkiye’yi yönetir” iddiasına benzer yeni bir iddia ile dikkat çektiniz: Diyarbakır’ı yöneten Ankara’yı da yönetir… Bu iddiayı, Kürt sorununun demokratik çözümü çerçevesinde nasıl okumalıyız?
Ankara’dan aday olmam, ortak vatanda, eşit yurttaşlar olarak yaşama iddiasının göstergesidir. “Diyarbakır’dan Ankara’ya oradan dört bir yana toplumsal barış köprüleri kurmak” derken tam da bu iddianın altını çizmek istedim. Diyarbakır, Kürtler açısından politik bir merkezdir; Ankara cumhuriyetin başkentidir. Kürt meselesinin demokratik çözümü, sembolik yönleri olan bu iki merkez arasında kurulacak köprülerin, ülkeye yayılmasıyla mümkün olacaktır. Bu nedenle ‘toplumsal barış’ diyorum.
Ülkeyi yöneten liderler, Diyarbakır’a gidince Kürtlere mesaj verme ihtiyacı duyar. Liderler her yerde miting yapar ama herkes “Acaba Diyarbakır’da ne mesaj verecek” diye bekler. Şimdiye kadar “Kürt realitesini tanıyorum” diyen de oldu; “Ab’nin yolu Diyarbakır’dan geçer” diyen de. “Kürt sorunu benim de sorunumdur” diyen lider de gördük. 2013’te, tüm Türkiye heyecanla Diyarbakır Newroz’unda okunacak mektubu bekledi.
Diyarbakır’dan iki kez onay almış, kentin belediye başkan iken görevden alınmış bir kadın siyasetçi olarak hem Diyarbakır’ın sözünü hem de Diyarbakır’da devlet adına söylenen sözleri, Ankara’ya taşıma sorumluluğu duyduğum için aday oldum. Artık, barış için ortak sözümüzü üretmeliyiz.
Nurcan Gökdemir: Kürt sorununun çözümü için Kürt hareketinin önde gelen isimlerinden Erdoğan’ın yeniden inisiyatif alması doğrultusunda çağrılar geliyor. Geçmiş deneyimler ışığında bu çağrıların karşılık bulma ve sonuçlanma şansı var mı? Erdoğan’ı böyle bir sürece itecek basınç nasıl oluşturulabilir? Yerel seçim sürecinin bu anlamda katkısı oldu mu?
Bir yerel seçim sürecindeyiz. Doğal olarak tüm partiler, en yüksek oyu almaya ve kazanmaya odaklandılar. Birkaç gün sonra seçim bitecek ve biz hakiki gündemlerimizi daha çok ve daha net tartışmaya başlayacağız. Muhalefetin en büyük hatası,iki seçim arasında doğru düzgün siyaset yapmamak. Oysa asıl siyaset, iki seçim arasında yapılır, seçim sürecinde bunun meyveleri toplanır. Toplumsal dönüşüm ve örgütlenme, seçim döneminde söylenen iki beylik lafla sağlanamaz. Muhalefet asıl, seçimsiz dönemde iş yapar. İktidar sürekli seçim taktiği ile muhalefeti kendi gündemleri peşinden koşturuyor.
Teorik olarak önümüzde seçimsiz dört yıl var. Ancak ben bu takvimin değişeceğini düşünüyorum. İktidar kesinlikle oy kaybedecek ve çekim merkezi olmaktan çıkacaktır. Bu nedenle, muhalefet partileri, seçim sonrasında iç tartışmaları bir kenara bırakarak; halkın gerçek sorunlarıyla ilgilenseler, iktidar üzerinde ciddi bir toplumsal baskı yaratabilirler. İktidar bir anayasa değişikliği gündemi ortaya atacak, bence muhalefetin de “acil demokratikleşme paketiyle” karşılık vermesi gerekir. Aksi taktirde, iktidarın gündemleri peşinde sürüklenirler ve 1 yıl sonra da kendilerini bir anayasa referandumu gündeminin içinde bulabilirler.
Nergis Demirkaya: Hdp’nin yerel seçimlerde kazandığı belediyelere son iki seçimde kayyım atandı. 31 Mart’ta gerçekleşecek seçimde de iktidarın bu politikasının devam edip etmeyeceği tartışılıyor? Sizce kayyım atama tutumunun sürmesi durumunda DEM Parti ne yapmalı, nasıl bir mücadele yürütmeli?
Kayyum iflas etmiş bir politikadır, Akp’nin elinde kaldı. ‘Vazgeçtim’ dese olmuyor, devam etse özellikle Kürtler nezdinde iyice itibar ve oy kaybediyor. Muhalefet bu konuda güçlü ve demokratik bir çıkış yapsa, kayyum yasasının değişeceğine inanıyorum. Bugüne kadar devam etmesi, muhalefetin de eksiğidir. Tabii ki belediye başkanının suç işleme ayrıcalığı yoktur. Suç ve ceza yargının işidir ama iktidar yargı kararı olmadan kayyum atıyor. İşte benim şahsımda ortaya çıkan durum, yedi buçuk yıl sonra hâlâ belediye başkanı seçilebilme haklarına haizim. Peki Diyarbakır belediyesine neden kayyum atandı? Muhalefet hep birlikte bu soruyu sorabilmeli. Yine kayyum yasası “kumpas” yasasıdır. Hepimize, tüm siyasetçilere kumpaslar kuruldu ama basın etiği için bildiğim bir örnek vereyim. 2019’da seçilen Selçuk Mızraklı’ya açık aleni bir kumpas kuruldu. İçişleri Bakanlığına bağlı kolluk, bir iftiracı buldu, yalan beyanla Mızraklı görevden alındı, belediyeye kayyum atandı. Kayyum yasası değişmediği sürece her ana her belediye başkanı bir kumpasa kurban gidebilir. Bu böyle devam edemez.
Önceki Belediye Yasası da çok demokratik değildi, yerel yönetimler üzerinde merkezi idarenin vesayeti vardı; ancak hiç değilse iktidara “keyfiyet” hakkı tanımıyordu, yargı kararı olmadan merkezi iktidar müdahale edemiyordu. Mevcut kayyum yasası, iktidara istediği an istediği belediyeye kayyum atama hakkı tanıyor. İktidar için tek engel, toplumsal tepki. CHP’LI belediyelere kayyum atanmıyorsa, siyasal sonuçlarından korktukları içindir. Böyle bir demokrasi olur mu? Bu orman kanunudur; “Az olanın, zayıf olanın, canı çıksın” demektir.
Bugüne kadar kayyum Kürtlerin sorunu olarak görüldü, bu nedenle çözülemedi. Kayyuma karşı mücadele sadece Kürtlere ve DEM Parti’ye bırakılmamalı. Bu bir demokrasi sorunudur. Muhalefet karar vermeli, demokrasiye sahip çıkacak mı çıkmayacak mı? (HABER MERKEZİ)