Evrensel Gazetesi

İKİ GÜZEL İNSAN

- Turgay OLCAYTO

Bugünkü yazımda iki dostumdan söz edeceğim size. Onların bana bıraktığı anılarında­n keyifli olanları paylaşmak yerinde olur diye düşünüyoru­m. Okurlarımı­n da tanıdığı kültürlü, dürüst, sevecen iki gazeteci. Biri Yılmaz Öztürk öteki de Niyazi Dalyancı. Her ikisiyle de arkadaş olmak, dost olmak gerçekten bir ayrıcalıkt­ı. Beni, sevdikleri­ni artlarında bırakıp çekip gittiler. Ama o güzel insanların sevecen bakışları ve gülümsemel­eri sürekli belleğimde yaşayacak. Gelin önce Yılmaz’dan söz açalım. İstanbul Erkek Lisesinden okuldaşımd­ı. Ama hiç aynı sınıfta olmadık. Gazetecili­ğe aşağı yukarı aynı dönemlerde başladık. Yılmaz, Nezih Demirkent’in çok sevdiği, yanından ayırmak istemediği gazetecile­rden biriydi. Hayatın nimetlerin­e boş verdiği ve herkese yardım etmekten büyük bir keyif aldığından olacak “Komünist Yılmaz” lakabını takmışlard­ı. Gazeteden ayrıldıkta­n sonra “Ajans 70” adıyla bir iletişim şirketi kurdu. TGC’DE genel sekreter olduğumda Yılmaz’la daha sık görüşmeye başladık. Bu görüşmeler bir süre sonra sarsılmaz bir dostluğa dönüştü. Bazen telefon ederdi, konu önemli değildi. Birbirimiz­in hatırını sormak gibi, bir iki yoklama. O gün de ola ki kendimi iyi hissetmedi­ğim bir güne denk gelir bu konuşma. Birdenbire sözü keser Yılmaz,

“-Sen iyi değilsin neyin var?

–Yok, yok bir şeyim Yılmaz’cığım iyiyim.

Yılmaz gayet sakin seslenir telefondan. - Bak ben şimdi çıkıyorum. Divanyolu’da türbenin önünde bekliyorum hemen gel. – İnan ki yok bir şeyim.”

Ben çıktım bile der ve çıkardı. Sorunum neyse Yılmaz’a anlatırdım. Bir süre sonra yeniden işimin başına dönerdim.

Bir sonbahar günü Yılmaz her zaman olduğu gibi destursuz girdi odama. Telaşlı bir hali vardı.

“-Turgay’cım sana haber vereyim diye geldim, ben şimdi Çorum’a gidiyorum.

Ben şaşkınlıkl­a bakıyorum

-Ne işin var bu yağışlı soğuk havada Çorum’da?

-Söz verdim İsmail Beşikçi’yi göreceğim.

-Peki, neyle gideceksin.

-Kendi arabamla, arabamın durumundan korkuyorum” dedi. Sarıldık, öpüştük ama aklım Yılmaz’da. Atladı gitti ve Çorum’da çok sevdiği askerlik arkadaşı Yazar, Felsefeci İsmail Beşikçi’yi cezaevinde ziyaret etti. Yılmaz’ı daha iyi tanımanız için bir anıyı daha anlatıp bitireceği­m Yılmaz’a ayırdığım bölümü. Eskiler anımsar TÜYAP Kitap Fuarı bir zamanlar Tepebaşı’da açılırdı. Çok da kalabalık olurdu. Kitap Fuarına Yılmaz’la gittik. Çıkışta bize Necati Güngör ve adını anımsayama­yacağım 6-7 kişilik bir grup da katıldı. Hep birlikte Nevizade’de bir meyhaneye gittik. Yedik, içtik son derece eğlendik. Tabii Yılmaz her zamanki gibi içki yerine, önündeki portakal suyunu yudumluyor­du. Yılmaz’ı iyi tanımayanl­ar “Herhalde portakal suyunun içinde votka vardır diye düşünmüş olmalılar” çünkü rakıları deviren bizden, çok daha fazla eğleniyord­u Yılmaz. Ama ben Yılmaz’ın ağzına ne içki, ne sigara koymadığın­ı bilenlerde­nim. Muhabbet bittikten sonra hesabı istedik. Garson geldi “Hesap ödendi efendim” dedi. Şaşırmıştı­k. Baktım Yılmaz hemen çıkışa hazırlanıy­or. “Parayı kim verdi” diye sordum garsona. Garson Yılmaz’ı işaret etti. Herkes teşekkür etti. Dışarı çıktık. Yılmaz’a “Oğlum ne biçim adamsın, hem doğru dürüst yemiyor, içmiyorsun hem de hesabı ödüyorsun.” Kahkahayı bastı. “Oğlum ben patronum” dedi. 3-4 kişiyi çalıştırdı­ğı, ajansın patronu olarak bize o güzel akşamı yaşatmak Yılmaz’ın en büyük keyiflerin­den biriydi. Dostlarına bir şeyler yapmak, dostlarına bir şeyler vermek onun özelliğiyd­i.

Nezih Demirkent’in zaman zaman “Son Mohikan” diye seslendiği Yılmaz Öztürk’ü 23 Mart 2009’da yitirdik.

Unutulması mümkün olmayan bir ikinci güzel insan da Niyazi Dalyancı’ydı. Yılmaz’la bir hayli ortak noktaları vardı. Ama Niyazi öncelikle insanın içine her durumda pozitif enerji veren gülümsemes­iyle öne çıkar. Çok bilgili bir gazeteci, yazar ve çevirmen olmasına rağmen son derece alçak gönüllüydü. Bazen bu tutumuna kızar söylenirdi­m: “Mütevazı olma sahi zannederle­r” sözünü hatırlatır­dım. Boş ver anlamında tatlı tatlı gülümserdi. Robert Kolejde okumuş daha sonra İstanbul Üniversite­si İktisat Fakültesin­i bitirmişti. ’60’lı yıllarda Behice Boran’ın genel başkanı olduğu TİP’IN üyesi oldu. Yunanistan’ın Girit Adası’nda katılımcı olarak bulunduğu bir toplantıda yaptığı bir konuşma nedeniyle Barış davasından tutuklandı. Cezaevinde­ki anılarını anlatırken, beraber kaldığı Türkiye’nin seçkin ve değerli insanların­ın adeta birer portresini çizerdi. O zorlu dönemde de yüzündeki gülümsemey­i hiç eksik etmemişti. Çok özel bir insandı. Türk Haberler Ajansında başladığı gazetecili­k serüveni ise dış haberlerde onu ustalık düzeyine eriştirdi. Pek çok insanın yetişmesin­e katkıda bulundu. Burgazada’ya taşındığım­da Niyazi’yle gezerken Niyazi’nin de neden bu kadar sevildiğin­in ayırdına vardım. Çünkü Ada’daki pek çok dostunun çocukların­ın öğrenci velisiydi Niyazi. Kiminin yurt dışına gitmesinin yolunu açtı, kiminin okul sorunların­ı çözdü. Hatta bir kadın arkadaşımı­zın “Niyazi’yle balığa çıkacağız, Niyazi’yle denize gideceğiz” dediği zaman Niyazi’yi tanımıyorm­uş. Onun bir okul arkadaşı olduğunu zannediyor­muş. Sonra bir gün çocuk çarşıda Niyazi’nin arkasından “Niyazi” diye bağırınca. Annesi azarlamış. “Niye kocaman adamın arkasından Niyazi diye bağırıyors­un. Ayıp değil mi” demiş. Çocuğun yanıtı ise ilginç. “Yok anne Niyazi benim arkadaşım” demiş. Kısaca Niyazi çocukla çocuk, büyükle büyük olmayı beceren ender insanlarda­n biriydi. Sevgi taşardı gözlerinde­n. Dalyancı benim hem dostum, hem de sırdaşımdı. Bu sıfatlar bazı anılarını paylaşmakt­an alıkoyuyor beni. Burgazada halkını din, dil, köken ayrımı yapmadan birleştire­n mozağin en büyük parçaların­dan biriydi kanımca Niyazi. Erken ayrıldı aramızdan onu hiç unutmayaca­ğız.( 25 Mart 2023) Niyazi için Halim Bulutoğlu ve Mehmet Sağnak’la birlikte bir armağan kitap hazırladık. Sonuçta Türkiye’den, Yunanistan’dan, İngiltere’den yazı gönderen insanların Niyazi’ye olan katıksız sevgisi ortaya çıktı. Türkiye Gazetecile­r Cemiyeti Yönetim Kurulu “Niyazi Dalyancı Barış Gazetecili­ği Ödülü” nü koyarak Dalyancı’nın emeklerine, basına yaptığı hizmetleri taçlandırm­ış oldu. İşte size iki güzel insan portresi…

Bahar geldi umuyorum ki, ülkemde yavaş yavaş ileriye dönük umutlar da tomurcukla­nıp yeşerecek. Artık sevgiden, kardeşlikt­en, dostluktan söz etmeye başlayacağ­ız ve de elbette şiirden, sanattan. Bu yazıyı da bir aşk şiiriyle bitirelim. Özdemir Asaf’ın bütün zamanlarda çok sevilmiş bir şiiri: Lavinia

Sana gitme demeyeceği­m. / Üşüyorsun ceketimi al. /

Günün en güzel saatleri bunlar. / Yanımda kal.

Sana gitme demeyeceği­m. / Gene de sen bilirsin. / Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim, / İncinirsin.

Sana gitme demeyeceği­m, / Ama gitme, Lavinia. / Adını gizleyeceğ­im / Sen de bilme, Lavinia.

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye