Mesleğe dair var olan küçük tomurcukları ezmek istiyorlar
303 gün asılsız iddialarla cezaevinde kaldıktan sonra tahliye edilen Gazeteci Dicle Müftüoğlu tutukluluğunu “Hukukun askıya alındığı, siyaseten iktidarın kendisi önünde gördüğü engelleri kaldırma girişimi” olarak değerlendirdi ve “Gazeteciliği yapılamaz h
Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) Eş Başkanı ve Mezopotamya Ajansı (MA) Editörü Dicle Müftüoğlu tutuklandıktan 303 gün sonra, üçüncü duruşmada tahliye edildi. Haber kaynaklarıyla görüştüğü, seyahat ettiği, otelde kaldığı gazetecilik faaliyeti yaptığı için yargılanan Müftüoğlu serbest bırakılsa da yargılama tek gerçek bir ifade ortaya koyamayan gizli tanığa rağmen devam edecek.
Tahliye sonrası gazeteci arkadaşlarının dayanışma ve geçmiş olsun ziyaretlerini kabul etmek için Diyarbakır’daki DFG’YE gelen Müftüoğlu Evrensel’e konuştu. “Yargılanmam ya da yargılanmamız mesleğe dair inadı yok etme isteği” diyen Müftüoğlu, “Bu tür yargılamalar ve tutuklamalarla mesleği yapılamaz hale getirmek istiyorlar” dedi.
Bir yıla yakın bir süre cezaevinde kaldın, dava sürecinde de gördük suçlamaların ne kadar asılsız olduğunu. Somut hiçbir delilin olmadığı bir süreçte 10 ayın cezaevinde geçti. Bu süreç senin açından nasıldı?
Türkiye’de belki bu durumu sık sık yaşıyoruz, meslektaşlarımız üzerinden bu durumu deneyimliyoruz ama ilk kez kendim de deneyimlemiş oldum. Onun öncesinde birçok yargılama sürecim, gözaltı süreçlerim var. Türkiye’de sanırım gazeteciler artık “Niye tutuklanıyoruz?” diye de soramıyor. Bunun için savcılık, mahkeme de çok gerekçe aramıyor. Polis fezlekesi önünüze iddianame diye geliyor. Hiçbir hukuki dayanağı yok, delil diye ortaya koyabilecekleri bir durum yok. “Size niye gazetecisiniz?” diye soruyorlar aslında. “Neden bu ülkede bir vatandaş gibi telefon kullanıyorsunuz, neden arkadaşlarınızla görüşüyorsunuz, neden seyahat ediyorsunuz, neden otelde konaklıyorsunuz, neden haber yapıyorsunuz?” diye soruluyor. İşin özeti bu. Bunu yaparken de mesleğinizi kriminalize ediyorlar. Dolayısıyla o 10 ay bunu da sorguladığım, bir kez daha bu noktada neden gazeteciliği savunmamız gerektiğini tekrar hatırladığım bir süreç oldu. Hikaye kişi değil, kişiler sürekli değişiyor Türkiye’de ama amaç aynı. Türkiye basın özgürlüğü noktasında çok kötü bir ülke oldu, bu ülkede gazeteciler katledildi. Mesela Kocaeli’de yerel bir gazeteci AKP’LI belediyenin yolsuzluğunu yazdığı için öldürülebiliyor ve bu durumun sıradan bir meseleye döndüğü bir tablo var.
“Bunun da ötesi olamaz” derken AKP iktidarı ile birlikte çıta her gün büyütülüyor ve gazeteciliği tamamen bitiren bir aşamaya doğru ilerliyorlar. İçerideki süreçte bunu çok daha net gördüm, muhalif olan hiçbir basına neredeyse yer yok, onları izleme şansınız yok, çok kısıtlı olarak okuyabiliyorsunuz hele de tecrit altındaysanız… Size “Gazetecilik yapmayın katiplik yapın, soru sormayın sadece kafanızı sallayın, onaylayın” diyorlar. Böylesi bir gazetecilik yaratılmaya çalışılıyor. Bu da gazetecilik mesleğinin doğasına aykırı bir durum. Benim yargılanmam ya da diğer her bir gazetecinin yargılanması bu mesleğe dair inadı yok etmek, bu mesleğe dair var olan o küçük tomurcukları ezmek diyebilirim.
‘MESLEĞİ YAPAMAZ HALE GETİRME SÖZ KONUSU’
Yargılama sürecinde suçlamalar açısından da gördük, hiçbir şey ortaya koyamayan bir gizli tanık örneğin. Banka hesaplarındaki hareketlilik bile örgüte bağlanmaya çalışıldı, gazetecilik faaliyetlerin, babanla birlikte konakladığın otel vs. ve ömründen giden bir yıl… Bu süreci nasıl değerlendiriyorsun?
Türkiye’deki hukuk sisteminin ne aşamaya geldiğini gösteren bir şey karşı karşıya kaldıklarımız, son yıllarda en azından yaptığımız haberlerde de bunu görüyorduk ama şimdi bunu bizzat yaşayarak görmek olayın vahametini daha da fazla gösteriyor. Düşünün, öğrencilik yıllarımdan itibaren hesap özetim ortaya konulmuş, ailemin bana gönderdiği para suç sayılıyor, aldığım maaş suç gibi gösterilmeye çalışılıyor. Bu sadece polisin yorumlaması ve savcının da onayladığı, mahkemenin de onayladığı bir tablo. Ya da ben babamla otelde kalmışım, babam dışarıda tutularak ben o otelde örgütsel bir faaliyete, bir toplantıya katılmak için gitmişim gibi. Peki o otelde herhangi bir örgütsel toplantı olmuş mu? Ona dair bir delil yok. Ya da herhangi bir meslektaşımla ya da haber kaynağımla aynı baz istasyonunda sinyal vermişim. İddiaların altı doldurulmuyor. Bu ülkede yaşayıp banka kartı kullanıyorsanız bu örgüt
sel, telefon kullanıyorsanız örgütsel… Bir de aynı dosyada banka kartı kullanmayana da ya da telefon kullanmayana da “Örgütsel gizliliği korumak adına” bunu yaptıkları söyleniyor. Tek bir mantıklı dayanağa yok. Bir de üstüne duruşmalarda sizi dinlemeyen bir mahkeme heyeti var. Bir hukukçu olarak baksa ortada herhangi bir örgütsel faaliyet olmadığını görecek ama dosyayı incelemeyen, iktidarın talepleri doğrultusunda hareket eden bir yargı var. Polisin hazırladığı fezlekeyi hukuksal metin diye bize, kamuoyuna yutturmaya çalışıyorlar. Ve bizim yaşamımızdan çalıyorlar. Mesleki faaliyetlerimizi rahatça yürütmemizi engellemeye çalışıyorlar. Duruşmaya gelirken bir kararla geliyor, amaç tutukluluğu uzatmak. İlk duruşmada tahliye ve beraat beklenirken süreci başlı başına uzatıp bir de üstüne duruşmalarda da tahliye etmeyerek iyice bir özgürlükten yoksul kılma ve mesleğini yapamaz hale getirme söz konusu. Tüm hikaye bu.
Tahliye edildin ama beraat verilmedi, dava devam edecek. Bundan sonrası için ne öngörüyorsun, nasıl bir sonuç çıkar?
Bizim öngörülerimizden çok onların planları işliyor aslında. Mükerrer bir dava ve daha önceden benzer yargılanmalarım var. O yargılamada beraat ettim. Avukatlarım bir uzman
görüşü de alıp sundular mahkemeye, davanın mükerrer olduğu ve dolayısıyla beraat verilmesi gerektiği yönünde. Henüz o durum dikkate alınmadı. Umarım önümüzdeki duruşmada heyet gerçek anlamda oturup o uzman görüşünü okur, dosyaları inceler de meselenin nasıl mantıksız olduğunu kavrayıp gecikmiş de olsa olumlu adım atar. Bunu umut ediyorum ama Türkiye’deki hukuk sisteminde umut etmek yetmiyor. Çünkü baştan sona hukuksuzlukla çevrili olan bir şeyde ceza vermeyeceklerinin bir garantisi yok. Tutuklu olduğum süreçte iddianame çıktıktan sonra yanıma gelen her bir avukat “İddianameler o kadar siyasi bir mantıkla kurgulanıp hazırlanmış ki ortada hukuki bir metin olmadığı için biz de hukuki bir yanıt veremiyoruz, bu duruşmada şöyle olur gibi bir görüşte bulunamıyoruz” diyordu. Yani hukukun askıya alındığı, siyaseten iktidarın kendisi önünde gördüğü engelleri kaldırma girişimi. Söz konusu gazeteciler olunca da hakikati perdelemek adına yaptıkları bir işlem diyelim. Onlar için böyle basit, sıradan bir hikaye. Sizin hayatınızda, mesleğinizi yapmanızın önünde bir engel ve diğer her bir gazeteci için bir tehdit ve halkın da haber alma hakkına yönelik bir engelleme. Yani toplumu da büsbütün nefessiz bırakmaya çalışan bir şey.