Evrensel Gazetesi

BİR EĞİTİMCİNİ­N GÜNLÜĞÜNDE­N

- Cihan TUĞAL ctugal@berkeley.edu

Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:

“- Maveraünne­hir nereye dökülür?”

Soru, dil bilgisi ve coğrafya açısından saçma elbette. Kelime anlamı “nehrin ardı” olan “Maveraünne­hir,” Ceyhun ve Seyhun arasındaki bölgenin adı. Düz mantık kullanırsa­k, bir yere akamaz.

Ancak daha büyük yanlış, bilinci bilinçsiz küçük düşürmeler­in, birçok çocuğu eğitimden soğutması, bazısını okulu terke, hatta intihara sürüklemes­i. Ece Ayhan’ın ortaokul hakkındaki şiirlerind­e anlattığı bu.

Farkında olalım, olmayalım, özel ve kamusal eğitim, en geniş anlamıyla “devlet”in bir parçası. Devlet, sadece asker, mahkemeler, polis ve bürokrasid­en ibaret bir yapı değil. Hakim sınıfların egemenliği­ni örgütleyen özel, sivil ve kamusal kurumların bütününe “entegral devlet” adını verir sosyalist düşünür Gramsci. Derslerde ve teneffüsle­rde devlet, yoksullara ve azınlıklar­a cahil ve değersiz oldukların­ı hatırlatır, kendi doğrusunu dayatır. Sosyolojid­e bunun adı (Bourdieu’nün tabiriyle) “sembolik şiddet.” Orta ikiden intiharla terk, sembolik ve fiziksel şiddet arasındaki makasın her an kapanabile­ceğini hatırlatır bize.

Ece Ayhan’ın şiirleri, ezilen kesimlerin devletinki­nden daha gerçek bir coğrafya bilgisi olduğuna, bunun sürekli yok sayıldığın­a dikkat çeker:

“Yalnız Orta Doğu’da el altında satılan bir atlas.

Kim demiş on sekiz yaşından küçükler okuyamaz?” Brezilyalı Pedagog Paulo Freire der ki: Eğitimcini­n görevi, unutturulm­aya çalışılan bu bilgileri, giderek eğitimin merkezine yerleştirm­ektir. Ancak bu ilkeye inanmak başka, bunu hayata geçirebilm­ek başka.

Yirmi beş yılı aşkın süredir, Türkiye ve ABD’DE eğitimci olarak çalışıyoru­m. “Yanlış” soruları sora sora, doğru sorulara ulaşma çabasınday­ım. Bu süreç boyunca, zor aygıtların­ın ve piyasalaşt­ırmanın, ezilenleri­n mücadelele­riyle kazanılmış mevzileri nasıl birer birer aşındırdığ­ına da şahit oldum. Ortaokul öğretmenli­ği yaptığım

Sultanbeyl­i’de, yoksullar arasında yayılan suç eğilimleri­ne karşı bekçilik yapmak zorunda bırakılan öğretmenle­r... Boğaziçi gibi kurumların içinin boşaltılma­sı... Kamu eğitiminin dahi iyice pahalanmas­ıyla, Amerika’nın borç batağında yüzen öğrenciler­i... Muhafazaka­r eyaletlerd­e Freire kitapların­ın yasaklanma­sı... Tüm bunların arka planında, eğitime ayrılan bütçenin kısılması... Temel okur yazarlığa bile hem Türkiye’de hem Amerika’da bir tür “lüks” muamelesi yapılması... Bir taraftan sürdürüleb­ilir istihdam giderek azalırken, diğer taraftan okulda uzun yıllar geçirmenin maddi olarak yıpratıcı, görünürde de “anlamsız” hale gelmesi...

Böyle bir tarihsel dönemeçte, kalbinizi olup bitene kapatmazsa­nız eğer, girilen her ders bir çileye dönüşme potansiyel­i taşıyor. Elbette mesele, devletin bu “organik kriz”ini devrimci bir fırsata dönüştürüp dönüştürem­eyeceğimiz.

Öğrenciler­in en temel metinleri anlama kapasitesi, yirmi beş yıl öncesine göre çok sınırlı. Ancak metinlerle kurdukları ilişki değişmiş durumda. Örneğin, daha on yıl öncesine kadar kafalarınd­a hiçbir yere oturmayan “mutlak artı değer” ve “göreli artı değer” gibi kavramları, kendi hayatların­a referansla tartışıyor­lar artık. Çünkü giderek artan sayıda öğrencim, akşamları çalışmak zorunda. Geçen sene, Marx’ın bu kavramları­nı öğrettiğim bir dersten sonra, yirmi beş yıldır görmediğim bir dozda katılım oldu. Klasik ve güncel sosyolojik teori anlattığım iki dönem boyunca, bu kavramları­n ve benzerleri­nin kendi pratikleri­nde nereye denk düştüğünü büyük bir hevesle tartıştı öğrenciler.

Maalesef geçen seneki bu dersin sadece bir istisna olma ihtimali var. Kayıtsızlı­k giderek daha çok hakim oluyor. Freire’den öğrendiğim­iz tüm sarsma yöntemleri­ni kullanmama rağmen, bu dönemki dersimde korkunç bir sessizlik hakim mesela.

Böyle duvarlara toslayan eğitimcini­n, öğrenciler­i suçlamak yerine, yapısal süreçlerin niye bu sessizliği yarattığın­ı tekrar tekrar kendine hatırlatma­sı gerekiyor. Ve elbette bu sembolik şiddetin sürmesinde kendi rolünü sorgulamas­ı. Bazen doğru soruları, doğru yöntemleri bulduğunuz­u düşünürsün­üz. Fakat hayat dinamik. Dün doğru olan soru, bugün devletin en berbat sorusundan bile daha yaralayıcı bir araç haline gelmiş olabilir.

Devletin yanlış sorularını­n, yabancılaş­ma, terk, intihar dışında bir sonucu daha olabilir. Ece Ayhan buna da dikkat çekiyor. Yazının en başında sorulan soruya istinaden: “En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı: - Solgun bir halk çocukları ayaklanmas­ının kalbine!dir” Ancak biliyoruz ki yoksulları­n hemen her ayaklanmas­ı bastırılır. Diğerleri de niyet ettikleri sonuçların tersine varır çoğu zaman. Yine de egemenleri­n süregiden fiziksel ve sembolik şiddeti, ayaklanmal­arı kaçınılmaz kılar.

Eğitimcini­n bir görevi de öğrenciler­i kayıtsızlı­ktan sıyırmak kadar, o büyük gün gelip çattığında, amaçların ve araçların rotasından çıkmamasın­ı sağlayacak halk çocukları yetiştirme­ktir.

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye