“geçmiş asla ölmez, hatta geçmiş bile değildir”
Berlin Duvarı inşa edildiği yıl Yuri Gagarin uzaya çıkmıştı… Birbiri arasına duvar ören insanlık, evreni tanımayı da iki kutuplu bir savaşa çevirmişti. Üzerinde güneş batmayan imparatorluğa karşı, doğan güneşin ülkesi beyaz adama rağmen bir başarı inşa ediyordu. İşte bu metin de hepinizi Amin Maalouf’un zıtlıklarla dolu insanlık tarihinin bugününü anlamamız yolunda yazdığı Labirent’in koridorlarına davet etmek üzere yazıldı…
PAZAR gecesi saat 23:30’da telefonum çaldı. Ekranda ağabeyimiz Rüştü Bozkurt’un ismi yazıyordu. Heyecanla açtım, çünkü Türklük “hayırdır inşallah” diye kaygılanma ustalığıdır… “Handancığım söylediğin kitabı gazeteden çıkınca aldım. Şimdi bitirdim, seni arayıp söyleyeyim istedim” dedi. “Bir dakika bu kitabı KİTAP’ta ben yazacaktım” diye araya girdim. Çünkü maddeler halinde saydığı tespitler elbette içindeki yazı arzusunu gizliyordu. Amin Maalouf’un Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan ve Ali Berktay çevirisi son kitabı “Labirent/ Batı ve Hasımları”ndan bahsediyorum… Rüştü Hoca’mızın müsaadesiyle yine bu sayfanın ruhuna uygun olarak size bende bıraktığı etkiyi, dilimin döndüğünce anlatayım. İlkokul yıllarımızın teneffüs araları, erkek arkadaşlarımızın karate hünerlerini izleyerek geçti. Herkes kendini büyük usta Mr. Miyagi’nin yetiştirdiği Daniel-san zannediyordu. Üstelik benim arkadaşlarım Osman-san, Kaan-san, Mustafa-san neredeyse Karate Kid gibi, okulu onarmaya karar vermiş, müdür yardımcısının ellerindeki boya fırçalarına el koymasıyla konu bir daha açılmamak üzere kapanmıştı. Z kuşağının Manga aşkı gibi olmasa da Japon karakterler, lakaplarıyla aramızda hep yaşıyorlardı. Liseye giden büyüklerimizin; inatçılara, huysuzlara Toranaga diye seslendiğini, Anjin-san’ın ise onun yanındaki ‘aç insan’ olduğunu sandık. Meğerse bizden bir önceki jenerasyonun televizyon ekranına kilitlenmesine neden olan “Shōgun” dizisi nedeniyleymiş. Dizinin bu yıl tekrar çekilip yayınlanması ise yine aynı yaş grubunda inanılmaz bir heyecan yarattı. İlk fırsatta, izlemek istiyorum. Uzunca bir süre Japonya’ya olan sempatimizin bu disiplinli halkın hayat felsefesine özenmemiz ve Türk-Japon dostluğunun hazin sonlu mimarlarından Ertuğrul Fırkateyni’nin olduğunu düşündük.
BEYAZ OLMAYAN BIR HALKIN AVRUPA’YI MAT ETMESI!
MAALOUF’UN kitabının daha ilk bölümünü okurken, Ertuğrul Fırkateyni’nin
yapılan bir jest üzerine onca yolu aşmadığını görüyoruz. Bu yolculuk, teknoloji ile yarışta Batı’nın mutlak hakimiyetini devirecek bir anlayışla bir ülkeyi adına yakışır şekilde ‘Doğan Güneşin Ülkesi’ yapacak İmparator Meiji’ye saygının seyahatiydi… Zira Ertuğrul Fırkateyni’nin 1890’daki trajik batışından 15 yıl sonra İmparator Meiji’nin donanması o dönemin Batı güçlerinden Rusya donanmasını bozguna uğratmış, beş bin asker denizde can vermiş, altı bin asker de amiralleri ile birlikte esir düşmüştü. Bu en ufak bir sıkıntıda, Batılı devletler tarafından donanma yollanıp “had” bildirilen “ötekiler”e inanılmaz bir coşku verdi. Londra’da, Berlin’de gazeteler ilk kez “beyaz olmayan bir halkın” büyük bir Avrupa gücünü mat ettiğini söylüyordu.
Maalouf bunu, “Bütün dünya, bir ulusun yüzyıllar boyunca birikmiş geri kalmışlığı bir insan ömrüne sağacak kadar kısa sürede kapatıp başarıya doğru yürüyebildiğini, geleneksel kültürünü marjinallikten ve anlamsızlıktan çıkartıp parlatabildiğini, çocuklarını cehalet ve yoksulluğun pençesinden kurtarıp onlara haysiyetlerini yeniden kazandırabildiğini ve kendini uluslararası sahnede saygı duyulan ve çekinilen bir aktör olarak kabul ettirebildiğini keşfetmişti” şeklinde açıklıyor. Bu tespit bize bir yerlerden tanıdık geliyor olsa gerek…
BUGÜNÜ ANLAMAK IÇIN…
LABİRENT’İ çekici yapan nokta, yoldaş öykülerinden Sarı Nehir’e, Çin’in kültür devriminden Henry Ford’un seri üretimine, bugünün dünyasını şekillendiren aslında bildiğimiz her şeyin Maalouf bakış açısıyla bağlantılandırması. Bugün yaşadığımız tüm çatışmaların, ekonomik savaşların temelini hap niteliğinde, hiç yormadan anlatıyor olması.
Maalouf, söze, Japonya ile başlıyor, Sovyetler ile devam ediyor, Çin’i anlatıyor ve dördüncü bölümü Batı’nın kalesi Amerika’ya ayırıyor. Son olarak da “Yeniden İnşa Edilecek Bir Dünya”ya değiniyor… Çünkü hepimizin geleceğe dair umutları var!
Shakespeare’den yaptığı alıntı da bu umudu bugün yaşan bizlerin omuzlarına yüklüyor:
“Geçmiş, artık yeni oyunun önsözü sayılmalı
Gelecek ise senin ve benim gösterimize bağlı.”
Hepimizin biraz daha fazla jeopolitiği anlamaya çalıştığı bir dönemde yine Maalouf ’un William Faulkner’den yaptığı bir alıntıyla sözlerimizi toparlayalım: “Geçmiş asla ölmez, Hatta geçmiş bile değildir.”