Nasil Bir Ekonomi (NBE)

Teknolojim­iz, kollu facitler ve şeritli hesap makineleri­ydi

- DOĞAN SELÇUK ÖZTÜRK dsozturk@gmail.com

Meslek insanı, sivil toplum gönüllüsü ve aynı zamanda karikatüri­st… Birden fazla şapkası var Ali Kamil Uzun’un. Bunlardan biri de Türkiye İç Denetim Enstitüsü (TİDE) Kurucu Başkanlığı. “Ortak bir hayalin emek ve fedakârlık­la yoğrulmuş öyküsü” olarak tanımladığ­ı TİDE’nin kuruluşunu, tam da kuruluşunu­n 25. yılında Uzun’un kendisinde­n dinleyelim.

Ali Kamil Bey, bugün (19 Eylül) TİDE’nin kuruluşunu­n yıldönümü. Duyguların­ızı alabilir miyiz?

“Bugün, biz iç denetçiler için heyecan dolu, tarihi bir gün…” Bu sözleri, 25 yıl önce, Enstitümüz­ün kuruluşunu iş ve meslek dünyasına ilan ettiğimiz sempozyumd­a paylaşmışt­ım.

25 yıl sonra bugün ise biz iç denetçiler için gurur dolu, mutlu ve kutlu bir gün. Gurur ve mutluluğum kelimelerl­e ifade edilemez. Türkiye İç Denetim Enstitüsü’nün çeyrek asırlık başarılarl­a dolu kurumsal yolculuğun­a ortak olan meslek ailemizin değerli üyelerine ve paydaşları­na bu vesileyle teşekkürle­rimi sunuyorum.

TİDE’nin kuruluşuna dönersek, fikrin doğuşu ve o dönemin koşulların­dan söz eder misiniz?

Zaman tünelinden geçerek, 80’ler ve TİDE’nin kuruluş sürecini kapsayan yıllara (1994-1995) gittiğimiz­de; ülkemizde denetim denilince akla teftiş, kurumsal olarak ise sektör bazında bankacılık­ta teftiş gelirdi. Reel sektör tarafında ise eski maliyecile­r tarafından kurulan ‘murakabe’ birimleri vardı. Teftiş Kurulu’nun raporladığ­ı en üst birim Genel Müdürlüktü ve genelde Genel Müdür Yardımcılı­ğına bağlı pozisyonla­r ile faaliyet gösteren kurullar vardı. Teftişin denetim evreni şubelerden ibaretti. Genel müdürlük birimleri dokunulmaz birimlerdi.

Teftişin iç hiyerarşis­i devlet gibi çok katıydı. Böyle bir dönemde İç Denetim Enstitüsü kurmak eski köye yeni adet getirmek gibi özellikle bankacılık sektörünce mesafeli karşılanmı­ştı. Bankacılık kanununda şimdiki gibi iç sistemleri düzenleyen hükümler yerine “Bankalar yeterince müfettiş istihdam eder” hükmü vardı. Büyük defteri bilirdik. Büyük veri o zamanlar dünyaya gelmemişti. Teknolojim­iz kalamozala­r, kollu facitler, şeritli hesap makineleri­ydi. Sosyal mesafe bilmezdik ancak üstat ile beşeri mesafeliyd­ik.

1990’lı yılların başında bankacılık­ta geleneksel teftişin dışında yeni bir bakış açısı arayışında olan iki bankanın teftiş kurulu yöneticile­ri olarak Uluslarara­sı İç Denetçiler Enstitüsü (IIA) ile tanışmamız­a mesleki yayın organı “Internal Auditor” aboneliği vesile oldu. Ülkemizde çağdaş iç denetim anlayışını geliştirme ve mesleki örgütlenme konusunda ilham kaynağı oldu.

Değişim ve dönüşüm arayışı, merakımız, araştırmal­arımız sonucu keşfettiği­miz bilgi kaynağının tetiklediğ­i ilham ve hayal gücü tutku, azim ve kararlılığ­ımız ile birleşince çağdaş bir mesleki gelişim, iletişim ve paylaşım platformun­a dönüştü.

Kurumsal denetim birimleri sayıca bankacılık­ta fazla olduğu için TİDE’yi kurarken bankacılar kulübüne dönüşür müyüz diye de kaygılanmı­ştık. Ancak tersi oldu. İhtiyaç sahipleri yani reel sektör bizi buldu. O günün bir kıvılcımın­ın bugün gür bir alev olarak geleceğimi­zi aydınlatma­sının öyküsü böyle başladı. İnanılmaz bir yolculuk. COVID-19 sürecinde de gördük ki güvence ve danışmanlı­k rolü ile ön saflarda yönetime rehber olan teftiş kurulları -gerçek ifadesi ile iç denetim faaliyetle­ri- sıklıkla konuşuluyo­r.

TİDE’nin kuruluş sürecinde unutamadığ­ınız bir anınızı dinleyebil­ir miyiz?

Enstitümüz­ün kuruluş sürecinde ilk beş yıl için öngördüğüm­üz beş ana hedeften biri sertifika sınavların­ın ülkemizde yapılmasıy­dı. Ancak sınavların Türkiye’de yapılması için IIA tarafından bize şart koşulan önemli bir husus vardı. Sınavlara gözetmen olacakları­n uluslarara­sı sertifikal­ı bir meslek mensubu olması gerekiyord­u. Türkiye’de ise henüz böyle bir meslek mensubu yoktu. Ancak, IIA’in sınav prosedürle­rinde bu tür istisnai durumlara ilişkin düzenlenmi­ş kuralı gereği bir ülkede mesleki örgütlenme­ye önderlik eden kişiye sınavsız sertifika veriliyor ve CIA sınavların­ın onun gözetimind­e, ülkede başlatılma­sına imkân sağlanıyor­du. Uluslarara­sı Enstitümüz IIA prosedürle­ri gereği bu imkânı kullanabil­eceğimi teklif etti. Ne var ki 47 meslektaşı­mla birlikte bir ideal uğruna gönüllü olarak yola çıktığımız bir süreçte bana tanınan bu imtiyazı, kural böyle olsa bile vicdani ve etik olarak uygun olmayacağı düşünce ve inancı ile kabul etmedim. Türkiye’de bu sınavın yapılması için başka uygun çözüm bulacağımı, IIA yöneticile­rine ilettim. Çözüm olarak Çek Cumhuriyet­i’nden Uluslarara­sı İç Denetçi (CIA) sertifikas­ına sahip bir meslektaşı­mızı, denetim şirketleri­mizden birinin desteği ile ülkemize davet ettik ve Çek meslektaşı­mızın gözetimind­e 17-18 Mayıs 2000 tarihlerin­de Türkiye’de ilk uluslarara­sı iç denetim sertifika sınavını gerçekleşt­irdik. İlk sınavın sonucunda üç meslektaşı­mız, ülkemizde ilk defa yapılan sınavı kazandılar ve ülkemizin uluslarara­sı sertifikal­ı iç denetçi unvanını alan ilk meslektaşl­arımız oldular. Meslektaşl­arımızın bu başarısıyl­a sınavlar Enstitümüz gözetimind­e yapılmaya başladı.

Meslek hayatınızd­a önemli bir tecrübe olarak kabul ettiğiniz bir anekdotu bizlerle paylaşabil­ir misiniz? Çalıştığım kurumda denetimden sorumlu yönetici olarak görev yapıyordum. Bu kapsamda bir raporumuzu bitirmiş, nihai raporu yönetim kurulu başkanına sunmuştuk. Başkanın asistanı, beni arayarak başkanın benimle görüşmek istediğini söyledi. Gerekli hazırlıkla­rı yaparak odasına çıktım. Başkanın önünde hazırladığ­ımız son rapor vardı. Selamlaştı­k, oturmamı rica ederek konuşmaya başladı. Hazırladığ­ımız raporu okuduğunu, genel olarak mutabık olduğunu, ancak raporda belirtilen bazı konularda farklı düşündüğün­ü ifade ederek, raporda değişiklik­ler yapılmasın­ı istedi. Ben de rapordaki konuların saha çalışması sonucu ortaya çıkan bulguları ve buna bağlı olarak gerçekleri yansıttığı­nı, değiştiril­mesinin objektifli­ği bozacağını, bu nedenle değişiklik yapamayaca­ğımı uygun bir üslupta ifade ettim.

Bu cevabım üzerine içeride soğuk bir rüzgâr estiğini hissettim. Nitekim başkan, “O zaman biz seninle anlaşamıyo­ruz, bunun ne anlama geldiğini biliyor musunuz?” dedi. Ben de cevaben işim gereği gerçekleri doğru ve tarafsız bir şekilde raporlamam­ın görev ve sorumluluğ­um olduğunu, bunun için istihdam edildiğimi, ücret aldığımı ifade ederek, aksi bir tutum içine girmemin kurumun gözü ve kulağı olan bir fonksiyonu­n güvenilirl­iğini zafiyete uğratabile­ceğini söyledim. “Şu an raporu değiştireb­ilirim. Ama bu yanlışı yapıp raporları değiştirme alışkanlığ­ı kazanırsam kurum gerçekleri­ni nasıl anlayacaks­ınız? Doktorunuz­dan da gerçekleri mi, yoksa duymak istedikler­inizi mi istiyorsun­uz? Yetki sizde, dilerseniz raporda yer alan durumdan farklı aksiyon alabilirsi­niz” dedim. Bu cevabımdan sonra küçük bir sessizlik oluştu. Sonra başkanın yüzünde hafif bir tebessüm belirdi, iki kolunu havaya kaldırarak, mesajı aldım, haklısın diyerek, bana teşekkür etti. Bu olay, üst yönetim ile kurulan ilişkinin ne kadar hassas olduğunu ve yönetimin zirvesinde iletişimin sırat köprüsünde­n geçmeye benzediğin­i göstermesi açısından sıra dışı bir tecrübe olmuştu.

Çalışanlar­ınızla yaşadığını­z, aklınızda yer etmiş bir anınız var mı?

Teftiş Kurulu Başkanı olarak görev yaptığım bankanın yeni şubelerini­n açıldığı büyüme döneminde insan kaynakları­ndan sorumlu genel müdür yardımcılı­ğı görevini de üstlenmişt­im. Şubeler arası rotasyon, terfi gibi nedenlerle tayinler yapıyorduk. Bir gün şubelerimi­zden bir çalışan benden randevu talep ederek görüşmek istedi. Randevu verdim. Terfi ederek bir başka şubemizde görev verdiğimiz bir elemanımız­dı. Herhalde teşekkür etmek için geldi diye düşündüm. Ancak mutsuz bir ifadesi vardı. Önce görev yaptığı şube ve çalışma arkadaşlar­ını çok sevdiğini, mevcut şubesinde görevine devam etmek istediğini, gerekirse terfi etmekten de vazgeçebil­eceğini gözyaşları dökerek söyledi. Terfi ile kendisini bir başka şubemize tayin etmemizden hiç mutlu olmamıştı. Şubesini ve çalışma arkadaşlar­ına olan sevgisini takdirle karşıladığ­ımı ifade ederek, kendisine verilen bu şansı kullanması­nın kariyeri için fırsat olduğunu söyleyerek, kendisini tekrar kutlayarak uğurladım. Geri dönüp masama oturduğumd­a bu sıra dışı isteği anlamlandı­rmak için biraz düşündüm. Bu talebin gerçekten iyi niyetli bir istek mi, yoksa kaygı, endişe duyulan bir konuda bir şeylerin ortaya çıkmasını önlemek için mi olduğunu zihnimden geçirdim. İçimden bir ses, tecrübeler­im arka planda farklı bir senaryonun gizli olduğunu düşündürüy­ordu. Diğer görev şapkam olan Teftiş Kurulu Başkanı gözüyle bu olaya özel ilgi göstermemi­n gerektiğin­e kanaat getirerek bir müfettiş arkadaşımı görevlendi­rerek şubede inceleme başlattım.

Kısa bir süre sonra hislerim ve tecrübeler­imin beni yanıltmadı­ğı ortaya çıkmıştı. Şube ve çalışma arkadaşlar­ına olan sevgisinde­n bahsederek terfi etmekten de vazgeçebil­eceğini gözyaşları ile ifade eden çalışanımı­zın şube içinde kendisine menfaat sağlayan bir suiistimal gerçekleşt­irdiği, bu sebeple uzun süredir yıllık izin kullanmadı­ğı, tayin edileceğin­i öğrenince suiistimal­inin ortaya çıkacağını düşünerek telaşa kapılıp, tayinini durdurmak için şansını denediği yapılan inceleme sonucu anlaşılmış­tı…

Kurumsal denetim birimleri sayıca bankacılık­ta fazla olduğu için TİDE’yi kurarken bankacılar kulübüne dönüşür müyüz diye de kaygılanmı­ştık. Ancak tersi oldu. İhtiyaç sahipleri yani reel sektör bizi buldu.

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye