İnsan-orman arayüzünün büyümesi yangın riskini artırıyor
WWF-TÜRKİYE (DOĞAL HAYATI KORUMA VAKFI) DOĞA KORUMA DİREKTÖRÜ
“Son zamanlarda
değişen iklim koşulları ve insan-orman ilişkileri, yangın için elverişli koşulları daha da artırarak yangınların çıkma olasılığını, sayısını, sıklığını ve şiddetini daha da yükseltmeye başladı. Yangın sezonu uzadı, yangına hassas coğrafi alanlar genişledi. Örneğin, ülkemizde önceleri haziran-eylül olarak kabul edilen yangın sezonu, artık mayıs-ekim aylarını da kapsayacak şekilde 4 aydan 6 aya çıktı. Özellikle Ege-Akdeniz bölgelerinde, Çanakkale-Hatay arasında yoğunlaşan orman yangınları artık Marmara ve Karadeniz’de de görülür hale gelmeye başladı. Bunda değişen iklim koşulları kadar, değişen insan-orman ilişkilerinin de payı var. İstanbul, İzmir, Antalya gibi büyük şehirlerde, ormanların içlerine kadar ilerleyen yerleşim alanları, artan rekreasyon ve piknik yerleri, otoyol ağları, taş ve maden ocakları, enerji hatları, turizm bölgeleri, çöplükler gibi insan-orman arayüzünü büyüten gelişmeler doğal olarak yangın riskini de artırıyor.
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ İLE YANGINLARIN SAYISI VE ŞİDDETİ DE ARTIYOR
Ülkemizin de içinde bulunduğu Akdeniz Havzası, küresel iklim değişikliğinden en fazla etkilenmesi beklenen bölgeler arasında. İklim değişimi ile birlikte yangınların çıkma olasılığı, sayısı, frekansı ve şiddeti artıyor. Yangın sezonu uzuyor. Ormanın yapısını tür ve yaş olarak çeşitlendirerek habitat mozayiği oluşturmak, mümkün mertebe bol reçineli çam ağaçlarından oluşan monokültürden kaçınarak, tutuşması daha zor olan ağaç türlerini karışıma dahil etmek, ağaçlandırma ve restorasyon çalışmalarında genetik bakımdan daha sıcak, kurak koşullara ve hastalıklara karşı daha dirençli bireylerden elde edilen tohumları ve fidanları kullanmak, ormanların yalnız yangınlara karşı değil, iklim değişiminin getireceği zor koşullara karşı uyum gücünü de artıracak.
ORMANLARI KORUMANIN 3 YOLU VAR
“Günümüzde ormanları korumanın ve bu değerleri gelecek kuşaklara aktarmanın üç ana yolu var: Birincisi, biyolojik çeşitlilik ve tehlike altındaki türler için yaşam ortamı oluşturan, insanın ruhsal ve fiziksel sağlığına hizmet eden farklı ekolojik özelliklere sahip alanlarımızın milli park, tabiatı koruma alanı, yaban hayatı koruma sahası gibi yasal statülerle koruma altına alınması ve en iyi şekilde korunması. Uzmanlara göre, dünyanın sürdürülebilir geleceği için bütün ekosistemlerin en az üçte birinin çok iyi koruma altına alınması gerekiyor. Bu oran dünya genelinde henüz yüzde 15, bizde ise yüzde 8,7 seviyesinde. İkincisi, korunan alanların dışında kalan ve ihtiyaçlarımızı bir şekilde karşılama ihtiyacında olduğumuz üretim ormanlarında da yenileme kapasitesini aşmadan, tahrip etmeden ve verimliğinden bir şey kaybetmeden faydalanmak. Yapmamız gereken üçüncü şey ise yok olmuş, bozulmuş orman alanlarımızı uygun restorasyon, rehabilitasyon ve ağaçlandırma çalışmalarıyla geri kazanmak.”