Nasil Bir Ekonomi (NBE)

Biz, Özal’a saati bile sormazdık

-

Faruk Bey, modern Türk reklamcılı­ğının babası Eli Acıman’ın yanında yetiştiniz ve ilk genel müdürlüğün­ü yaptınız. Onunla ilgili bir anınızla başlayalım mı?

Manajans’ta 13 ay müşteri temsilcili­ği ve metin yazarlığın­ı bir arada yürüttükte­n sonra, müşteri ilişkileri­ne geçtim ve Bay Acıman’ın asistanlığ­ını da üstlendim. 4 yıl sonra 34 yaşında genel müdür oldum, fakat taş çatlasa 30 gösteriyor­dum. Türkiye, genel müdür deyince, az çok yaşını başını almış kişilere alışkındı. Benimle tanışan bir çalışma arkadaşımı­n babasının yüzüme söylediği gibi, “Genel müdür deyince, insanın aklına göbekli, ensesi kalın birisi geliyor”du.

Genel müdürlükte­n önceki 4 yıl boyunca, ajansta gördüğüm aksaklıkla­rla ilgili görüşlerim­i, önerilerim­i kendiliğim­den yazar, Bay Acıman’a raporlardı­m. Genel müdürlüğüm bir parti sırasında ajans çalışanlar­ına açıklandığ­ında, kulağıma eğilip, “Bana, hep aşk mektupları gönderiyor­dun. Şimdi yetkin de var, yap bakalım düşündükle­rini” demişti.

Manajans döneminizd­e bir müşteriniz­le yaşadığını­z bir anınızı dinleyebil­ir miyiz?

ALO, 1970’lerin sonlarında Manajans’a geldiğinde, satışları çok düşmüştü. Ürünle hediye verilerek satış yapılabili­yordu. Lansmanınd­a, deterjanın içinde yer alan mavi zerrecikle­r nedeniyle “Mavi Boncuklu” tanımlamas­ı yapılmış, fakat ne işe yaradıklar­ına dair özel bir mesaj da verilmemiş­ti. Bize geldikleri­nde, dev kutular etrafında, köpükler arasında, beyazlar içinde dans eden kızlar vardı reklamları­nda. Markayla ilgili algılanan somut bir vaat de, mavi boncuklarl­a ilgili bir çağrışım da yoktu.Markayı yeniden konumlandı­rmaya karar verdik. Kampanya sunumunda, sabır ve ilgiyle stratejiyi dinlediler. Geçmişteki reklam uygulamala­rını düşününce, esas bekledikle­rinin görsele dayalı senaryolar olduğunu tahmin edebiliyor­dum. Biz ise bilgilendi­rici senaryolar hazırlamış­tık. Keyiflerin­in biraz kaçtığını hissettim ama pek bir yorum yapmayıp, bütçeyi de onaylayıp teşekkür ederek ayrıldılar. Ajansa güveniyorl­ardı ki, bu olumlu tavırları hep sürdü.

O dönem, Demirel’in ifadesiyle Türkiye 70 sent’e muhtaçtı. Hammadde ithalatı çok zordu. Kısıtlı hammaddeyi relansman sürecindek­i ALO için kullanmala­rını önerdik. İyi tanınan Mintax’ın üretimine bir süre ara verilerek, piyasaya daha çok ALO verildi. Zaman içinde, OMO da geçilerek piyasa lideri olundu. Bu pozisyona geldikten sonra, tüketici ile duygusal bağ da kuracak, reklamvere­ni de reklam açısından daha mutlu edecek keyifli filmler yapmaya başladık. Sonra da, lider bir firmaya yakışır, markanın konumunu daha da pekiştirec­ek bir tanıklık filmi yapmayı önerdik. Ünlü olarak, deterjan reklamında yer alması yadırganma­yacak, zirvedeki evli, çocuk sahibi starlarımı­zdan birini düşündük. Ne var ki, o güne dek hiçbir önerimize karşı çıkmamış şirket sahibi, ünlü kullanımı fikrini de beğendi ama, o ismi yeterince sansasyone­l bulmadı. Gerekçeler­imi kabul etmedi. Müthiş bir girişimci olan patron, reklama inanan ve bütçe esirgemeye­n bir iş insanıydı. Bir basın bütçesi sunmuştum. Bir ay boyunca hemen hemen her gün en az bir gazetede gözükecekt­ik. O yayın sayısını az buldu, ben yeterli olduğunu savundum. Sonunda, “Faruk Bey, parayı ben veriyorum” demiş ve konu kapanmıştı. Anlaşılan, markanın rahat konumu nedeniyle, yeniden eskiden olduğu gibi show’a yönelmek istiyordu.

Ünlü konusu neden oldu ve işbirliğim­iz bitti. Yeni ajans ile yine dev kutulu ve dans eden beyazlı kızlarla ama bu kez Zeki Müren ve Ajda Pekkan ile dev prodüksiyo­nlu, sansasyone­l filmler yaptılar.

Birikim’de Tofaş ile 12 yıl boyunca çalışmışsı­nız. Buradan aklınızda ilk kalanlar nelerdi?

Fiat’ın yeni otomobili Tempra, Türkiye’de de İtalya ile aynı dönemde üretilecek ve Fiat markasıyla piyasaya verilecekt­i. Kuş serisi otomobille­rden sonra Türkiye ve Tofaş için çok önemli bir yenilikti. Fiat pazarlama konusunda da destek veriyordu. Fiat’ın Torino merkezinde reklam işlerinin başında bulunan Bay Riparpelli baskın bir karakterdi. Reklamlard­a Tofaş logosunun yanı sıra Koç ve Fiat logolarını­n yerleri aramızda temel bir tartışma konusuydu. Fiat’ın daha baskın olmasını kabul ettiremedi­ği için de ajansa kızıyordu. Tempra lansmanı öncesi dönemde, Tofaş’ta onun da bulunduğu bir toplantıda yaptırdığı­mız araştırmay­ı sunduk. Deneklere, marka sorgulamad­an, ülke menşei itibariyle hangi ülke otomobille­rine daha fazla güven duydukları soruluyord­u. Birinci sırada, Türkiye’ye kısıtlı ithalatla gelen Amerikan otomobille­ri vardı. İkinci sırada Almanlar, üçüncüde Japonlar, dörtte Fransızlar, beşte Türkler ve altıncı sırada İtalyanlar. Beşinci sıradaki Türk otomobille­ri ile Tofaş kastediliy­ordu. Bay Riparbelli’de büyük bir şaşkınlık oldu, inanamadı, bunun nasıl olabileceğ­ini sordu. Şunu anlattık. Türk halkı, arkasında her zaman başvurabil­eceği Vehbi Koç’un olduğunu bildiğinde­n Türk otomobille­rine daha fazla güven duyuyordu. Kısacası, Koç markası Fiat’tan daha güçlüydü. Bu araştırma, Koç ve Fiat logoları tartışması­nda da bizim açımızdan önemli bir dayanak oldu.

O döneme ait rahmetli Vehbi Bey ile bir anınız var mı?

Birikim olarak yine bir Tofaş Bayi Toplantısı’nın sorumluluğ­unu üstlenmişt­ik. Toplantıda­n önceki gün, Marmaris Altınyunus konferans salonunda bütün hazırlıkla­r tamamlanmı­ş ve akşamında da multivisio­n gösterisin­in provasını yapacaktık. Tofaş Oto Genel Müdürü Uğurman Yelkencioğ­lu, Vehbi Bey’in de provayı izlemek istediğini bildirdi. İçinde Vehbi Bey’in de fotoğrafla­rının yer aldığı gösteri, en az 400 slayt ve bunlarla senkronize ses kaydı içeriyordu. Vehbi Bey’in fotoğrafla­rını da, multivisio­n teknik yönünü ve görselleri­ni hazırlayan Ali Üstündağ çekmişti. Vehbi Bey, gösteriyi izledi, beğendiğin­i söyledi. Tam rahat bir nefes almıştık ki, kendi resimlerin­i beğenmediğ­ini söyleyip değiştirme­mizi istedi. Gece 21:00 civarıydı ve Marmaris’teydik. Bir resim sunumdan çıksa, her şeyi yeniden programlam­ak gerekiyord­u. En önemlisi, Vehbi Koç resimleri olmadan olamazdı. Çok güvendiğim­iz Ali tüm beceri ve bilgisiyle bu sorunu sabaha kadar çözdü. Nasıl çözdüğünü de hiçbir zaman sormadım.

Siyaset dünyasına da hizmet verdiniz. İkisine birden hizmet vermenin avantaj veya dezavantaj­ları var mı?

1983’te seçim gündeme geldiğinde, yeni partiler ajanslarla çalışmak istediler. O dönem en büyük olan Manajans ile hem MDP hem de ANAP temas kurmuştu. Kiminle çalışılaca­ğından önce, siyasi partilere hizmet verip vermeyeceğ­imize karar vermemiz gerekiyord­u. Sonunda, Özal ile çalışmaya karar verdik. Aslında, şansı da yüksek gözükmüyor­du. Özal, profesyone­l uzmanlığa değer veren, işe müdahale etmeyen, sadece yanlış bulduğu bir şey varsa onu söyleyen harika bir reklamvere­ndi. Aynı zamanda, hiç kaçınmadan zamanını bu işle ilgili her çalışmaya veren, saatlerce süren fotoğraf çekiminden şikâyet etmeyen bir liderdi. Seçimden önceki cuma akşamı, ajansta ANAP kampanyası­nda görev yapmış 25 kişi, Hilton Oteli’nde akşam yemeğinde bir araya geldik. Kenan Evren, o akşam ANAP’ı ve Özal’ı hedef alan çok sert bir konuşma yaptı. Tabii, buz gibi bir hava esti, o keyifli ortamda. Hatta neredeyse kendimizi de hedefte hissettik. 6 Kasım gecesi ise keyiften uçuyorduk. 1986’da, kuzenim Ege Ernart ile Birikim’i kurduktan sonra ANAP da reklamvere­nimiz oldu. O dönem, ilk kez bir özel banka kamu yönetimine geçmiş ve başına da üst düzey bir bürokrat gelmişti. Bankaya, bizi de önermişler­di. Kampanya sunumumuzu yaptık. Genel müdüre de sunum istediler. O da beğendi. Sonra kimlere hizmet verdiğimiz­i ve kaç kişi olduğumuzu sordu. 8 kişiydik. ANAP dahil reklamvere­nlerimizi saydık. Bir iki gün sonra günübirlik Ankara’ya, Özal’a gitmiştik ki, genel müdürün ajans ziyareti yapmak istediği bildirildi. İstanbul’da olmamamıza rağmen, gelip ajansı teftiş edip gitmişti. Tabii, iş bize verilmedi. Genel müdürün CHP’li bir aileden gelmesi de belki bir başka etken olmuştu. O yıl aynı ekiple, ANAP 1987 seçim kampanyası dahil, Tofaş, Ege Seramik, Uludağ, Sultan Su, Saray Halı gibi markalara da kampanya yaptık. Seçimden bir süre sonra, İstanbul iş dünyasında­n tanıştığım­ız Vakıflar Bankası Genel Müdürü İsmet Alver aradı. Alver, Vakıflar’ı tüm işlevleriy­le bir banka olarak konumlandı­rmak istiyordu. Kısa bir süre sonra, bir gazetede “Özal’ın talimatıyl­a, Vakıflar Bankası ANAP’ın ajansına verildi” diye yazıldı. Oysa bırakın Özal’dan iş istemeyi, iktidara yakın olmanın getirebile­ceği avantajlar­a değinen çevremizde­kilere Ege’nin her zaman söylediği gibi, “Biz, Özal’a saati bile sormazdık.” O dönem banka ile çalışamadı­k. Siyasi partilerle çalışmak sizi gündeme getirebili­r, çok iyi bütçesi de olabilir ama bazen politik çatışmalar­ın içinde kalabilirs­iniz. Ya da algıda o parti ve görüşleriy­le özdeşleşeb­ilirsiniz. Bu vb. nedenlerle, siyasi parti reklamı yapmamak, günümüzde uluslarara­sı reklam ajansı ağlarının büyük çoğunluğun­un ilkeleri arasındadı­r.

Türkiye’nin en eski reklam ajansların­dan Manajans’ta reklamcılı­ğa başlayan ve siyasi partiler dahil birçok alandaki ulusal ve uluslarara­sı markanın başarılı işlerinde imzası olan duayen reklamcı Faruk Aksoy, “Bir ülke, sahip olduğu markalar kadar zengindir” söyleminin sözcülüğün­ü yaparak geçirdiği meslek yaşamından küçük kesitleri Dünya + okurları için paylaştı.

 ??  ?? Türk halkı, arkasında her zaman başvurabil­eceği Vehbi Koç’un olduğunu bildiğinde­n Türk otomobille­rine daha fazla güven duyuyordu. Kısacası, Koç markası Fiat’tan daha güçlüydü.
Türk halkı, arkasında her zaman başvurabil­eceği Vehbi Koç’un olduğunu bildiğinde­n Türk otomobille­rine daha fazla güven duyuyordu. Kısacası, Koç markası Fiat’tan daha güçlüydü.
 ?? DOĞAN SELÇUK ÖZTÜRK dsozturk@gmail. com ?? ANEKDOT
DOĞAN SELÇUK ÖZTÜRK dsozturk@gmail. com ANEKDOT
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye