“Din, anahtar teslim bir kurtuluşu garanti etmez”
Kurban Bayramı öncesi DÜNYA’nın sorularını yanıtlayan Diyanet İşleri eski Başkanı Ali Bardakoğlu, ahlakın yegane kaynağının din olmadığını söylüyor, “Bir insanın ahlaklı olabilmesi için mutlaka din şartı aranamaz. Ancak bir dindar mutlaka ahlaklı olmalıdır. Din anahtar teslimi bir kurtuluşu garanti etmez” diyor.
KURBAN
KUR’AN İLE İLİŞKİNİN DOĞRU TESİSİ
• Hocam, söze “Kur’an Araştırmaları Merkezi”nden (KURAMER) başlayalım. KURAMER ne zaman ve hangi amaçla kuruldu? Neler yapar? Araştırma ekibi nasıl bir kadrodan oluşur? İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi bünyesinde bulunan Kur’an Araştırmaları Merkezi (KURAMER), biz Müslümanların inanç, bilgi ve hayat anlayışlarının temel kaynağını teşkil eden Kur’an-ı Kerim’in inananlara ve insanlığa yönelik mesajlarının ve genel öğretisinin doğru anlaşılmasının yol ve yöntemlerini araştırmak, bunun için bilgi altyapısını kurmaya çalışmak, geçmişin bu alandaki zengin mirasını ve birikimini günümüz insanıyla buluşturmak amacıyla 2013 yılında kuruldu.
KURAMER’in böyle bir amaçla yola çıkmasının altında, İslam dünyasının ve Müslümanların her alanda içinde bulundukları olumsuz tablonun, Müslümanların ilahi kelama bakış tarzları, dolayısıyla hayatlarında onun rehberliğine verdikleri yer ile ilişkili olduğu tespiti yatıyor. Bu alanda yaşanan tıkanma ve sapmalar, mesela Kur’an’ın otoritesinin ve Peygamberimizin hayat rehberliğinin (ki, biz bunları Kur’an ve Sünnet olarak adlandırıyoruz) yerini çeşitli adlar ve unvanlar altındaki, “kerametleri kendilerinden menkul” beşeri otoritelerin alması dalga dalga hayatın bütün alanlarını etkilemiş ve Müslüman dünyanın, sürekli bir beslenme ve yenilenme menbaı olan Kur’an ve Sünnetin rehberliğinden yoksun kalmasına sebep oldu.
Tıkanmanın üç örneğini daha zikredersek KURAMER’i ortaya çıkaran sebepleri daha iyi anlatabiliriz. Birincisi, Kur’an’ı bizim için ne anlam ifade ettiğinin, bize ne söylediğinin, bizden ne istediğinin farkında olmadan veya önemsemeden sadece dinî ritüellerimizin şeklî bir unsuru konumuna indirmek, böylece onu hayatın dışına itmek, onun yerini de Allah ve Peygamber adına konuştuğunu zımnen veya açıkça iddia eden insanlarla doldurmaktır. İkinci örnek, Kur’an-ı Kerimi başka başka saiklerle, örneğin ideoloji, siyaset, maddi çıkar veya manevi otorite saikleriyle yapılan subjektif hayat tercihlerini haklılaştırmak için başvurulan ve keyfi yorumlanan bir meşruiyet dayanağı olarak kullanmaktır. Üçüncü örnek ise insanların, Kur’an’ı Arapça metninden veya kendi diline yapılan tercümesinden (meal) okuyarak, kendi birikimi ve anlayışı ölçüsünde lafzından anladığını “Allah böyle buyuruyor” diye sunmasıdır.
Bu yaklaşım biçimleri, Kur’an ile ilişkimizin yeniden doğru biçimde tesisinin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Bu amaç için atılması gereken ilk ve en önemli adım da, Kur’an’ın vahiy sürecinin ve Peygamberin vahyi tebliğ ve tatbik safhalarının içinde cereyan ettiği toplumsal, kültürel, ekonomik, siyasi ve dinî şartların araştırılmasıdır.
KURAMER, İslami ve sosyal ilimler alanında uzmanlaşmış farklı görüş ve yaklaşımlara sahip yüzlerce ilim adamının katkılarıyla oluşan özgür bir düşünce platformudur.
2014’te faaliyetlerine başlayan KURAMER, ilk olarak Kur’an’ı anlamanın bilgi altyapısını oluşturmak amacıyla 5 ana bilim dalını kapsayan ve 100’e yakın ilim adamının katıldığı bir araştırma projesini başlatıp sonuçlandırdı. 60’a yakın ilim adamının katkıda bulunduğu 17 kitap yayımlandı.
120’ye yakın ilim adamının moderatör, tebliğci ve müzakereci olarak katkıda bulunduğu, geniş katılımlı 8 sempozyum düzenledik ve her birinin tebliğ/ müzakere metinlerini kitap halinde yayınladık. 140 dolayında araştırmacı ve ilim adamının katıldığı, 5 çalıştay düzenledik ve buralarda tartışılan fikirleri 3 kitapta topladık.
Halen İslam düşüncesinin modern dönemdeki serüvenini eleştirel bir yaklaşımla ele alacak kapsamlı bir araştırma projesi yürütüyoruz.
ŞEKİLLER ÖZÜ GÖLGELEDİ
• Türkiye’de dinin çok konuşulduğu, dini kurum ve kişilerin toplum önünde daha fazla göründüğü, dinin toplumsal ve siyasal olarak yükselişe geçtiği bir dönemdeyiz. Ancak, aynı zamanda her sosyo-ekonomik kesimden dindarların eski itibarlarını ve güvenilir olma özelliklerini kaybettiklerini, dini inanç ve değerlerin yıpranmaya başladığı gözlemleniyor. Bu tespite veya gözleme katılıyor musunuz?
Günümüz Türkiye’sinde dinin şekil olarak daha görünür olduğu, söylemlerimizde dini argüman ve atıfların arttığı doğrudur.
Peki dinin bu kadar çok gündemde olması, daha dindar bir toplum olduğumuz, yani dindarlaşmanın arttığı anlamına gelir mi? Bana göre gelmez, aksine bir çürümeye, din üzerinden meşruiyet arayışına ve kafa karışıklığına da işaret edebilir.
Şayet dini, görüntüden ve dışarıya yansıyan söz ve davranışlardan ibaret görüyorsak, dinin güçlendiği, dindarların arttığı iddiası doğru olabilir. Yoldan geçen kadınların kaçının başı kapalı, toplumda kaç kişi hacca ve umreye gidiyor, kaç erkek sakal bıraktı, ilahiyat fakültelerinin, camilerin, dini kurs ve cemaatlerin sayısı artıyor mu? Bunlara bakarak toplumda dindarlık ölçümü yaparsak İslam’ı hiç anlamıyoruz demektir. İslam’ı yüzeysel bir bakışla anlamak ve tanıtmak, evrensel bir İslam davetine yapılabilecek büyük bir haksızlıktır.
Din ve dindarlık, Yüce yaratanın gözetimi altında yaşadığımız bilincini beynimize mıhlamak ve bu bilince uygun bir hayat yaşayabilmek demektir. Dindarlık sadece bilmek, söylemek ve şeklen yapmak değil; aynı olanı içselleştirmek, kimseyi incitmeyen ve kimsenin de incinmediği bir esenlik merkezi olabilmektir. Onun için de din bizi sürekli olarak Allah’la, dış dünya ile toplumla ve kendimizle barış içinde olmaya yöneltir. Yunus’u, Mevlana’yı, Hacı Bektaş-ı Velî’yi büyük kılan da bu.
Din bireyin iç dünyasında başlayıp niyetinden, sözünden ötekiyle ilişkisine kadar bütün davranışlarını güzelleştiren genel bir kaliteyi hedefler. Allah’a ve ahirete iman eden kimse, bunu insanlarla ilişkilerine yansıtmak zorundadır. Müslüman her anını Allah’ın gördüğü ve bildiği bilinciyle yaşayabilen kimsedir. Buna ‘ihsan’ diyoruz. Bunun için de ahlak (ihsan), dinin iman ve ibadetten sonra üçüncü temel ayağıdır. Hatta iman ve ibadetin dünyaya yansıyan ana gayesi Müslüman toplumun aynı zamanda bir ahlak toplumu olmasını sağlamaktır. Bu amaç yoksa geriye içi boşaltılmış bir din ve
Ahlakın yegane kaynağı din değildir, bir insanın ahlaklı olabilmesi için mutlaka dindar olması şartı aranamaz. Ancak, bir dindar mutlaka ahlaklı olmak zorundadır. Bugün Müslümanlar olarak önemli bir sorunla karşı karşıyayız; şekiller özü gölgeledi, araçlar amaç oldu ve sonunda güvenilir insan olma özelliğimiz zayıfladı.
dindarlık görüntüsü çıkar.
Müslümandan söz ediyorsak, iç dünyasında samimiyetle Allah’a ve dinin diğer inanç esaslarına bağlı olan ve inancını hayatına yansıtan bir kimseden söz ediyoruz demektir. O da sadece belli ibadetleri yerine getirmekle, sözle ve görüntüyle olmaz. Din, hayatımızın her yönünde eseri olan bir rahmet olmalıdır.
Şayet iyi Müslümandan söz edeceksek, güvenilir ve dürüst olma, doğruluk, çalışkanlık ve üretkenlik, temizlik, nezaket, hiçbir insanın sizin elinizden,
dilinizden ve davranışınızdan zarar görmemesi, kendiniz için istediğinizi başkası için de gönül ferahlığıyla isteyebilme, yanıbaşınızdaki insanın hak ve hukukuna saygı, kamu malını emanet bilme ve koruma, kimsesizi gözetme, istikamet sahibi olma gibi ne kadar erdemli davranış varsa onların hepsinden söz etmeliyiz.
Ahlakı önemsizleştirirsek dinin içini boşaltmış, özünü, şekle kurban vermiş oluruz. Hz. Peygamber güzel ahlakı örneklendirmek ve tamamlamak için
gönderilmiştir. Ahlakın yegane kaynağı din değildir, bir insanın ahlaklı olabilmesi için mutlaka dindar olması şartı aranamaz. Ancak, bir dindar mutlaka ahlaklı olmak zorundadır. Ahlakı önemsemeyen bir dindarlık anlayışı, bizi ikiyüzlülüğe, çifte kişiliğe götürür. Bu da dini tabirle riyadır, samimiyetsizliktir.
Bugün Müslümanlar olarak önemli bir sorunla karşı karşıyayız; şekiller özü gölgeledi, araçlar amaç oldu ve sonunda güvenilir insan olma özelliğimiz zayıfladı.