Din, anahtar teslimi bir kurtuluşu garanti etmez
• Dini tezahürler ve dindarlık yükselirken neden itibar kaybına uğrar? Siz bu durumu nasıl, hangi faktörlerle açıklıyorsunuz? Öncelikle, dini tezahürlerin artmasının dinin yükselişi ve dindarlığın artması olmadığını bugün açıkça kabul etmeliyiz.
Din hakkında sathi bilgileri olan ve gördükleri üzerinden hemen bir yargıda bulunan geniş kesimler, dini tezahürlerin artışı ile dinin amacı olan öze ait davranış kalitesi, ahlakilik ve samimiyet arasındaki bu çelişkiyi anlamakta zorlanıyor. O zaman da dinin insan hayatında ne anlama geldiğini, işlevini sorgulamaya başlıyor. Bu özellikle genç kuşaklarda açık bir şekilde görülmeye başladı.
YANLIŞLIĞI BESLEYEN BUGÜNE KADARKİ DİN SÖYLEMİMİZ
Yeni kuşakların din hakkındaki sorgulaması, hatta dine mesafeli oluşu veya olumsuz tutumu esasında yanlış bir din tasavvurundan, daha doğrusu, olup bitenle din arasında yanlış bir bağlantı kurmalarına dayanıyor. Ama bu yanlışlığı besleyen de bizim bugüne kadarki din söylemimiz oldu. Başımızın sıkıntıya girdiği her konuda bir kesimimiz dini suçladı, geri kalmışlığımızdan doğrudan ya din ya da “öteki” sorumlu tutuldu.
Diğer taraf ise dine sarıldığımızda her sorunun üstesinden geleceğimizi ileri sürdü. Üstelik din deyince de farklı kesimler kendi din anlayışlarını “gerçek İslam” olarak tanıttı ve farklı görüşe hayat hakkı tanımadı. Siyasal, sosyal ve ekonomik girişimlerde din üzerinden meşruiyet ve dünyevi yarar sağlandı. Din ideolojilerle yarıştırıldı. Bütün bunlar olurken hayatı, olguyu ve bireyin merkezi rolünü göz ardı ettik. Bireyi ve insan faktörünü göz ardı eden bir din olabilir mi? Yeni nesiller de böyle bir atmosferde, sebep ne, sorumlu kim, bunu anlamakta kafa karışıklığı yaşadılar.Din anahtar teslimi bir kurtuluşu garanti etmez, bunu birey sağlayacaktır. Dahası din dünyada gelişmişliği, kalkınmayı, adaletli ve güvenli bir toplum olmayı, insanların barış içinde yaşamasını garanti etmez; insanı bunlara erişmesi için aydınlatır ve teşvik eder. Geleneksel dini düşüncemiz Tanrısal iradeyi yüceltirken farkında olmadan birey irade ve sorumluluğunu zayıflattı ve gölgede bıraktı; bireyi ilahi irade karşısında edilgen ve pasif kıldı. İnsanımız da olup bitende kendi sorumluluğunu ıskalayarak her şeyi Allah’a izafe etmeyi, kör bir kader ve tevekkül anlayışını tercih etti. Bu özellikle şark toplumunun tabiatına da uygun düştü. Halbuki Kur’an sürekli olarak insan yapıp ettiklerinden dolayı sorumlu olduğunu hatırlatır. İnsanı, soran, sorgulayan, elini taşın altına koyan, haksızlıklar karşısında susmayan, sorumluluk bilincine sahip bir birey olarak tanıtır ve ona bu sorumluluğunu sık sık hatırlatır.