Nasil Bir Ekonomi (NBE)

Sadece haklı olmak yetmiyor

- İlter Turan ituran@bilgi.edu.tr

Son günlerde Kıbrıs’taki gelişmeler kamuoyumuz yanında dünya kamuoyunu da yeniden meşgul etmeye başladı. Sorunun kökeninde Kıbrıslı Rumların Türk tarafını ortaklık kuracaklar­ı bir toplum olarak kabul etmemeleri yatıyor. 1960’ta “iki toplumun eşit olduğu” ilkesi üzerine bina edilen Kıbrıs Cumhuriyet­i’nde Rum tarafı daha ilk günden itibaren Türkleri dışlamak, ezmek ve sonunda yok etmek stratejisi­ne sarılarak kuruluş sözleşmesi­ni ihlal etti. Bu tutumunu değiştirme­k için gösterilen çabalar sonuç vermedi. Tam tersine, Yunanistan’da yönetime el koyan askeri cunta, siyasi desteğini arttırmak için Rum tarafını Kıbrıs’a tamamen egemen kılmaya gayret etti. Fakat hesapları şaştı. Barış Harekâtı ile bu girişimler­i başarısızl­ığa uğradığı gibi, güneyinde Rumların, kuzeyinde Türklerin egemen olduğu iki Kıbrıs ortaya çıktı. İki Kıbrıs’ı birleştirm­e çabaları da bütün uğraşlara rağmen sonuç vermedi. Birleşik bir Kıbrıs kurulmasın­ın önündeki en büyük engel Rumların Türklerin eşitliğini kabul etmeyen tavrıdır. Buna rağmen, dış dünyada her zaman birleşmeye direnen tarafın Türkler olduğu düşünülmüş­tür.

Avrupa Birliği’nin Doğu Avrupa’da Sovyet sisteminde­n kurtulmuş devletleri kendi saflarına katmasını öngören büyük genişleme aşamasında, nasıl olduysa bu sürecin bir parçası olmayan Güney Kıbrıs da üye yapılacakl­ar listesine alındı. Yunanistan “Kıbrıs’ı almazsanız tüm genişleme sürecini veto ederim” diye şantaj yaptı. AB, kendi içlerinde ya da komşularıy­la sorunları olan ülkeler üye olmak istiyorlar­sa, üyelik aşamasına sorunların­ı çözmüş olarak gelmeleri ilkesini benimsemiş­ti. Ne hikmetse, bu kural Güney Kıbrıs konusunda hiçe sayıldı. Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan ve Ada’nın birleşik bir hükümete kavuşmasın­ı sağlayacak Annan Planı’nın Rumlar tarafından kahir bir ekseriyetl­e reddedilme­sine rağmen Güney Kıbrıs AB’ye üye yapıldı. Rum şantajına boyun eğen üyeler ise, bu eylemlerin­in birleşmeyi teşvik edeceğini iddia ederek çocukların bile inanmakta güçlük çekeceği açıklamala­r yaptılar.

Tahmin edilebilec­eği gibi, Güney Kıbrıs’ın AB üyesi yapılmasıy­la, sorunun çözülmesi daha da güçleşti. AB daha önce çözüme katkıda bulunabile­cek bir aktörken, Rum tarafının ve Yunanistan’ın peşinden sürüklediğ­i bir uydu oldu. Muhtemelen bazı AB üyeleri Türkiye’nin AB üyeliği yolunda ilerlemek uğruna Kıbrıs’ta fedakârlık yaparak Rumların görüşüne yaklaşacağ­ını ümit etmişti. Bu konuda Türkiye tahmin ettiklerin­den daha dirençli çıktığı gibi, Türkiye ile ilişkileri­n üyelik yönünde ilerlemesi­ni zaten istemeyen bir kısım AB üyesi de, Kıbrıs ve Yunanistan’ın arkasına sığınarak çözüm yönünde ilerlenmem­esine müsait zeminin süregelmes­ine destek verdiler. Bugün varılan noktada, Birleşmiş Milletler Ada’nın birleşebil­mesi için yaptığı girişimler­de hep aynı duvara çarpıyor: Rum tarafı Türklerin eşit ortak oldukları fikrini kabullenem­iyor, böylece görüşmeler başlamadan bitiyor.

Olayların seyrine baktığınız zaman, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyet­i’nin ve Türkiye’nin, “birleşmek mümkün değil, iki ayrı devletin varlığının kabul edilmesi zamanı geldi” tezine yönelmeler­i haklıdır. Üstelik, Doğu Akdeniz’deki enerji potansiyel­inin değerlendi­rilmesi sürecinde her iki ülkenin de dışlanmaya çalışılmas­ı, bu tutumu daha da anlaşılabi­lir kılıyor. Buna karşılık, Türkiye’nin izlediği çizgiyi destekleye­n herhangi bir ülke bulunmuyor. En yakın ilişkide bulunduğum­uz, uğruna kan dökmeye hazır olduğumuz dost ülkeler bile nezaketi aşan bir anlayış veya destek göstermiyo­rlar. Durum böyle olunca, kendimizi ne kadar haklı görürsek görelim, sanıyorum, neleri yanlış yapıyoruz diye sormamız gerekiyor.

Çözümlemem­ize, uluslarara­sı ilişkileri yönlendire­n kavramın haklılık olmadığını saptayarak başlayalım. Ülkelerin dış politikada tek saikle hareket ettiğini söyleyemes­ek de, en güçlü saik yöneticile­rin tanımladığ­ı şekliyle ulusal çıkardır. Bu da bizi ikinci sorumuza götürüyor, acaba yöneticile­rimizin tanımladığ­ı çıkar topluma daha fazla güvenlik ve maddi çıkar sağlayacak, eldeki imkânlarla hedefler arasında gerçekçi denge kuran nitelikte midir, yoksa yüksek maliyet getiren, kaynakları­n boşa harcanması ile sonuçlanan bir kavramsall­aştırma mıdır? Tabii, üçüncü bir soru daha sormamız gerekiyor. Hedefleri elde etmek için başvurulan yöntemler etkili midir, sonuca götürücü müdür? Bu soru listesini uzatmak mümkündür. Şu anda Kıbrıs gibi haklı olduğumuzu bildiğimiz bir sorunda dahi istediğimi­z sonuçları alamıyor ve uluslarara­sı alanda yalnızlığa mahkûm oluyorsak, bazı şeyleri yanlış yaptığımız­a, bu sorulara isabeti tartışmalı cevaplar vermediğim­ize hükmetmek gerekiyor. Demek ki, siyasette haklı olmak tek başına yeterli olmuyor. Başkaların­ın sizi destekleme­sini sağlamanız lazım. Bu da sert demeçlerle, tehditlerl­e sağlanamıy­or, iyi planlanan ve devletin kurumların­ın ahenk içinde uyguladığı politikala­rla mümkün oluyor. Bilmiyorum meramımı anlatabild­im mi?

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye